ÜSTADIN ‘ÜSTÜN HABERCİ’ İLE BULUŞMA NOTLARI


Günlerden bir gün….Üsküdar'a kadar hep o vaziyet… Üsküdar'da vapur boşaldı… Karşılıklı iki uzun kanepenin bir ucunda o, bir ucunda ben… Koskoca ve bomboş salonda oturdu.

Olur şey değil.. Karşımdaki adam hep bana bakıyor. Neredeyse ifade alacak.. Polis mi ne? Ama ben o devirde henüz polis mevzu değilim.

İçimde sert bir mukabele ihtiyacı.. Hemen adama hitap edebilirim…

-Beyefendi boyuna bana bakıyorsunuz. “Göze yasak olmaz derler” Ama galiba en büyük ve en ince yasak gözedir, ne demek istiyorsunuz? Davrandım vazgeçtim…

Bir sigara çıkardım, aranıyorum üzerimde kibrit arıyorum. Gayet sakin bir tavırla karşımdan uzatılan bir kutu kibrit… Teşekkür ederim, bir şey değil… Sigaramı yaktım ve kibriti iade ettim.. Yine konuşmaya açmaya niyetli değilim. O yüzden niyetini asla belli etmiyor yalnız bakıyor o kadar…

İçimden düşündüm adamın bakışında incitici bir hali yok. Fakat gözlerindeki rahatlık ve kaygısızlık müthiş…

Göz ucuyla ben de ona dikkat etmeye başladım. Görülmemiş bir nefs  emniyeti içinde, dudaklarında bir de şefkatli tebessüm tatlı bir  bükülüş…..

Nihayet bandrol bilgisinin klişeleşmiş en yaman meselesini öne sürüverdim:

-Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı, böyle birini tanıyor musunuz?

-Zamanımızda böyle bir kimse var. Böyle bir kimse değil büyük bir kimse var..

-Ne diyorsunuz

-Evet

Atıldım: -Onu nerede görebilirim?

O gayet sakin bildirdi -Beyoğlu'nda Ağa Caminde cumaları orada ders verir….

-İsmi

-Abdülhakim Efendi hazretleri

-Nasıl bir zat

-Görürsünüz.. Orada dinleyecekleriniz hak için naz için söylenen sözler… Siz o sözlerin içine girmeye, ötesindeki hikmete ulaşmaya bakın…

Evet onu, vazifesini bitirmiş olan Hızır tavırlı adamı ömrüm boyunca bir daha görmedim. (Kısakürek,1987:79-82).

(……) Ressam arkadaşımla dudaklarımızda Rambo'nun mahut iki mısra-ı içimizi dolduran mavera işti yakını besteliyoruz. Tabi her birimizin iştiyakı ve iştiyak istidadı başka başka….

Birden tüylerim ürpererek hatırıma bir şey geldi: -Bugün ne kuzum?

-Cuma…

-Ne dedin cuma mı..? Ağa Cami’ne de iki yüz metre mesafedeyiz..

-Ne olacak?

-Ne olacağını bırak da saate bak..

-12’ye geliyor..

-Tamam.. Namaza pek az vakit var.. Haydi davran, sana üstün haberciyi göstereceğim….

Ve arkadaşa vapurda geçen hadiseyi çizgisi çizgisine anlattım. Müthiş alakalandı. Daldı ve dedi ki

-Ya bizden şüphe ederse bizi polis filan zannederse..

-Yanılıyorsun diye haykırdım. Eğer aradığımız üstün haberci ise bir bakışta bizi anlar. Değilse zaten bize lüzumu yok.İstediği kadar şüphe etsin… Beşinci katında bulunduğumuz apartmandan yuvarlanırcasına inip kendimizi kaldırımlara attık (Kısakürek,1987:85-86).

Cami… Girince sol tarafta yerden bir iki basamak yüksekliğinde balkonumsu bir yerde sarıklı, ilk bakışta esmer, beyaza yakın kır ve uzun sakallı bir zat… Önünde kitabını koyduğu küçük bir yer masası…. Etrafında diz üstü veya bağdaş kurup oturmuş bir küme insan… Aralarına geçip oturduk. Kısık, donuk, birden bire ahengi anlaşılamayan, peçeli zarflı bir ses… Fakat son derece tesirli… Tane tane konuşuyor ve kelimeler cümle içinde yakından çekilip bütün sinema perdesini dolduran bir şekil gibi büyük bir hacme bürünüyor. Hem yakından kelimeleri hem de uzaktan cümleleri görüyorsunuz. Şive şark Anadolusu…Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri….

Vapurda meçhul şahsın nas için dediği konuşma böyle iken gayet derin… Yüzüne bakıyorum, birer hilal kavsiyle çatılmış, kabarık ince vezinli kaşlar, irice ve ahenkli bir burun, yine ince dudaklar.. Sünnete uygun şekilde fazlaca kırkık bıyık ve uzun çok uzun bir sakal… Sarığı kaşlarına yakın noktaya kadar indiği için alnı bütün açıklığıyla görünmüyor. Gözlerinden henüz bahsetmedim. Onları kendine yaklaşınca göreceğiz, manalarına yakalanıp kalacağız.Bu gözler uzaktan gayet dalgın ve içine kapanık duruyor. Bir de bazen önündeki yaprakları karıştırın, fevkalade zarif, esmer ince ve uzun parmaklar….İlk bakışta kendisinden insana çarpan duygu, müthiş bir vakar ve heybet (Kısakürek,1987:89).

(….) Baktılar baktılar ve ne gördülerse gördüler “Biz Eyüpsultan’da oturuyoruz. Gümüşsuyunda… Ne zaman isterseniz buyurun… (Kısakürek,1987:91).

Ruhuma kuvvet aradığım günlerden birinde ressam arkadaşı buldum. “Haydi seninle bugün Eyüp’e gideceğiz.” Üstün haberciye onu yakından tanımaya… Kolkola verdik, estetik bir gezinti olsun diye Eyüp vapuruna bindik. Eyüp’e çıktık… Büyük caminin önüne geldik ve sorduk…

(….) Birkaç adım sonra mezarlığın içinden yukarıya merdivenli bir yol sapar. Piyerloti kahvesine kadar gider bu yol…. Mezarların arasından çıktık çıktık… Haliç ayağımızın altında bir kordela… Anlatılan yeri karşımızda olduğu gibi bulduk.Karşınıza gelecek ilk kapı bahçe kapısı daima açık…. Vaktiyle tekkeymiş orası… Mescidinden ve etrafındaki çatılarından anlayacaksınız… Haliç’e bakan bir setüstünde…. Hafif aralık bahçe kapısını ittik ve girdik…Sıcak bir ilkbahar günü….(Kısakürek,1987:91).

Necip Fazıl Kısakürek, (1987), O ve Ben, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 5. baskı

 

 

Güncel Haberler