Dr. Mustafa Afşin Sancar
Türkiye ekonomisinin temel problemlerinden bir tanesinin kronik olarak yaşanan cari açık olduğu hepimizin malumudur. Cari açık, ekonomiyi bir vücuda benzetirsek, kan kaybı gibidir. Eğer düzenli olarak cari açık veriyorsanız, mutlaka ekonomik vücudunuza kaybı telafi edecek finansmanı, yani kanı, takviye etmek durumunda kalırsınız. Ki bu da dış borç ya da ülkedeki kıymetlerin yurt dışına satılması olarak karışımıza çıkmaktadır. Tabiidir ki enflasyon ve paranızın düzenli olarak değer kaybetmesi de bu sürecin doğal bir uzantısıdır. Günümüzde de yaşadığımız kur krizi ve belli periyotlarla yaşadığımız ekonomik krizlerin de alt yapısında yer alan ana problemlerden bir tanesidir cari açık.
Cari açıkla ilgili olarak en sık duyduğumuz çözüm önerisi ihracatın arttırılması ve bunun için de katma değeri yüksek ürünlere yönelinmesi gereğidir. Katma değerin arttırılmasının temel ayağını da teknolojisi yüksek ürünlerin üretilerek ihraç edilmesi oluşturmaktadır. Söylenenler doğrudur, ancak bu çözüm önerisini hayata geçirmek pek kolay değildir. Uzun yıllara sâri, disiplinli bir yaklaşımı gerektirir. Çin’in 1978 yılında başladığı reformlar ve uzun yıllar uyguladığı sıkı ekonomik uygulamalar ülkeyi ancak 40 yıl sonra teknolojik olarak katma değerli ürünleri hissedilir seviyelerde üretebilir konuma getirmiştir.
Bu dönüşümün olabilmesi için, tahmin edileceği üzere, kan kaybına ya da cari açığa tabii ki yer yoktur. Nitekim son 38 senelik süreçte Türkiye yıllık ortalama %-2,4 cari açık verirken, Çin’in yıllık ortalama % 2,2 cari fazla verdiğini görmemiz mümkündür (Dünya Bankası, 2021). Hem ekonomik ortamın stabil olmasının hem de yapılacak yatırımların uygun maliyetlerle finanse edilebilmesinin anahtarıdır cari açık olmaması. Kısacası cari açığın ortadan kaldırılması için gereken katma değerli üretim ekosistemi, yine cari açığın varlığında oluşabilmesi mümkün gözükmeyen bir fasit daire oluşturmaktadır.
Peki bu fasit daireyi kırmak ve ekonominin kalıcı olarak katma değerli ürünler ürettiği ve cari açığın kalktığı, kansızlık çekmeyen sağlıklı bir ekonomi vücuduna nasıl sahip olunabilir? Ya da katma değerli ürün üretimi dışında cari açığı nasıl kapatabiliriz? Bu kritik sorunun cevaplarından bir tanesi ve Türkiye özelinde de öne çıkanı, israfın engellenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı “İsraf Raporu 2020”ye göre Türkiye milli gelirinin %15’ini israf etmektedir (TİSVA, 2021). Bu hesaba göre 2020 yılında 720 milyar ABD $’ı GSYİH’sı olan ve 37,2 milyar ABD $’ı cari açık veren Türkiye 108 milyar $’lık israf gerçekleştirmektedir.
2010-2020 arasındaki 10 senelik dönemde yıllık ortalama GSYİH’nın %4.2’si oranında cari açık veren Türkiye’de, mevcut israfın yarısı engellenerek ekonomiye kazandırılabilse Türkiye’nin cari açık problemi ortadan kalkacağı gibi ihtiyaç duyduğu fonlara fazlası ile erişim kazanma imkanına sahip olabilecektir (Dünya Bankası, 2021). Böylece gelişmiş ekonomi yolculuğunda ihtiyaç duyulan taze kan vücuda başka bir gayret gösterilmeden kazandırılmış olacaktır.
Toplumun tüm kesimlerine yayılmış olan israf mantalitesini niceliksel ve niteliksel olarak iki türe ayırmak mümkündür (Sancar, 2021). İsraf denince öncelikli olarak aklımıza gelen niceliksel israf kişi ve kurumların kullanacağınızdan fazlasını alarak israf etmeleri, niteliksel israf ise lükse harcayarak israf etmek kastedilmektedir. Niceliksel israfa örnek olarak gıda ya da enerji israfını gösterebiliriz. Bu bağlamda 2021 BM Gıda İsrafı Raporu’na göre de Türkiye’de her yıl 7,7 milyon ton yiyecek çöpe atılıyor. Yani kişi başı 93 kg’lık bir israf var.
Niteliksel israf ise; fonksiyonlarını kullanmadığımız yüksek fiyatlı cep telefonu ya da ihtiyacımız olmadığı halde marka değerinden dolayı tercih ettiğimiz otomobil gibi lüks üretime ayrılan kaynaklar kast edilmektedir. İsraf istatistikleri genelde niteliksel israfı içermediği için %15’lik rakamın daha da büyük olduğu aşikardır.
İsraf konusu ile ilgili çalışmalar yapan bazı STK’lar ülkemizde mevcuttur ve hazırladıkları raporlar ile bu alandaki vahameti gözler önüne sermektedirler. Ancak asıl çözüm toplumun israf konusuna olan yaklaşımının değiştirilmesi ile mümkün olabilecektir. İçerisinde yaşadığımız neoliberal iktisat ve onun merkezinde yer alan ekonomik rasyonel insan; yani homoeconomicus, temel prensip olarak kendi çıkarını maksimize etmeyi hedeflemektedir.
Bu yaklaşım çerçevesinde parasını verdiği şeyi israf etmek ya da kendisi için kurumlarca tahsis edilen kaynakları verimli kullanmayarak kendi çıkarını maksimize etmeyi tercih etmesi, bu rasyonalite açısından gayet rasyoneldir. Örneğin iş yerinde veya lokantada parasını verdiği menü içerisinde yemeyi pek düşünmediği yemeği artık bırakacak şekilde almak bu mantık açısından gayet makuldür. Nitekim bu tarz yemek servislerinin verildiği yerlerdeki yemek sonrası bırakılan tabldot ya da tepsilere bakarsanız ciddi oranda yarım yenmiş ya da dokunulmamış yemekleri görebilirsiniz.
Ya da ucuz olarak görülen ekmeğin biraz bayatlaması ile kişiler konfor alanlarının dışına çıkmamak adına bu ekmekleri çöpe atmaları gibi pek çok örnek vermek mümkündür. Bu yaklaşımın sonucunda 7,9 milyar nüfuslu dünyamızda 11 – 12 milyar insana yetecek kadar gıda üretilirken 800 milyondan fazla insan düzenli açlık çekmekte ve 15 milyon insan ise her yıl açlıktan ölmektedir (Sancar, 2019).
Niteliksel israfa örnek olarak da lüks tüketimi göstermek mümkündür. Gelir dağılımı bozukluğunun giderek arttığı dünyamızda, her kademedeki zenginler için üretilmiş birçok çeşit tüketim malı olduğunu görmek mümkündür. Yüz milyonlarca dolarlık yatlardan, evlere kadar kullanıcılarının ihtiyaçlarının çok ötesinde imkanlar sunan birçok harcama gazete haberlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu durum sadece ultra zenginlerde değil, orta üst gelir grubunda yer alan kişilerde de görülmektedir. Otomobillerden cep telefonlarına kadar her seviyede ihtiyacın çok ötesinde tüketim toplumun geniş kesimlerine yayılmıştır.
Çözüm: İslam Ekonomisi Düşüncesi Doğrultusunda Toplumsal Bilincin Arttırılması
Bu durumda ihtiyaç tanımının da önemli bir yeri vardır. Neoliberal iktisatın temelinde yer alan kapitalist ekonomik sistem insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu kabul etmektedir. Bu kritik bir noktadır. Çünkü İslam ekonomisi ihtiyaçların sınırlı olduğunu ancak isteklerin sınırsız olduğunu belirtmektedir. Dolayısı ile ihtiyaç ile isteklerin ayırt edilmesi israf konusunun çözümlenmesindeki önemli kriterlerden bir tanesini oluşturmaktadır.
İnsan ihtiyaçlarının optimum seviyede karşılanabilmesi için bireylerin öncelikli olarak otokontrol geliştirmeleri ve ihtiyaçlarının ötesindeki kullanımlarını durdurmaları gerekmektedir. Bunun dışında toplumda kurumsal olarak da israfla mücadele için yapılacak çok şey vardır.
Bireysel düzeyde otokontrolün devreye girmesi için öncelikle mental seviyede israf ile mücadelenin gerekliliği anlaşılmalıdır. Neoliberal iktisat, israfın negatif sonuçları olarak bireyi dolaylı şekilde etkileyen toplum ve çevre etkilerinin karşısına kişisel çıkarı israfı destekler biçimde konumlaması maalesef güncel israf karşıtı kampanyaları büyük ölçüde boşa çıkmasına neden olmaktadır. İslam ekonomisinin aksine, kişinin kanunlara uygun bir şekilde elde ettiği gelirin harcanması ile ilgili olarak çok zayıf bir toplumsal bilinç dışında egonun sınırsız isteklerini sınırlayacak bir yapı bulunmuyor neo liberal iktisatta. Niceliksel israf tarafına toplumsal bilinç bir miktar etki etse de özellikle israfın büyük kısmını oluşturan niteliksel israf karşısında homoeconomicusun oldukça yalnız kaldığını görmek mümkündür.
İsrafın oluşturmuş olduğu gelir dağılımı bozukluğu ve çevresel felaketler hem konvansiyonel hem de İslam ekonomisinin konusu iken, israfın bu dünyayı aşan negatif etkileri ile İslam ekonomisinin bu alanda toplum üzerinde daha fazla etki oluşturma potansiyeli mevcuttur. İslam ekonomisinde bu konu ile ilgili olarak A’raf suresi 31. ayette “Yiyin, için, ama israf etmeyin” denmektedir. Yine İsra suresi 29. ayette “Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın” prensibi aktarılmaktadır.
Yani nimetlerin kaliteli, temiz ve helal olanlarından ihtiyacınız kadarını kullanın ama hem nitel hem nicel olarak ihtiyaçtan fazlasını harcamayın demektedir. Bir başka deyişle hem kullanacağınızdan fazlasını alarak israf etmeyin (niceliksel israf), hem de içerik olarak lükse harcayarak israf etmeyin (niteliksel israf) kastediliyor esasında (Sancar, 2019).
İslam ekonomisi bu konuda net bir çizgi çiziyor; israf haramdır. Bu bir tavsiye değil, yasak. Yasağı biliyoruz ama gafletimizin ana sebeplerinin başında bu yasağın sınırları ile ilgili zihnimizde muğlak ve net olmayan bilgilerin yer alması geliyor. Peygamber Efendimiz (SAS) nehrin kenarında dahi olsanız abdest alırken suyu israf etmeyiniz diyor. Banyo yaparken demiyor, suyla oynarken de demiyor; abdest alırken diyor.
Yani yüce bir amaç için, Allah’ın rızasını hedeflediğiniz bir meselede dahi israf etmeyin diyor. Nehrin kenarında bile olsanız derken, yani yapacağınız işte harcayacağınız miktar, abdest alırken israfa kaçabilecek su miktarının dev bir nehir yatağında mevcut olabilecek suya oranı kadar küçük hatta matematiksel olarak ihmal edilebilir küçüklükte dahi olsa israf etmeyiniz diyor (Sancar, 2019).
Neden böyle söylüyor? Konunun iktisat dışındaki yönlerini alanlarının uzmanlarına sormak lazım ama iktisadi açıdan bakıldığında o nehir belki 100 belki 1000 kilometre sonra çorak topraklarda ince bir çaya dönüşebiliyor. Ve o ince çaydaki kısıtlı su üzerine kurulmuş yüzlerce binlerce hayatı besleyen kaynağı burada, nehrin gürül gürül aktığı yerde, suyu israf ederek yok ediyoruz. Görmüyoruz, ama çok büyük insan acıları üretiyoruz.
Bugün çöpe attığımız ekmekler küresel buğday fiyatlarını arttırıyor. Bu artış bize pek tesir etmiyor ama Afrika’da açlıkla boğuşan insanların gıda alımını büyük oranda etkiliyor (Sancar, 2019).
Dolayısı ile İslam ekonomisinin israf konusundaki tavrı çok net ve bu bilincin Müslüman toplumların zihinlerine eğitim ve farklı kampanyalar ile tekrar işlenme potansiyeli çok daha yüksek. Ancak bu konuda ciddi bir çalışma ve emek harcanmasına ihtiyaç var. Eğer bu emek konabilirse kim bilir belki de çok uzun olmayan süreler içerisinde Türkiye’nin ekonomik olarak gelişmiş ülke statüsüne yükselebilmesi için gerekli olan kaynaklar kendi iç bünyesinden sağlanabilir. Böylece cari açık kalıcı olarak Çin örneğinde olduğu gibi cari fazlaya dönüşerek katma değerli üretim için gerekli olan finansal temel, çok küçük maddi yatırımlarla israf konusundaki toplumsal bilincin İslam ekonomisi perspektifinden inşası ile mümkün hale gelir…
*https://dirlikvadisi.com/
KAYNAKÇA
Dünya Bankası, 2021.
Current account balance (% of GDP) – Turkey | Data (worldbank.org)
https://data.worldbank.org/indicator/BN.CAB.XOKA.GD.ZS?locations=TR Sancar, 2019.
https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/modern-zamanlarda-israf-kulturunun-iktisadi-analizi-h35569.html
TİSVA, 2021. 2020 Türkiye’de Sayilarla Israf Raporu-özet (tisva.net)