Eski çağlarda kahramanlar daha ziyade savaş meydanlarında ortaya çıkardı. Savaş meydanlarında tarihin kırılma noktalarında ortaya çıkan kahramanlar, hem savaşın, hem ülkelerin hem beldelerin geleceğini değiştirirlerdi.
Modern çağda artık ‘savaş meydanları kahramanları’ yerine, her türlü baskıya rağmen karakterlerinden, asaletlerinden, adaletlerinden taviz vermeden mesleklerini icra eden ve tarihe not düşecek kararlarını veren şahıslar modern çağın ‘meslek kahramanları’ olarak öne çıkıyorlar.
Biz bu yazımızda tarih kitaplarında karşımıza çıkan işte bu kahramanların bazılarından bahsedeceğiz.
1) Ömer Hilmi Efendi (1842-1889) (Sultan Abdülaziz Dönemi Fetva Emini)
10 Mayıs 1876 günü sabahın ilk ışıkları ile birlikte İstanbul’un merkezindeki Fatih, Süleymaniye ve Bayazıt medreseleri öğrencileri sokağa dökülerek yürüyüşe geçtiler. Öğrencilerin talepleri arasında, konuyla hiç ilgisi olmadığı halde, hükümetin değiştirilmesi vardı. Böylece Abdülaziz Han’a destek olabilecek kişiler hükümetten uzaklaştırılacak ve bir cunta hükümeti kurulacaktı.
Gösterinin yapıldığı saatlerde İngiliz savaş gemileri Ege’den hareket ederek Çanakkale boğazına kadar gelmişlerdi. Durumu gören Abdülaziz Han, darbecilerin isteklerini kabul etti ve sadrazamlık görevine Mütercim Rüşti Paşa, Ordular Başkumandanlığına Hüseyin Avni Paşa, Şurayı Devletin başına da Mithat Paşa getirildi. Böylece Hanlar Hanı Abdülaziz’i devirecek olan cunta hükümeti kurulmuş oluyordu.
Bu esnada Mithat Paşa, düzmece bir hal fetvası hazırlatmıştı. Ve 31 Mayıs 1876 tarihinde darbe sonrası Şeyhulislam yapılan Hayrullah efendi, Padişah Abdülaziz’in hal kararını onayladı.
İşte tam bu kritik aşamada Fetva Emini Ömer Hilmi Efendi tarih sahnesine çıkmıştır.
Ahmet Cevdet Paşa, Ömer Hilmi Efendi’den şöyle bahsediyor: Hayrullah Efendi bu fetvanın Fetvâhâne’deki defter-i mahsûsuna ber-mu‘tâd kayd olunmasını emr etdikde Baş-müsevvid bulunan merhum Ömer Hilmi Efendi, «Fetvâ- hanede tesmid olunmayan fetvaların kaydı usûlden değildir. Hem de bu fetvâ sakk ü sebki muvâfık-ı usûl değildir deyu kayd etmediğinden, Hayrullah Efendi, bir âteş-i gazab olup müte'âkıben Ömer Efendi’yi Fetvâhâne’den çıkardı. Lâkin bir genç fakîhin, böyle muhâtara vakitde bu mertebe metânet ü salâbeti herkese hayret verdi. Bu sûretle Ömer Efendi, beyne’l-enâm pek çok şöhret bulmuş ve Molla Bey’in meşîhatinde Fetvâ-emîni olmuşdur.(Cevdet Paşa,1980:233)
………
Ömer Hilmi Efendi Meşihat Arşivi’nde bulunan sicil dosyasında belirttiği üzere Karinâbâd’da doğmuştur ve hemen ardından babası Abdurrahman Efendi İstanbul’a taşınmıştır. 20 yaşlarında iken müderrisliğe başlamıştır. Karinâbâdîzâde Ömer Hilmi Efendi küçük yaşlardan itibaren ilim tahsil ederek, yirmi yaşında Fatih Câmii'nde ders okutmaya başlamıştır.
Bu ilk vazifesinden sonra ilmiye makamlarını hızlı bir şekilde çıkmıştır. İlmiye sınıfındaki vazifelerinin yanında devlet adamı olarak da önemli görevlerde bulunmuştur. Son olarak İstanbul Pâyesi ile Temyiz Mahkemesi’nde önce âza sonra reis olarak vazifelendirilmiştir.
Ömer Hilmi Efendi Mecelle heyetinde bulunduğu sırada gerçekleşen bir olay da şöyledir: Mecelle Cemiyeti’nin son içtimalarına Meclis-i Kebîr-i Maârif reisi meşhur usul hocası Büyük Ali Haydar Efendi de iştirak ediyordu. Ahmed Cevdet Paşa reis sıfatı ile işleri heyete tevzi ederken “Bizim aklımız ermez, tetkikini Ömer Hilmi Efendi Hazretlerinden rica edelim” diyerek bazı evrakları Ömer Hilmi Efendi’ye tevdi edermiş.
Ömer Hilmi Efendi’nin ne kadar büyük bir âlim ve fakih olduğunu Osman Nuri Ergin’in naklettiği bir anekdot da pekiştirmektedir. Hukuk Mektebi’nde Kitâbü’d-Diyât dersinin hocası olan Ömer Hilmi Efendi derslerine iştirak eden yabancı dili kuvvetli olan bir Ermeni öğrenci de bulunuyormuş. Yabancı dili sayesinde aynı konuyu Batılı hukuk kitaplarından da tetkik ederek derse gelen bu öğrenci, Ömer Hilmi Efendi’nin konuyu güzel bir şekilde anlatması üzerine İslâm Hukuku’nun tartışmasız bir şekilde akla ve mantığa daha uygun olduğunu ifade etmiş. Ayrıca diğer hukuk sistemlerinden çok daha üstün olduğunu anladığını ve İslâm Fıkhı’na hayranlığını dile getirmiş. Ardından İslâm dinini kabul ettiğini söylemiş ve Dâniş adını almıştır. (Bünyamin Bulutlu/http://nek.istanbul.edu.tr)
2) Cevher Ağa (Sultan II.Abdülhamit’in Başmusahibi)
İttihatçılar tarafından gerçekleştirilen 31 Mart (1909) Darbesi sonrasında tutuklanan Sultan II. Abdülhamit’e yakın birçok insanın arasında Cevher Ağa ve Nadir Ağa da vardı ve İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü’nün içerisinde bulunan “Bekir Ağa Bölüğü” denilen yerde tutulmuşlardı. Yıldız Sarayı’nda Sultan II. Abdülhamit’in gizli hazinesinin yerini (ki sarayın bahçesinde bir havuzun altında inşa edilmiş gizli bir mahzende saklanıyordu),Nadir Ağa, Nazik Eda ve Müşfika Kadın Efendiler ve birinci musahip Cevher Ağa’dan sonra bilen beşinci kişiydi.
Yıldız Sarayı talan edilip hazineye ulaşılamayınca birinci musahip Cevher Ağa sorgulanmış, ancak sadakat göstererek “velinimetimize ihanet etmeyeceğim” diyerek direnmiş, hazinenin yerini ifşa etmemiş, bunun üzerine idam edilmişti. (www.tesadernegi.org)
Müteakiben İttihatçılar tarafından hazine açılarak yağmalanmıştır.
…………..
Osmanlı siyasi tarihinde kendine mahsus bir yer edinmiş olan Cevher Ağa’nın, İstanbul’un yeni sayılabilecek ilçelerinden Ümraniye’nin tarihinde de önemli bir yeri vardır. Hacca gidiş tezkiresindeki kayıtlarda yer aldığına göre; Sultan İkinci Abdülhamid’in bu uzun boylu, ince yapılı, seyrek sakallı ve Arap asıllı Başmusahibi Cevher Ağa, 25 Rebîülevvel 1320 (2 Temmuz 1902) tarihinde Ümraniye’de vakfedilen arsa üzerinde, bugün de adıyla anılan bir cami-i şerîf, medrese ve su yollarıyla birlikte caminin karşısında bir çeşme yaptırmıştır. (dergi.diyanet.gov.tr/ Dr. Mustafa Küçük)
3) Ahmed Fevzi Paşa (d. 1871, Düzce - ö. 1947) (Osmanlı Devleti Generali)
I. Dünya Savaşında, 90 bin askerin bir macera ile şehit olduğu Sarıkamış Harekatı sırasında (1914) Ahmed Fevzi Paşa’nın emekli edilmesi İttihatçı Dr. Bahaeddin Şâkir’le yapılan fikir teâtîsi yüzünden vukû bulmuştur. Ahmed Fevzi, Ordu Kumandanı’nın sorduğu bir suâl üzerine, münâsib bir lisanla, askerî noktadan işlenmiş hataları dile getirmiş ve İttihatçı Doktor’un “Harb hakkındaki fikriniz nedir?” yollu sorusuna da şu cevâbı vermiştir:“
Fikrim şudur beyefendi: Düşmanın ilk tecâvüz günlerinde ve bilhassa ondan evvelki taşhîdât (askerî konuşlandırma) devrinde bâzı sevkülceyş hataları irtikâb edildi. Eğer bu hatalar meydan bulmamış olsaydı, Köprüköy ve Azab gibi iki meydan muhârebesini kazanmış olan ordumuz, bugün hiç olmazsa Sarıkamış meşeliğinde sırtını ısıtabilmek için kuvvetli bir ateş yakabilecek vaziyette olabilirdi. Bunu maatteessüf yapamadık.
Bu güne kadar kıtaatın gösterdiği gayret ve fedâkârlıkla istihsâli kaabil olan bu netîce, bu akşam, lüzûmsuz yere yaptığımız şu ric’at hareketiyle kaybedilmiş demektir. Bu gibi ahvâl temâdî (sürüp gider) ve tekerrür ederse, bu ordunun âkıbeti de Balkan ordusu âkıbetinden başka bir şey olmayacak diye korkuyorum…”
Hâfız Hakkı Paşa fikrini:“Yegâne maksadımız, Ruslar’ı, ters cephe ile muhârebeye mecbûr etmektir. Ruslar ric’ate muvaffak olurlarsa maksadımız kayboldu demektir. Ben, X. Kolordu ile, Sarıkamış’tan onların tepelerine ineceğim. Rusları mağlûb ettik mi, mahvettik demektir. Bunun aksi, bizim için de aynıdır. Kürdün dediği gibi: Ya herro ya merro” şeklinde ifâde etmiştir.
Bu fikrini, IX. Kolordu Kumandanı Ahmed Fevzi Paşa’ya da, harita üzerinde izâh etmiştir. O ise:“Bu manevra nazarî olarak gâyet mükemmeldir. Şu şartla ki, kolorduların ellerinizle haritada hareket ettiği gibi, seri ve emniyetle harekete muktedir olmaları şarttır. Halbuki bu mevsimde, hudud dağlarında seri hareket edebileceklerini zannetmiyorum.” demiştir (Aksun,2018:178-179
Bundan sonra da, yine bir sual üzerine “Harbe erken girildiğini” ifâde etmiştir. Doktor, Bahaeddin Şâkir İstanbul’a “Paşa’nın, netâyic-i harbiye hakkında bedbin (savaşın sonuçları hakkında kötümser)” olduğunu yazmış ve bundan iki gün sonra da Ahmed Fevzi Paşa, emekliye ayırılmıştır… Yerine 34. Fırka Kumandanı Mirliva İhsan Paşa tâyin edilmiştir. (Aksun,2018:175-176)
………..
4) Topçu Feriki Ali Rıza Paşa (1854-1921) (Osmanlı Devleti Generali)
Mondros Mütarekesinin ardından ülke işgal altındayken Ali Rıza Paşa 1920'de Meclis-i Âyan'ın Birinci Başkan Yardımcılığına getirilmiştir.İşte o günlerde Sevr Antlaşması'nı görüşmek üzere Padişah Sultan Vahdettin başkanlığında toplanan Saltanat Şurası tarihi toplantısını gerçekleştirmiştir.
Dönemin Maliye Nazırı ve aynı zamnada Saltanat Şurası üyesi olan M.Tevfik Biren, Ali Rıza Paşa’nın tarih sahnesine çıkışını şöyle anlatıyor: Ben bunları böylece zihnimden geçirmekte iken Padişah'ın birdenbire: "Kabul edenler ayağa kalksınlar! " diyerek anî bir şekilde yerinden doğrulması ve fikirlerine ziyadesiyle i'timad ettiğim eski Sadrazam İzzet Paşa gibi zevât da dâhil olduğu hâlde herkesin paldır küldür ayağa fırlamak suretiyle Padişah'a ittibâ etmesi, sanki orada öylece oturmak ayıpmış gibi, beni de bu eşhasa iltihaka sevketti.
Kendim de böylece ayağa kalktığım sırada Topçu Feriki Rıza Paşa'nın oturduğu yerden biraz kımıldandıktan sonra: "Ben müstenkifim." diyerek iskemlesine çöktüğünü gördüm.
Padişahla beraber ayağa kalkan cemaat tekrar yerine oturmuştu. Böylece Muahedenâmenin ekseriyetle kabulü takarrür etmiş oldu. (Biren,2006:428)
…………..
Ali Rıza Paşa Erzurum'da idadi okumuş, sonra 1880 yılında mühendishaneyi bitirmiştir. Almanya'ya gitmiş, dört yıl orada okumuştur. Dönüşte II. Abdülhamit'e yaver olmuş, bu arada Topçu Mektebi'nde Hassa Ordusu'nda öğretmenlik yapmıştır.
Topçuluğa ait çeşitli eserler yazmış, çeviriler yapmıştır. 1896 yılı Yunan Savaşı sırasında gösterdiği başarı üzerine Ferikliğe yükseltilmiş ve bir kılıç hediye edilmiştir. Boğazların savunulması için görevlendirilmiştir. Meşrutiyetin yeniden ilânından sonra Tophane ve Askerî Mektepler Nazırlığı'na getirilmiştir.
Tarihimizde bu anlamda başka isimsiz kahramanlar olduğu bir gerçektir. Bu vesile ile tarihin kırılma anlarında duruşlarını bozmayan bu kahramanları hürmetle anıyoruz.