OTORİTER DEVLETTEN ŞEFKAT DEVLETİNE


Hüseyin Yürük

Ülkelerin yönetim şekilleri,kağıt üzerinde cumhuriyet, demokrasi, krallık,sultanlık gibi uzantılarla yer alıyor. Bu uzantılar, kurucuların yönetme tercihlerini kağıt üzerinde gösteriyor. Ama bir devletin aslında nasıl bir idareye sahip olduğunu vatandaşıyla olan duygusal bağından ve özellikle felaket anlarındaki reflekslerinden anlayabilirsiniz. Mesela, ‘Devlet ve vatandaş arasında sahiden bir duygudaşlık bağı var mı?’ ölçütü bunlardan biri  olabilmektedir.

Ülkemizde cumhuriyet kurulduğu yıllarda uzantısı her ne kadar ‘demokrasi’ ve ‘cumhuriyet’ olarak ilan edilse de bu  iddia hep kağıt üzerinde kaldı. Türkiye 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ancak demokrasi ve cumhuriyet idarelerine merhaba diyebildi.

Bizdeki Cumhuriyet ve demokrasinin kalitesini şuradan anlayabilirsiniz: 1923'te Cumhuriyet kurulduktan sonra (yani yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra) 1946'da Türkiye'de çok partili bir seçim ancak yapılabildi.Bu seçim zabıta, jandarma ve polisinin kontrolünde “açık oy gizli sayım” şeklinde icra edildi.Dolayısıyla Demokrat Parti’ye kazandığı kadar değil, CHP iktidarının uygun gördüğü sayıda milletvekili ancak verildi.  

21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan ve ‘hileli seçim’ olarak dünya siyaset tarihine geçen bu seçimlerde; Demokrat Parti Yozgat Milletvekili olarak seçimlere giren Osman Bölükbaşı 93 bin oy aldığı halde onun oyları ondan alınıp (çalınıp) Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekiline verildi. Osman Bölükbaşı bu haksızlığa itiraz etti.Bu itirazının sonucu olarak ‘devletin hükmi şahsiyetine ve Cumhurbaşkanı İnönü’ye hakaret ettiği gerekçesiyle’ cezaevine girdi. Osman Bölükbaşı’nın kendi tabiriyle “TBMM'ye girmesi gereken kişi, cezaevine girdi” (Çaylak,2010:53)

Türkiye'deki demokrasi, işte bu ‘hisseli harikalar tiyatrosu’ndan ibaretti..

………………….

CHP İktidarı döneminde yaşanan depremler, rejimin otoriter yüzünü bütün çıplaklığıyla ortaya koyarken Ankara’nın ülkenin halkıyla bir gönül irtibatı olmadığı tam manasıyla ortaya çıkmış oluyordu.

1939 tarihinde gerçekleşen depremde Erzincan’a ulaşan demiryolu köprüsü yıkılmış, yardım ekipleri Erzincan’a ancak 28 Aralık günü ulaşmıştı. Bundan sonrasını eğitimci İrfan Işık şöyle anlatır: Dağlardaki kurtlar ovaya inmiş, ölüleri yiyorlardı.Yerleşim yerlerinde sağ ve sağlam kalanlar,ölüleri toplayıp ayakta kalmış bina duvarlarının dibine dizerek duvarı üstlerine yıkıyorlardı. Kurtlar bulup ölüleri yemesin diye” (Işık,2009).

Ülkenin yönetiminin halkının cesetlerini kurtlardan kurtarabilecek bir gücü ve acelesi yoktu o günlerde..

Halkla rejimin yabancılaşması o dereceye kadar varmıştı ki; Dönemin CHP Milletvekili İbrahim Arvas’ın sonradan itiraf ettiği üzere; “Devrin CHP iktidarı Erzincan depremi için Romanya’dan gelen kereste yardımıyla Ankara’da Saraçoğlu adıyla bir mahalle kurmuştu” (Arvas,1946:77).

CHP’lilerin ve Kemalistlerin bugünlerde bir ‘peri masalı olarak’ nostaljik anlatımlarına konu olan ‘Saraçoğlu Mahallesi’ Erzincanlı mağdurlara gelen inşaat malzemesinin Ankara’da yığınak yapılmış halidir aslında …

Dahası var….Dönemin CHP’li gazetecisi Emin Karakuş’un itirafına göre; “Erzincan Depremi mağdurlarına gelen yardımlar, Ankara jet sosyetesinin kadınlarına Kızılay tarafından satılmıştı” (Karakuş,1977:33).   

Otoriter rejim, yardım için gelen malzemelerin deprem bölgesine gitmesi için geçit vermeyecek bir vicdana sahipti o günlerde.

Prof.Dr. Hüsrev Hatemi çağdaşlık şampiyonluğu yapan CHP iktidarının  bu anlamdaki trajikomik halini şöyle anlatıyor: O yıllarda deprem olunca Kandilli Rasathanesi depremin şiddetini bildiremezdi. Cevap  “Depremin şiddetinden sismografın iğnesi kırıldı” olurdu (Hatemi,2010:177).

…………….

Aradan yıllar geçti. 6 Eylül 1975 tarihinde yerel saatle 12:20'de Diyarbakır'ın Lice ilçesi ve köylerinde 6,6 şiddetinde bir deprem oldu. Depremde 2.385 kişi öldü, 8149 bina hasar gördü.

1975 yılında Lice'de meydana gelen depremin ardından devletin yaptırmak için söz verdiği Lice afet konutları yaklaşık 30 yıl sonra bitirilebilmişti. Ancak bu konutları depremzedelerin torunlarına elektriksiz, susuz teslim etmek istedikleri için vatandaşlar bunları teslim almamışlardı.

Diyarbakır’da görev yapan bir bürokratın anlatımına göre; 2020 yılında dönemin Diyarbakır valisi Münir Karaloğlu'nun da katkısıyla bu 200 konut (hepsi 200 konut) elektrikleri, suları bağlanarak, depremin ardından yaklaşık 50 yıl sonra mağdurların torunlarına teslim edilebilmişti.

……………….

Aradan yıllar geçti. Bu kez 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03.02'de Kocaeli/Gölcük’de  büyüklüğü 7,8 şiddetinde bir deprem meydana geldi.

17 Ağustos depremi tüm Marmara Bölgesi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedildi. Resmî raporlara göre 17.480 ölüm, 23.781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayımlanan Meclis araştırması raporuna göre 18.373 kişi öldü. 48 bin 901 kişi ise yaralandı.

Dönemin CHP kökenli Başbakanı Bülent Ecevit’in yönetimindeki otoriter devlet bir kez daha yüzünü gösterdi. Devlet, mağdurlara yardım etmek yerine depremzedelere yardıma koşan dernek ve vakıflara karşı bir cadı avı başlattı. Onları takip etmeyi ve deprem bölgesinden uzaklaştırmayı kendisine görev bildi.

O günlerde bölgede yardım faaliyetinde bulunan Deniz Feneri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Recep Koçak yaşadıklarını şöyle anlatıyor: Hakyol Vakfı Kadıköy şubesinin Gölcük'te deprem mağdurlarına ulaştırdığı yardımlar, halkın gönlünde taht kuran vakıf idarecileri ve gönüllüler 28 Şubatçı kafaları rahatsız etmiş olmalı ki Hakyol Vakfı'nın çadırını kapatmışlardı.

Yeni Şafak Gazetesi Hakyol Vakfı çadırındaki lokomotif isim Metin Tavukçuoğlu'nun fedakarlıklarına dikkat çeken "Gölcük'te ikinci deprem" başlıklı bir haber/yorum yayınladı. O yazıya Akra FM'deki bir yayında yer verdiğimiz için 28 Şubatçılar RTÜK ve savcılık üzerinden radyomuza ceza kestiler.

Önce söz konusu yazıyı hatırlayalım: Gölcük Depremin merkez üssü Gölcük ilçesi Kaymakamı, depremzedelere yardım eden gönüllü kuruluşların tamamını ilçeden kovdu. Yardım çadırları polis zoruyla söktürülen Kavaklı sahilindeki Hakyol Vakfı aşevinden faydalanan depremzedeler, "İlk depremi 17 Ağustos gecesi, ikinci depremi de aşevimizin kaldırıldığı gün yaşadık." dediler.

Kendilerine hiçbir ayrım gözetmeden yardım edildiğini söyleyen depremzedeler, "Kimse bize dini propaganda da yapmadı. 'İrticacı' diye bellenip yardımı engellenenin gerçek hayırsever, engelleyenlerin bizim ölmemizi isteyenler olduğunu yaşayarak öğrendik." diye konuştular. Hakyol aşevinin kaldırılmasına direndikleri için 27 kişinin gözaltına alınmasından sonra depremzedeler, binlerce imza toplayıp aşevini geri istedi.

Kavaklı'da Kızılay'ın bulgur ve bol sulu patates yemeği kuyruğunda bekleyen 2 çocuk annesi Fatma Çuvalcı, "40 gün bizi Hakyol Vakfı aşevi doyurdu. Yemekleri tertemiz ve çok güzeldi. Hakyol varken de bir öğün Kızılay'dan yemek aldım. O yemekten sonra Oğuz'um (4) ve Yavuz'um (2) ishal oldular, hastanede serum taktılar. O zaman burada Hakyol'un sağlık çadırı da vardı, orada çocuğumu çok güzel tedavi ettiler. Şimdi Hakyol'un aşevini kaldırdılar, mecburen Kızılay'ın yemeğini yiyoruz Çocuklarım yine ishal olursa ne yaparım diye korkuyorum.Yüzlerce kişilik Kızılay yemek kuyruğunda, kovulana kadar yardımını gördükleri Hakyol'dan şikayetçi olan tek kişi, Kızılay ve devletin hizmetinden memnun bir kişi çıkmadı.

Depremin 2. gününden itibaren Gölcük'te can kurtaran, her gün 4 bin 500 kişiyi doyuran, sağlık hizmeti, giyecek, çadır, battaniye, şişe suyunu, 24 saat çay servisini hiçbir ayrım gözetmeden sağlayan Hakyol Vakfı'nın gönderilip, sadece 'ishal yapan' 2 çeşit yemeği 100'er gramlık plastik tabaklarda veren Kızılay'a mahkum edilmeleri depremzedeleri çileden çıkardı. (Koçak,2022:26-28)

17 Ağustos Depremi sonrası bölgede faaliyet gösteren ‘Sağlık Vakfı’ gönüllü doktorlarından biri olan Dr. Selahaddin Semiz de  yaşadığı trajikomik bir olayı şöyle anlattı: 1999 yılında deprem bölgesinde Gölcük'te çalışırken bölgeye gelen ve daha önce depremle ilgili hiçbir faaliyet üretmeyen devlet yetkilileri, sivil toplum kuruluşlarına “Çadırlarınızın üzerindeki isimlerinizi gösteren afişleri kaldırın. Ayrıca her çadıra birer Atatürk resmi koyun” diye bir emir dayatmışlardı. O kadar ısrarcı olmuşlardı ki bir vakıf görevlisi yıkılmış bir okuldan Atatürk resmini getirip çadıra asmak zorunda kalmıştı.”

Devlet,depremzede vatandaşına yardım çadırı kurmak yerine, statükoyu ayakta tutmak üzere Atatürk resimli çadırlar kurmak peşinde.. Yaşanan olay, zorba devletin 9 şiddetindeki halini gösteren bir vesika olsa gerek

……………………..

Aradan yıllar geçti. 6 Şubat 2023'te dokuz saat arayla meydana gelen, merkez üsleri sırasıyla Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan, 7,8 Mw  ve 7,5 Mw  büyüklüklerindeki iki deprem  sonucunda resmî rakamlara göre en az 50 bin 783 kişi hayatını kaybetti. Toplam 122 binden fazla kişi ise yaralandı..

Öncekilerden farklı olarak bu kez iktidarda bir ‘otoriter devlet’ değil, bir ‘şefkat devleti’ vardı.

Depremden sonra Nisan ayında bölgeden son durumu duyuran Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep Nurdağı’nda depremzedeler için yapılan akıllı köy evlerini sahiplerine teslim etti. 6 Şubat depremlerinden 15 gün sonra temellerin atıldığını hatırlatan Erdoğan, “Tespitlerimiz doğrultusunda deprem bölgesinde 507 bini konut ve 143 bini köy evi olmak üzere 650 bin yeni yuva yapıyoruz. Bunlardan 319 binini 1 yıl içinde teslim ederek şehirlerimizi ayağa kaldırmayı planlıyoruz.” dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki de Haziran ayında şu açıklamayı yaptı: "Depremden etkilenen 11 ilde afet konutlarımız hızla yükseliyor. İnşallah söz verdiğimiz gibi 300 binden fazla konutu bir yıl içinde, ondan sonra 1,5 ve 2 yıla kalmadan da diğer bütün konutları bitirip herkesi evlerine kavuşturacağız.”  Dedi.

Deprem mağdurlarının torunlarına 50 yıl sonra ev teslim eden otoriter devletten, 1 yıl sonra 300 bin konutu  teslim eden şefkat devletine geldik elhamdüllilah…

Güncel Haberler