KUVAYI MİLLİYE KAHRAMANI REFET BELE: ZİRVEDEN NİSYANA….


Özgeçmiş: 1881'de Selanik'te doğdu. 26 Aralık 1898'de Harp Okulundan Piyade Teğmen rütbesiyle mezun olarak 3'üncü Ordu emrine verildi. 29 Aralık 1903'te Üsteğmenliğe yükseltilerek Redif 107'nci Alaya atandı. 12 Ocak 1904'te Selanik Merkez Jandarma Taburunun Vodine Bölüğüne nakledildi. 10 Şubat 1906'da Yüzbaşı oldu. Ekim 1909'da Harp Akademisine başladı.

1912 Haziranında Trablusgarp, 16 Eylülde de Balkan Savaşı'na katıldı. 7 Ocak 1913'te Binbaşılığa yükseltildi. 5 Eylül 1913'te Edirne Jandarma Alay Komutanlığına atandı. 30 Aralık 1913'te Alman Askeri Islah Heyeti Kurmayına verildi. 5 Şubat 1914'te 2'nci Ordu Müfettişliği Kurmayına nakledildi.

3 Ağustos 1914'te Birinci Dünya Savaşı seferberliğinde 4'üncü Ordu Haber Alma Şubesi Müdürü oldu. 28 Şubat 1915'te Yarbaylığa yükseltilerek 10'uncu Tümen Kumandanlığına tayin edildi. 30 Aralık'ta 3'üncü Tümen Komutanı olarak görevlendirildi. 13 Aralık 1916'da Albaylığa yükseltildi ve 53'üncü Tümen Komutanlığına atandı. 9 Ekim 1917'de 22'nci Kolordu Komutanı oldu. 17 Ekim 1918'de Jandarma Genel Komutanlığına getirildi. 17 Mayıs 1919'da 3'üncü Kolordu Komutanlığı görevi İstanbul'dan ayrılarak Mustafa Kemal Paşa ile birlikte 19 Mayısta Samsun'a geldi.

23 Ekim 1919'da Heyeti Temsiliye tarafından Batı Anadolu'daki durumu yerinde görmek ve Komutanlar arasında birliği sağlamak üzere görevlendirildi. 10 Aralık 1919'da Nazilli'de Aydın Kuvayı Milliye Komutanlığını üstlendi. 18 Ağustos'ta Ankara'ya geldi ve İzmir Milletvekili olarak TBMM'nin Genel Kuruluna takdim edildi. 6 Eylül 1920'de Dahiliye Vekilliğine seçildi.

9 Kasım 1920'de Güney Cephesi Komutanlığına atandı. 10 Ocak 1921'de Tümgeneralliğe yükseltildi. 5 Mayısta Cepheden ayrıldı. 30 Haziran 1921'de ikinci defa Dahiliye Vekilliğine seçildi. Mustafa Kemal Paşanın Başkumandan olduğu 5 Ağustos 1921'de Milli Müdafaa Vekâletine getirildi. 10 Ocak 1922'de Milli Müdafaa Vekâletinden çekildi.

II. Dönem (11.08.1923 -26.06.1927) için yapılan seçimlerde İstanbul Milletvekili seçildi. 16 Aralık 1922'de Trakya Komutanlığını üstlendi. 8 Ekim 1923'te Komutanlığın kaldırılmasıyla Meclisteki görevine döndü. 9 Kasım 1924'te Halk Fırkasından istifa etti. 17 Kasım'da kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. 1 Kasım 1926'da milletvekilliğinden istifa etti. 8 Aralık 1926'da kendi isteğiyle askerlikten emekliye ayrıldı.

V. Dönemde (01.03.1935 - 27.01.1939) İstanbul'dan milletvekili seçilerek yeniden Parlamentoya girdi. VI, VII, ve III. Dönemlerde de İstanbul Milletvekili seçilerek TBMM'deki yerini 1950'ye kadar korudu. 8 Nisan 1950'de Beyrut'taki Birleşmiş Milletler Ortadoğu Filistin Mültecilerine Yardım ve Bayındırlık Ajansı Türkiye Delegeliğine atandı. 22 Şubat 1961'de bu görevden ayrıldı.2 Ekim 1963'te İstanbul'da vefat etti.(www.msb.gov.tr) 

Zirve Günleri

Dönemin şahitleri, Refet Paşa’nın zirve günlerini şöyle anlatıyor: Ali Fuat Cebesoy Paşa ondan şöyle bahsediyor:(…..) Ertesi günü, İstanbul tekrar heyecanlı tezahürata sahne olmuştu. Refet Paşa’nın maiyet Jandarma bölüğü Sirkeci’de karaya çıkmış, alkışlar ve yaşa millî ordu, avazeleri arasında Sultanahmet Meydanına doğru yürümüştü. Cuma namazı çok kalabalık bir cemaat ile Ayasofya Camii’nde kılınmış, cemaatin gösterdiği arzu üzerine Refet Paşa müezzin mahfiline çıkarak bir hitabede bulunmuş, hem cemaati ağlatmış ve hem de kendisi ağlamıştı.(Cebesoy,2007:156).

Necip Fazıl Kısakürek, Refet Bele’den şöyle bahsediyor: Refet (Bele) Paşa Ankara’nın fevkalade mümessil ve murahhası olarak İstanbul’a gelmiş ve misli masallarda görülmedik bir kucaklanışla karşılanmıştı. Yedisinden yetmişine, hayır, henüz doğanından ölmek üzere bulunanına kadar bütün İstanbul sokaklarda Paşa’nın geçeceği yollarda…

Zayıf vücudu, zarif edası, incecik astragan kalpağı ve gayet güzel kesilip biçilmiş çizmeleri ile Rafet paşa arabasında doğrulmuş göklerin tavanını zangırtatan şu halk çığlığını dinliyor: -Yaşa paşa.. Vatan kurtarıcılarına selam…

İstiklal Savaşı zaferinin halkta uyandırdığı ilk duygu…..

Paşa, Zeynep hanım konağına (Darulfünun’a) geldi.Gençliğin omuzları üstünde yukarı salona çıkarıldı ve yüzlerce talebe hoca ve alakalıya karşı tantanalı bir nutuk çekti. Bu nutka her şeye ilk veya son demde sahip çıkmayı bilen dönme profesörlerden Müslihuddin Adil de yayvan ağzı ve iki tarafa bir öğütme makinesi şeklinde çaprazvari gidip gelen çenesi ile aynı parlaklıkta bir cevap verdi.

Rafet Paşa elinde bir Alman Mecmuası bağırıp duruyor, “Bakın şu mecmua ne yazıyor? Zaferin peşinden Anadolu hükümeti kısa zamanda cumhuriyeti ilan edecekmiş. Bu gidişin varacağı nokta burasıymış. Asla asla… Efendiler milli hükümet ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin asla böyle bir niyeti yoktur.”

İşler daima böyle başlar ve bilindiği gibi biter. Üç sene sonra artık gözden düşmüş Rafet Paşa’nın Ankara İstanbul arası bana trende neler anlatacağını göreceksiniz (Kısakürek,1987:52).

Nisyan Günleri

(…..) İşimi bitirip dönerken de trende Rafet Paşa ile karşılaştım. Yalnız ikimizin bulunduğu eski ve kırmızı kadifeli birinci mevkide o günlerde bazı arkadaşlarıyla muhalefete geçmiş olan Paşa bana içini döktü:  İstanbul’da nasıl karşılandığımı bilirsiniz. Şu varmak üzere bulunduğumuz Eskişehir’de beni bekleyen askeri kıtalar nerede şimdi? (Kısakürek,1987:59-60).

Samet Ağaoğlu Ondan şöyle bahsediyor: Refet Paşa [Bele]. Milli mücadelenin yedi başından biri. Rauf Bey o yaz içinde şehre, istasyonda bir yere taşındı, yerine Refet Paşa geldi. Çizmelerinin parlaklığı, ince yüzü, sivri çenesi, gözlerinden taşan yarı alaylı ışıklar boyunu uzatıyorlardı adeta. Ankara'nın İstanbul'da temsilcisi olmak üzere hareket ettiği sabahı hatırlıyorum şimdi. Topçu İhsan'ın [Eryavuz] evinin yanındaki yolda rastladık.

Babamla İhsan Bey'i görünce otomobilini durdurarak indi. Duruşu her zamankinden çok daha gururlu, el uzatışı, başını arkaya doğru iterek bakışı her günkünden çok daha nazlıydı. İstanbul'a ikinci Fatih olarak girmeye hazırlandığını anlamak güç değildi. Açık arabasına sıçrayarak bindi.

Refet Paşa askerdi, kavga adamı değil. Savaş meydanlarının ötesinde, politikada veya başka alanda kendisine yüksekten bakanlara, milli mücadelenin Refet Paşa'sı olduğunu hatırlayamayanlara, hatırlamadıklarını sandıklarına sadece arkasını dönerek uzaklaşıyordu.

Önemi başkaları için az, bu bakımdan siyasi hatıralarımda yer alamayacak bir hikayeyi Refet Paşa'nın bu tarafına örnek olarak yazayım.

1959'da Başbakanı görmek istedi. Cevap gecikti. Ankara Palas'ta bana rastladığı bir gün, bundan şikâyet etti. Başbakanın işlerinin o sıralarda çokluğunu, hatta sıkışıklığını biliyordum. Bir gün daha beklemesini rica ederek başbakanlık özel kalemine not yazdırdım. Bir saat sonra, ertesi gün beklendiğini, saatinin sabah bildirileceğini söylediler, paşaya haber verdim.

O akşam beraber birkaç saat oturduk. İki gün sonra Ankara Palas'ın holünde rastladım. Yanında bavulları duruyordu. Beni görünce yanıma geldi, yüzü asık, kaşları çatıktı. Elimi tutarak yavaş yavaş şunları söyledi: "Çağırılmadım. Şimdi İstanbul’a gidiyorum. Sizinki benim Refet Paşa olduğumu unuttu galiba!"

Ne diyebilirdim. Başbakanlıktan ertesi sabah aramışlar. Paşa o saatte Haydarpaşa'da trenden iniyordu hâlbuki. Refet Paşa, bu satırları yazdığım günden iki ay önce öldü. Gazeteler, hem de İstanbul gazeteleri beşinci, altıncı dereceden bir haber olarak yazdılar bunu. Sönük, silik bir cenaze merasimi, iki üç yüz insan ya bulundu, ya bulunmadı. Milli mücadelenin yedi parlak yıldızından biri, ismi bir aralık İstanbul halkının dilinde efsaneleşmiş insan, böyle kimse farkına bile varmadan unutulmanın karanlıklarına karışıp gitti.”

Güncel Haberler