Mustafa Özcan
Abdulkadir Han hilafsız Cinnah’dan sonra Pakistan’ın ikinci milli kahramanı haline gelmiştir. Pakistan’da kimse onunla aşık atamazdı. İstihbarat kökenli Hamid Gül ile birlikte Abdulkadir Han milli şahsiyetlerden sayılıyor. Abdulkadir Han’ın Ziya ul Hak döneminde yıldızı parladı. Nükleer faaliyetleri esasında Zülfikar Ali Butto başlatmıştı. Abdulkadir Han ile ilk bağlantıyı kuran da o olmuştur. Zira Pakistan’ın milli hasmı Hindistan, 1974 yılında nükleer denemeler yaparak nükleer kulübe girmişti. Nükleer Hindistan’ın gölgesinde, karşısında Pakistan’ın geleceği olamazdı. En azından Abdulkadir Han böyle düşünüyor ve inanıyordu.
Pakistan gibi İslâm alemi de hiçbir kulüpte görünmüyor, yer almıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nde adı anılmıyor, temsil edilmiyordu. Beş büyüklerden Çin hariç dört Hristiyan kökenli ülke, Güvenlik Konseyi’ndeki bütün postları kapmışlardı. Soğuk Savaş bitmiş ama BM çatısında yeni bir düzenlemeye gidilmemişti. Yine yasal olarak bu ülkeler nükleer kulüpte yer alıyorlardı. İslâm aleminden ise hiçbir ülke bu kulüplerde veya birinde olsun görünmüyor, temsil edilmiyordu. Bu durumda İslâm alemi ‘tekelistan’ı nasıl kıracaktı? İşte Ziya ul Hak ve Nevaz Şerif ile birlikte Pakistan atom bombasının babası Abdulkadir Han, ülkenin makus talihini yenmişler; Pakistan üzerinden İslâm alemini gayri resmi de olsa nükleer kulübe sokmuşlardı. Bu açıdan Abdulkadir Han milli kahraman olduğu kadar aynı zamanda ümmetin de kahramanı olmuştur. Hindistan’ın nükleer kulübe girmesinden tam 24 yıl sonra Pakistan da nükleer kulübe girmiştir. Pakistan’ın nükleer denemesi Keşmir’de patlak veren Kargil Krizi’nin gölgesine denk gelmişti. Bu krizde ve ardından Nevaz Şerif ile birlikte Abdulkadir Han da darbeci Müşerref’in hışmına uğramışlardı. Müşerref bu milli kahramanı aşağılamış ve nükleer faaliyetlerin yayılmasında etkinlik gösterdiğini ve haydut gibi hareket ettiğini söylemiştir! Ardından 2004 ile 2009 yılları arasında göz veya ev hapsine alınmış ve hayatının kalanı denetim altında geçmiştir. En son 26 Ağustos tarihinde yatırıldığı askeri hastanede Covid 19 illetinden kurtulsa da bu defa akciğer rahatsızlığı teşhisiyle mahalli bir hastaneye kaldırılmış ve burada 10 Ekim 2021 tarihinde son nefesini vermiştir.
Nükleer cihatçılar!
Batıllar cihat ve cihada müteallik her konuda çuvallarlar zira öğrenmeye değil mahkûm etmeye odaklılar. Cihat konusunda her şeyi yanlış anlıyorlar. Cihat çok katmanlı bir misyon olmasına rağmen Batılılar bunu tahrif ederek kutsal savaş anlamına irca ediyor ve indirgiyorlar. Halbuki cihat kital boyutuyla sınırlı değildir. Hazreti Peygamber’in buyurduğu gibi çocuğun annesine ve babasına hizmet etmesi bile cihat kapsamında değerlendirilmiştir. Cihadın boyutlarından birisi de elbette gerektiğinde ülkenin ve İslâm’ın sınırlarını silahlı silahsız (hifafen ve sikalen) savunmaktır. Bunun bir de iç boyutu vardır ve mutasavvıflar bu boyutun üzerinde durmuşlardır. Nefsi tezkiye. Toplumu tezkiye, cihadın boyutlarından birisidir ve buna “emri bi’l maruf ve nehyi ani’l münker” denilmiştir. Ferdi zeminde ve enfüsi dairede ise nefsi tezkiye etmek de mücahededir yani iç cihattır. Bir de düşmanın saldırganlığını bertaraf etme, durdurma boyutunda dış cihat veya kital vardır. Garazkâr gayrimüslimler bu boyutları birbiriyle karıştırıyorlar ve kolaylarına geldiği şekilde işliyor ve cihada kutsal savaş anlamı yüklüyor, giydiriyor ve buna indirgiyorlar. Cihadın gaye ve maksatlarından birisi de fitne ortamını ortadan kaldırmak ve toplumlar için safa hâlini tesis ve temin etmektir.
Abdulkadir Han hakkında da nükleer cihatçı yaftası yakıştırılmıştır. Batı’da Han ve nükleer faaliyetleri hakkında birçok kitap yazılmış ve üç kitap ise diğerlerinden daha fazla tanınmıştır.
Kitaplardan ilki, Douglas Frantz ve Catherine Collins’in ortaklaşa kaleme aldıkları The Nuclear Jihadist: TheTrue Story of Man Who Sold the World’s Dangerous Secrets unvanlı kitaptır. Nükleer Cihatçılar: Dünyanın En Gizli Sırlarını Satan Adamın Gerçek Hikayesi anlamına gelmektedir. Belli ki kitap ideolojik olarak peşin hükümlü ve ön fikirli bir kitaptır. Amerikalıların Japonya’ya attıkları nükleer silahlara kimse Hristiyan bombası demiyor. Başkaları demese de belki de kendileri övünç babından bu terimi kullanıyor olabilirler. Keza kimse İsrail bombasına Musevilik bombası demiyor. Hindistan bombalarına da kimse Hindu bombası demiyor. Öyleyse sıra Pakistan’a gelince bu yakıştırmanın hikmetini nasıl anlamalıyız? Bu ve benzeri kitapları yazanların İslâm’dan başka düşmanları olmadığı anlaşılıyor. Bu da bizi Nebil Halife’nin ‘Sünniler Hedefte’ adlı kitabın muhtevasına götürüyor. Müslümanlara düşmanlık temelsiz değil. 21’inci yüzyılı hem siyaseten hem de değerler üzerinden Müslümanlar inşa edecek. İkinci olarak yeraltı kaynaklarının yüzde 61’i Müslüman topraklar üzerinde bulunuyor. Dünyanın merkezini yine Müslümanlar işgal ediyor. Bütün bunlar potansiyel rakiplerini ve ilgili güçleri tedirgin ediyor.
Bu seride ikinci kitap ise Adrian Levy ve Catherine Scott-Clark’ın ortaklaşa kaleme aldıkları: Deception: Pakistan, the United States, and the Secret Trade in Nuclear Weapons başlığını taşımaktadır. Algı: Pakistan, ABD ve nükleer silahlar üzerine gizli ticaret anlamına gelmektedir.
Üçüncü kitap ise şu başlığı taşımaktadır: David Armstrong and Joseph J. Trento: America and Islamic Bomb: The Deadly Compromise. Amerika ve İslâm bombası. Ölümcül uzlaşma/muvazaa!
Bu kitaplarda bazı Amerikan idarelerinin Pakistan’ın nükleer faaliyetlerine gözlerini kapattığı, göz yumdukları ve bu zeminde Pakistan’ın nükleer güç olduğu iddia ediliyor. Halbuki Ziya ul Hak gibiler hem Afganistan hem de nükleer faaliyetler gergefinde öldürülmüşlerdir. Yine bu kitaplarda Batılıların Pakistan’ın nükleer silahlar elde etmesinden ziyade nükleer sırların öteye beriye saçılmasından ve üçüncü ülkelerin eline geçmesinden endişeli olduklarını seziliyor, ortaya çıkıyor. Kitaplardan anlaşıldığına göre, ABD Pakistan’ın nükleer faaliyetlerine göz yummuştur ikinci kademede ise nükleer sırların yayılması noktasında Pakistan devleti Abdulkadir Han’ı denetlememiştir. O da Abdulkadir Han’a göz yummuştur. Kitaplarda işlenen tezler bunlar.
Abdulkadir Han ile Pakistan’ın yükselişi
Abdulkadir Han, haklı olarak ülkesinde kahraman olduğu kadar İslâm aleminde de kahraman olarak karşılanmıştır. İslâm aleminin eğik başını dik tutmuş ve yukarıya kaldırmıştır. İslâm alemini nükleer kulübe sokmuştur. Bu nedenle de George W. Bush döneminde, 2004 yılında İslâm dünyasının nükleer tekeli kırması için yaptığı çalışma ve gösterdiği çabalardan ötürü CIA elemanları tarafından istintaka tabi tutulmuştur, sorgulanmıştır. Abdülkadir Han’ın amacı İslâm aleminin nükleer silahlar geliştirerek bu alanda tekelin kırılması ve nükleer çeşitliliğin sağlanması ve İslâm dünyasının bu suretle kendi iradesine sahip olabilmesini ve kararlarını kendisinin verebilmesini sağlamaktı. Batılı çevreler Han’ın İran, Kuzey Kore ile birlikte Libya’ya nükleer bilgi ve malzeme sızdırdığına, aktardığına inanıyor. Muammer Kaddafi 2003 yılında nükleer faaliyetlerden vazgeçerek nükleer tesislerini anahtar teslimi Batı’ya devretmiştir. Onunki bir irade değil bir hevesti. Gelip geçti. İran ise şimdi zenginleştirilmiş uranyum seviyesini yüzde 20’ye isal ettiğini duyurmuştur. Abdulkadir Han Müşerref tarafından aşağılanırken, haydut muamelesine maruz kalırken Müşerref de dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage tarafından aşağılanmıştır. Armitage, Pakistan’ ı taş çağına döndürmekle tehdit etmiştir.
Korku dengesini kurabilmek
Nükleer silahlar elde etmenin amacı bunları kullanmaktan ziyade korku dengesini inşa edebilmektir. Bu yolla dengeyi ve barışı sağlamaktı. Soğuk Savaş korku ve nükleer denge üzerinden bunu temlin etmiştir. SSCB’nin de nükleer tersane elde etmesiyle birlikte Soğuk Savaş döneminde korku dengesi sağlanmış ve böylece savaş baltaları gömülmüş veya kınına sokulmuştur. İslâm alemi ise Batı ve dünya karşısında savunmasızdır. Tek yanlı kırılganlığı ortadan kaldırmak için caydırıcılığa ihtiyaç vardır. Tartışmalı olan husus nükleer silahlar edinmek değil bunları kullanmaktır. Saldırı pozisyonunda değil de savunma pozisyonunda kullanılabilir mi? Bunlar cevap arayan sorular. Yalnız tedafü yani savuşturma anlamında bu silahlar temel bir işlev görmektedir. Bununla birlikte Yunus Çengel gibi bazı ilim adamları içimizde Batı namına anti nükleer propaganda yapıyorlar. Batı’ya caiz olanın İslâm alemine caiz olmadığı anlamına gelen sözler sarf ediyorlar. Batı’yı ahlaka davet etmeden İslâm âlemini misillemeden kaçınmaya çağırıyorlar!
Hindistan’dan Pakistan’a
1936 yılında Hindistan’ın Bhopal (Bopal) kentinde dünyaya gelmiştir. Burası Bhopal Emiri olarak da ünlenen ehli hadis ekolünden Sıddık Hasan Han ile anılmaktadır. Babası Abdulgaffur Han müderris iken 1935 yılında emekli olmuştur. Babasından eğitim alsa da onun üzerinde asıl büyük etki ve emek dindar annesine aittir. Abdulkadir Han da annesinden etkilenerek dindar ve namazına, ibadetlerine düşkün birisi olarak yetişmiştir. Annesi Zeliha Begüm Han, namazında niyazında saliha bir kadındır. Annesi namazının niyazının yanında Farsça ve Urducayı iyi bilen kadınlardan birisidir. Bhopal’da Hamidiye Lisesi’nde okudu ve 1952 tarihinde yeni kurulan (1947) ve Hindistan’dan ayrılan Pakistan’a göç etti. Bhopal’da kalan babası ise 1957 yılında vefat etmiştir. 1960 yılında Karaçi Üniversitesi’nin metalürji bölümünü bitirmiştir. Yüksek eğitimini Batı Almanya, Hollanda ve Belçika’da ikmal etmiştir. Han, 1972’de Belçika’daki Katolik Üniversitesi’nden Metalürji Mühendisliği dalında doktora derecesi elde etti.
1972 yılından itibaren bir süre Almanya, ABD ve Hollanda tarafından desteklenen araştırma kurumu URENCO (FDO)’da madencilik alanında çalıştı. Kurum santrifüj sistemi (Centrifuge system) üzerinden Avrupa için nükleer silah üretimine katkı sağlıyordu. Madenle ilgili olarak FDO projesi bazı aksaklıklar, sıkıntılar yaşıyordu ve bunları çözmek Abdulkadir Han’a düşüyordu. Aranan bir nükleer fizik mühendisi olmuştu. Abdulkadir Han göz dolduruyordu. 1974 yılında Hindistan ilk nükleer denemesini yaptığında Abdulkadir Han bu alanda parmakla gösterilen ilim adamlarından birisiydi ve ilgili kurumların mahrem bölümlerine girebiliyordu. Hindistan nükleer silah ürettiğinde Abdulkadir Han, Zülfikar Ali Butto’ya bir mektup yazarak Pakistan’ın bağımsız bir devlet kalabilmesi için nükleer araştırmaları amaçlayan bir merkez kurmasının elzem olduğunu ifade etmiştir.
Bu mektubun akabinde Butto, ivedilikle Han’ı Pakistan’a davet etmiş ve geldiğinde de bir daha Hollanda’ya dönmemesini istemiştir. 1975 ve 1976 senesinde Han kesin bir biçimde Hollanda’yı terk etmiştir.
Kahuta Nükleer Tesisleri
Kahuta Nükleer Merkezi’nde çalışmış ve faaliyetlerini buradan sürdürmüş ve Ziya ul Hak milli güvenliğine hizmetlerinden dolayı merkezi, Abdulkadir Han adına yeniden düzenlemiştir. Burada zenginleştirilmiş uranyum üretilmeye başlanmıştır. Abdulkadir Han 20 yılda alınacak mesafeyi, Kahuta Nükleer Santrali’nde 6 yılda tamamlamıştır. Abdulkadir Han başarılarının sırrını, gizlilik prensibine son derece sıkı sıkıya bağlı kalmaya yormuştur. Nükleer tesisler veya reaktör gözlerden ırak Kahuta şehrinde faaliyete geçirilmiştir. Abdulkadir Han başarılarını Allah’ın inayeti ve devletin ileri teknoloji alanındaki arzu ve ilgisine bağlamıştır. Dünya, iplik iğnesi bile üretemeyen Pakistan gibi bir ülkenin nasıl olup da bu kadar ileri teknolojiye erişebildiğine akıl sır erdirememiş ve şaşırıp kalmıştır.
Benazır Butto, Kahuta Nükleer Santrali’ni ziyaret etmesine kendisine bile izin verilmediğini kaydetmiştir, Abdulkadir Han eski bağlantılarını kullanarak nükleer tesisler için gerekli olan malzeme ve ekipmanı temin etmiştir. Lakin daha sonra Pakistan’ın nükleer güç olma peşinde yürüdüğü anlaşılınca baskılar tavan yapmıştır. Kapılar birer ikişer yüzüne kapanmaya başlamıştır. 1985 yılında Hollanda’da gıyabında gizli nükleer sırları çalma iddiasıyla dava açılmış ve 4 yıla mahkûm edilmiştir. Lakin istinaf mahkemesi duruşmalarında 6 bilim adam Abdulkadir Han’ın sahasını aklamışlar ve elindeki nükleer dokümanların veya bilgilerin açık dergi ve mecmualardan sağlandığını ortaya koymuşlardır.
1998 yılında nükleer deneme sonucu Cinnah’dan sonra Abdulkadir Han Pakistan’ın ikinci sembolü ve milli kahramanı haline gelmiştir. Basın da ona ‘İslâm atom bombasının babası’ lakabına uygun görmüştür. Uluslararası çapta 150 kadar ilmi makalesi yayınlanmıştır. 1989 yılında Hilal İmtiyaz Madalyası ile taltif edilmiştir. 1996 yılında ise Pakistan devletinin en yüksek sivil madalyası olan “İmtiyaz Nişanı”nı elde etmiştir.
85 yaşında vefat eden Abdulkadir Han’ın ardından Pakistan yasa boğulmuştur. Ülkesini yenilmezliğe taşıyan Abdulkadir Han, Faysal Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra H-8 Mezarlığı’na defnedilmiştir. Hayatta iken Pakistan halkının gönüllerinde taht kuran Abdulkadir Han vefat ettikten sonra da ülke halkının gönüllerine gömülmüştür. Kendisini ülkesine adayan bu adam, ülkesini uluslararası arenada parya ülke olma statüsünden kurtarmış ve başını eğilmez kılmıştır.
Allah rahmet etsin…
Kaynak: www.dunyabizim.com