Tarih felsefesinin kurucusu sayılan ve kitapları Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan İbni Haldun, kendi dönemine kadar olan 150 devleti incelemiş, bu devletlerin yükselme ve yozlaşma sebeplerini ayrıntılarıyla ortaya koymuştur.Halkın ya da tebanın dertlerinin dinlenilmesi ve bunlarla yakından ilgilenilmesi, İbni Haldun’a göre bir devletin yükselme dönemi alametlerinin başında gelmektedir.Konforlu hayat gibi dünyevi zevklerin fetiş haline getirilerek bunların peşine düşülmesi, halkın dertleriyle ilgilenilmemesi ise bir devletin artık tarih sahnesinden yolcu olduğunun alametlerinden biridir.
Sahabe döneminden başlayarak Türk İslam Devlet geleneğinde yerini almış halkın dert ve şikayetlerinin dinlenilip bunlarla ilgilenilmesi tarih boyunca çeşitli misallere kendini göstermiştir.
Bu güzel örneklerin bazılarına birlikte bakalım:
Arnold Toynbee, Samanoğulları Hanedanlığı’nın şikayet dinleme uygulamasından şöyle bahsediyor: Bugün Sovyet Orta Asyası,Kuzeydoğu İran ve Kuzeybatı Afganistan’ı kapsayan geniş bölgeleri M.S. 874’den 999’a kadar hakimiyetinde bulunduran Samanoğulları Hanedanlığı’nın elinde bulunan topraklar; Sümer, Roma veya Ortaçağ Batı Avrupası'ndaki en büyük şehir devletinden çok daha geniş ve yoğun nüfusluydu. Buna karşılık ama Samanoğulları Hanedanlığı’nın ikinci veliahdı olan İsmail bin Ahmed sabah namazı vaktinden sonra kendisiyle görüşmek isteyen tebaasından herhangi birinin şahsi maruzatını dinlemek üzere halka açık bir yerde mutat olarak at sırtında otururdu.Bu görüşmelerde Samani idareci, hem adalet dağıtma iradesine, hem de iktidara sahip olduğunun gözle görülür bir ifadesi olarak tam takım zırh ve silahla halkın karşısına çıkardı. Nizamülmülk Siyasetname'sinde bu manzarayı canlı bir şekilde tasvir etmiştir.Samani idareci, tebasının her zaman kendisine ulaşabilmesi için, Orta Asya kışının dondurucu soğuğu ve karına bile meydan okuyordu.Bu ağır fiziksel meşakkate gönül rızasıyla katlanıyordu.Çünkü hem kendisinin hem tebaasının gözünde ulaşılabilir olmak bir hükümdarın temel göreviydi.Layıkıyla övülen bu uygulama, Hanedanlığın çöküşüne kadar devam etti. (Toynbee,2005:438)
Prof.Dr Kemal Karpat, bu geleneğin Osmanlı Devletindeki konumunu şöyle anlatıyor: Profesör İnalcık’ın belirttiği gibi Doğu Avrupa’daki Osmanlı varlığı ve faaliyetleri Avrupa tarihindeki olaylara sıklıkla nihai katkıda bulunmuştur. Bazı yüzyıllarda Osmanlı hükümetinin bugün geri besleme (feedback) adı verilen kapasiteye sahip olduğu açıktır. Yani bir köylünün şikâyeti hükümetin en yüksek mevkilerinde duyulabiliyordu ve çoğunlukla bir çözüm yolu bulunuyordu. Dahili planda imparatorluğun çöküşü belki de idari Şikâyetname sürecinin bozulduğu günlerden başlatılabilir(Karpat,2000:89).
Nitekim Mekke Şerifi Hüseyinin oğlu Emir Abdullah hatıralarında bu geleneğin, dönemin Sultanı II.Abdülhamit tarafından nasıl hayat geçirildiğini şöyle anlatıyor: “Ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetimi geldi ve Meşrutiyet ilan edildi. Mekke Emiri Şerif Ali b. Abdullah, yanında bulunan Sultan’ın görevlileri ve vezirleriyle birlikte vazifeden alındı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Şerif Ali Haydar b. Cabir Abdülmuttalib’i Mekke emiri yapmak istedi.
Ben de büyük uğraşlar sonunda, emirlik hakkını talep etmesi için babamı ikna ettim. Çünkü sülalenin en büyüğü sıfatıyla bunu o hak ediyordu. Babam, Sadrazam Kamil Paşa vasıtasıyla Padişah’a ulaştırılmak üzere konuya dair bir dilekçe kaleme aldı. Dilekçeyi Sadrazam Kamil Paşa’ya bizzat götürüp verdim. O gece, Saray başkatibinden şöyle bir davet aldım: “Yarın gurub saatiyle sabah üçte Sultan hazretleri görüşmek üzere babanızı bekliyor.”
Ertesi gün kararlaştırılan zamanda rahmetli babam Saray’a gitti ve Mekke emirliğine atandı. Öğleden sonra geri geldiğinde artık babalarının makamında oturuyordu. İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri, bu tayin yüzünden babama kızmışlardı ve bu olay, babamla bütün İttihat ve Terakki hükümetleri arasındaki çekişmenin başlangıcı oldu. (Abdullah,2006:12-14)
Meşrutiyetin ilanının ardından kurdukları otoriter ve jakopen yönetim tarzıyla yaklaşık 600 yıllık devlet geleneğini yok eden İttihatçılar, şikayet dinleme geleneğini de ortadan kaldırarak devletin yokolma sürecini de hızlandırmışlardı.
Dönemin 4. Ordu binbaşılarından Ali Fuat Erden bu anlamda şu tarihi hatırayı naklediyor: Şam ve Lübnan ziyaretleri sırasında gittiği her yerde Enver Paşa’ya ahali dilekçe getiriyordu. Bu dilekçeleri Başyaver Bey (Kazım Orbay) alırdı.Kazım Bey ayrılırken teftiş suresince yüzlerce dilekçe birikmişti. Ordu mıntıkasından ayrılırken Enver Paşa’dan bu dilekçeler hakkındaki emrini sordu. Enver Paşa, "Onları daha hala saklıyor musunuz?" demişti. (Erden,2003:225).
‘Saklanmayan şikayet dilekçelerinin devleti’ yokolmuş yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.Ne varki Türkiye Cumhuriyeti de bu kadim geleneğin ihyasında ve inşasında başarılı olamadı.İşadamı İshak Alaton, bu anlamda manidar bir hatırasını şöyle anlatıyor:Beni bu görüşlerimden dolayı sendikacılar Zonguldak’a bir toplantıya çağırdılar. Dikkat ediyorum Bakan Ersin Faralyalı notlar alıp duruyor. Toplantı bittiğinde herkes ayağa kalktı, Bakan o notları tomar haline getirip masa altındaki çöp sepetine attı.(Alaton,2012:191)
‘Çöp sepetine atılan şikayet dilekçelerinin devleti’ çok zora düştüğünden 1990’lı yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediyesinde başlatılan ‘Beyaz Masa’ uygulamasının sahipleri iktidara geldiler.
Bugünlerde de vatandaşın şikayetleri iyice birikmişe benziyor. Vatandaşların şikayet dilekçeleri acaba nerededir bilen var mı?
Vatandaşlar, işleme konulmayan şikayet dilekçelerinin bir nüshasını saklayıp seçim sandıklarına atıyor olmasınlar…
İbni Haldun çağlar ötesinden sesleniyor: “Vatandaşın şikayet dilekçelerinin akıbetine bakarak bir devletin yada iktidarın akıbetini anlayabilirsiniz.”