2022 yılında vefat ederek aramızdan ayrılan Prof.Dr. Yılmaz Özakpınar “Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi” isimli eserinde Avrupa tarihi de denilebilecek Hristiyan Batı Medeniyeti’nin kısa tarihçesini şöyle özetliyor:
(…….) Batı medeniyeti Hristiyan olmakla birlikte köklerini Roma ve Yunan medeniyetinde görüyordu.Batı medeniyeti Yunan ve Roma medeniyetinin bir alaşımıydı.Bu alaşıma sonradan Hristiyanlık girmiştir Hristiyanlık Avrupa toplumlarının kurumlarını yoğurmuştur. Bu dinin manastırlara kapanan ruhaniyeti, coğrafi keşiflerle bütün dünyaya saldırgan ve açgözlü bir tavırla birdenbire fırlayıvermiştir. Bu arada Hristiyanlık damgasının izleri Rönesans ve reform hareketleri ile silikleşmiş, Avrupa medeniyeti alaşımına Hümanizm öğesi katılmıştır.
Yeni hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi, kolonilerin sömürülmesi, köle ticaretine başvurulması, İslam Hakimiyet bölgesinin dışında yeni ticaret yollarının açılması gibi olaylar Avrupa'da tarıma ve el sanatlarına dayalı hayatı değiştirmiş, feodaliteyi zayıflatarak şehirlerde tüccar sanayici Banker ve esnaftan oluşan yeni bir sınıf meydana getirmişti.
Bu mallar iç ve dış pazarlarda satılarak yatırım sermayesi sürekli artırılmıştır. Asya Güney Amerika ve Afrika'daki kolonilerde ahali uşak gibi kullanılmış, kökü putperest Yunan ve Roma'da bulunan bir acımasızlıkla ve Beyaz Adam kibriyle onlara her türlü işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamele reva görülmüştür.
Kuzey Amerika'da bilinçli ve kararlı bir imha siyaseti ile Kızılderililer müzelik numuneler haline gelinceye kadar öldürülmüştür.Kalanlar hayvanat bahçesi kurar gibi kurulan rezervasyonlara hapsedilmiş, viskiye kumara ve fuhuşa alıştırılarak dejenere edilmiştir. Bu girişimlerde krallar, korsanlar ve kilise güç Birliği yapmış hepsi ayrı ayrı kasalarını doldurmuştur (Özakpınar,1999:106-107).
Batı medeniyetin anlamak için onun dayandığı inanç ve ahlak nizamını saptamak gerekir. Hz İsa'nın doğumundan 300 yıl sonra bile Hristiyanlar takip ediliyor ve baskı altında tutuluyordu. Ancak 313 yılındaki Milano Fermanı ile Kral Konstantin hristiyanlığı serbestçe icra edebilecek bir din olarak resmen tanıdı. Fakat halk, hristiyanlığın ruhunu tam anlayamadı. Eski dinin ruh özelliklerini ve ayinlerini tam olarak terk etmedi. Acımasızlık, güce tapma, başarı için her yola başvurma, bireylerin ruhlarının derinliklerinden sökülüp atılamadı.
Kilise Teşkilatı halkı kendine çekebilmek ve biraz da göz boyayıp etkilemek için eski dinin birçok ayinlerini hristiyanlığa soktu. Zaman içinde kilise hiyerarşik bir teşkilat oldu. Topladığı vergi ve bağışlarla denizaşırı ülkelere kadar uzanan araziler, ticari haklar ve sanayi tesisleri elde etti. Böylece iktisadi bir güç haline geldi ve siyasi bir güç oluşturdu. (Özakpınar,1999:107-109).
Bireylerin ruhi kurtuluş için kilisenin aracılığına muhtaç gösterilmesi, kilise oligarşisinin bütün meselelerin cevabını belirleyerek düşünceyi boğması, günahkarlığın ruhları karartan ve yaşama sevincini öldüren bir biçimde ilk insanın dünyayı inişinden bu yana insanlığın kaderine yapışmış gibi gösterilmesi, bu yüzden en günahsız Hristiyanların bile sırf insan olmak dolayısıyla ezelden günahla yüklü oldukları saplantısı ile yaşamak zorunda bırakılması, günahların affı için rahiplere itirafta bulunma mecburiyetinin olması, günah işleme ve dinden sapma korkusunun kilise teşkilatının cezalandırıcı gözetimi altında teröre dönüşmesi, böyle bir ortamda ispiyonculuğun yayılması, herkesin birbirinden şüphe eder bir tutuma girmesi, dünya hayatının ve dünya nimetlerinin hakir görülmesi yüzünden halka marazi bir ruhaniyet telkin edilmesi, buna rağmen bizzat kilisenin halkın 3-5 kuruşunu kefaret parası diye alması, halkın her an dinden çıkma dehşeti içinde yaşatılması, dinden çıkma olarak yorumlanabilecek bir hareket nedeniyle Aforoz edilme tehlikesinin olması, biraz yadırganacak bir hareketi görüldüğü için büyücü ilan edilen kadınların yakalanıp yakılmak üzere peşine düşürmesi gibi hayatı çekilmez hale getiren olayların hatırlanması, Hristiyan Orta Çağ'ın dehşetini bir parça olsun anlamamız için yeterlidir. İşte Avrupa rönesansı, bu tarihi perspektif içinde anlam kazanır (Özakpınar,1999:111).
Modernleşme yolundaki gelişmeler yalnızca kilise hiyerarşisinin etkisini azaltmakla kalmadı, geniş halk tabakaları hristiyanlığa Hz İsa'ya ve Hz Meryem'e duygusal bir biçimde bağlı kalmakla birlikte, modernleşme yolundaki gelişmeler, Avrupa insanının dini inancını hayatın arka planına itti.Hristiyanlık günlük hayatı şekillendiren bir inanç olmaktan çıktı.
Bireylerin davranışları, bu dünyanın gereklerine ve bireylerin kendi arzularına göre serbestçe şekillenir oldu. Hristiyanlık fikri, siyasi, sosyal, ekonomik planda ciddi bir faktör olmaktan çıktı. Buna karşılık bireycilik ruhu, bireyin hürriyeti fikri, toplum karşısında bireyin başlı başına bir değer olduğu inancı yerleşti (Özakpınar,1999:119).
Avrupa'ya Amerika Birleşik Devletlerini de ekleyerek Batı dediğimiz modern dünyada deneyimleri üzerinde düşünen insan aklının tek hakikat kaynağı olduğuna inanılıyor.Her bireyin kendi hakkında neyin iyi olacağına kendinin karar verme hürriyetine inanılıyor (Özakpınar,1999:121).
İnsanların vahiy kaynaklı dinlere şüphe ile bakmaları sağlanmış, hayatlarını özgürce yaşamaları telkin edilmiş, fakat nasıl bir hayatın değerli olduğu hususunda insanlar belirsizlik içinde kalmıştır. İnsanların içine düştüğü bu ruhsal boşluk, toplum hayatında huzursuzluğa, çatışmalara, sapkınlıklara, ailenin çözülerek boşanmaların artmasına, cinsel suçların artmasına, gayrimeşru cinsel ilişkilerin, fahişeliğin ve homoseksüelliğin yaygınlaşması, dolayısıyla ölümcül bazı hastalıkların yayılmasına, alkolizmin uyuşturucu bağımlılığının tehlikeli boyutlara varmasına, sarsılan ailelerde çocuklara zulüm ve işkence yapılmasına, genç suçluluğun, akıl hastalıklarının, intiharların artmasına sebep olmuştur (Özakpınar,1999:122).
Batı medeniyeti toplumlarının objektif bilim adamları, bütün bu işler acısı olayları kantitatif gözlemlerle inceliyor, istatistiksel analizler yapıyor ve bu olaylar kargaşasında hangi öğelerin hangi başka öğelere sebep sonuç ilişkisi ile bağlı olduğunu belirlemeye çalışıyordu (Özakpınar,1999:122).
İnsanlığın içine düştüğü manevi boşluğa ve sosyal çözülmeye bağlı yukarıda sayılan olumsuzluklara doğa bilimleri, sosyal bilimler ve felsefe bir çare bulacak durumda değildi. Peki kim bulacak çareyi, çare nereden gelecekti? Siyaset adamları bütün enerjilerini iktidarda kalmaya ya da iktidardakini devirmeye harcamak zorundalar. Onların da durumu düzeltecek hali yoktu. (Özakpınar,1999:123).
Tekrarlayacak olursak; Batı medeniyetinin inanç ve ahlak nizamı 1) Hristiyanlık 2) Yunan ve Roma medeniyetinden intikal eden ve hristiyanlığa putperest öğeler karıştırmış olan pagan yöneliş 3) Hümanizm ve onun uzantısı olan bireycilikti.
Batı medeniyeti denilen inanç ve ahlak nizamı alaşımının belirleyici niteliği son noktada sekülerizmdir. Sekülerizmin pratikteki anlamı, dini, hayatın dışında tutmaktır. Pazar günü kiliseye giden gider. Fakat kiliseden çıktıktan sonra yaşanılan dünyada hakim olan ruh Hristiyanlık şefkat ve merhamet telkin eden ruhu değil, aydınlanma çağının eşiğinde konuşan Hobbes’in “insan insanın kurdudur” zihniyetidir. Hatta “Herkes kendini korusun” ilkesine göre bu manipülasyona cevaz vermektedir (Özakpınar,1999:123-124).
Bütün bu hercümeç içerisinde insanlar bunalmıştır.Hak ve hakikatin bilinmediği bir hayat insanı huzura kavuşturamıyor. Allah'ın ışığıyla aydınlanmadığı için seküler dünya hak ve hakikat kaygısından uzaklaşmıştır.
Amerika'nın devlet siyaseti de bu felsefe üzerine kuruludur.Bu felsefe bireylerin kendi kaderiyle baş başa kalmasını ve toplumda sosyal çözülmelerin baş göstermesini önleyememiştir.Ailenin yapısı sarsılmıştır, toplumun içinde toplumun hiçbir kurumuna ve hiçbir değer sistemine bağlılık duymayan, cinsel içgüdüleri başı boş kalmış, insaf ve merhamet nedir bilmeyen, bencil isteklerini tatmine çalışan ve hiçbir toplumsal sorumluluk duymayan, güçten başka hiçbir şeyi saygıdeğer bulmayan bir kütle, toplumu içinden yiyip çökertecek bir ur gibi büyümektedir (Özakpınar,1999:125-126).
Bu medeniyet şu anda hala güçlüdür. Fakat bu medeniyetin temelinde insan ruhunun manevi ihtiyaçlarına ve insanlığın özlemi olan evrensel kardeşliğe uymayan bir nitelik vardır (Özakpınar,1999:126-127).
İnsan hakları vesaire gibi başlıklar altında, tumturaklı ifadelerle, geometrik mükemmellikte ortaya konan bu soğuk ilkeler, insanları kalpten bağlayan inanç temelinden yoksundur.Bu ilkelerin savunulması da çiğnenmesi de bir anlam taşımamaktadır. (Özakpınar,1999:128).
Kaynak: Özakpınar Yılmaz,(1999), Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi, İstanbul, Ötüken Yayınları