HASTANELERİN TEK ÇATI ALTINDA TOPLANMASI REFORMU NASIL BAŞARILDI?


Bir dönem Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunmuş Prof. Dr.Sabahattin Aydın, 2002 yılında başlattıkları reform günlerinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Başbakan Hastanelerin tek çatı altında toplanmasında ısrarlıydı. Aslında bizim muğlak ifadelerimiz belki de bu kararı zorunlu kılıyordu. Sanırım direncin nereden kaynaklandığının da farkındaydı. Başbakan’ın kararlılığı sözlerine yansıdı. “Birkaç ay içinde SSK hastanelerinin devrini istiyorum,” diye talimatı verdi. Sonra Murat Bey’e dönüp, “Kaç ayda gerçekleştirirsiniz?” diye sordu. Tereddütlü ifadelerle karşılaşınca, kendisi talimatı verdi: “Şubat’a kadar bitirin bu işi” dedi. Emir büyük yerdendi; görevimizi almıştık.

Sendikalar kendilerini SSK hastanelerinin sahibi gibi görüyorlardı. Arka planında haklı sebepleri yok değildi. SSK hastanesinde muayene olabilmek, yatış yaptırmak ve özellikle ameliyat olabilmek için belli kolaylaştırıcı yollar vardı. Bunlardan biri şefin muayenehanesinden serüvene başlamaktı. Bu yolla süreç kolay işleyebiliyordu. Diğeri ise sendika yoluydu. Sendika yöneticileri ameliyat randevuları, heyet raporları gibi konularda aktif görev yapıyor, üyelerinin işlerini kolaylaştırıyorlardı. Onlar için hastaneler önemli bir saygınlık aracıydı. Bu avantajı kaybetmek korkusu onların direncini artırmıştı. Menfaat grupları sadece sendikalar değildi şüphesiz. Hastanelerdeki kantin, kafeterya gibi mekanları işletenler, anlaşmalı kurumlar, tedarikçiler gibi daha birçok tarafı vardı meselenin.

Tüm uğraşılara rağmen SSK ve Çalışma Bakanlığı bürokratları ile ilerleme kaydedilemeyeceği görülmüştü. Onlar, bir yandan isteksiz diğer yandan farklı dinamiklerin baskısı altında bocalıyorlardı. Neticede her teşebbüsü akamete uğratma becerisi gösteriyorlardı. Bir araya geliyor, tartışıyor, ödevlerimizi alıyor ancak bir sonraki toplantıda yeniden başlamak zorunda kalıyorduk.

Durumun ne halde olduğunu görmemiz SSK’da daire başkanı olan bir doktor arkadaşımın telefonuyla kanıtlanmış oldu. Yine böyle yoğun tartışmalar yaptığımız ve fakat bir aşama kaydedemediğimiz bir toplantı sonrası dağılmıştık. Çok geçmeden doktor arkadaşım telefonla aradı. Muhtemelen gidişattan rahatsız olmuş, hatta konunun tarafı olarak mahcubiyet duymuştu. Toplantıdan çıkınca Kurum Başkanı, maiyetindekilere talimatını vermiş, sallamaya devam edeceklerini, bir şey yapamayacaklarını bildirmiş. Bu tavrı, hükümetin kararına, Başbakan’ın talimatına karşı çıkmaktan öte, gerçekleşmesini mümkün görmedikleri bir hususta pozisyon almak olarak yorumluyorum. Onlara göre yapılmak istenen şey hayal bile edilemezdi. Boşa kürek çekiyorduk. Bizim gerçekleri (!) görmemizi sağlayamadıkları için sallayarak oyalayarak nezaket gösteriyorlardı.

Artık mızrak çuvala girmez olmuştu. Bunun üzerine Başbakanlık’tan Kanun ve Kararlar Genel Müdürlüğü bir yazı göndererek, kanun taslağını birlikte müzakere etmek üzere davet etti. Özetle, “Hızlıca taslağınızı getirin, paydaş kurumlara da ben yazıp görüşlerini almak için davet ediyorum, taslak Başbakanlıkta birlikte tartışılarak kesinleştirilecek” diyordu.

Bütün ilgili kurum temsilcileri toplanmış olduk. Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve SSK’dan başka PTT hastanesi ve Devlet Demiryolları Hastanesi dolayısıyla bu kurumlardan ve Ulaştırma Bakanlığından, Öğretmenler Hastanesi dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığından, Polis Hastanesine binaen İçişleri Bakanlığı ve Emniyetten bürokratlar hazırdı. Bildiğimiz itirazlar, serzenişler devam etti. Tabii çok acımasız tartışmalar oldu aramızda.

Bir kurum rıza gösterse diğeri itiraz ediyordu. Emniyet mensupları, direniyor, Polis Hastanesinin özelliği olduğundan bahisle istisna tutulmasını istiyordu. Bu sefer her kurum kendisinde bir başka istisna gerekçesi olduğunu ileri sürüyordu.

SSK’nın tutumu zaten malum. Ayrıca kurumun hukuk müşavirliği detaylı bir rapor hazırlamış, böyle bir devrin mümkün olamayacağını ilan etmişti. SSK’nın, statüsüne, özel bütçesine, kurumsal kimliğine atıfla hukuki gerekçeler ileri sürüyor, mali açıdan sürdürülemez olacağı gerekçesiyle külliyen reddediyordu.

Kanun Mecliste

Neticede, talimatı net almış olan Başbakanlık bürokratlarının moderatörlüğünde kanun metni hazırlanmış oldu. Kurumların görüşleri, muhalefet görüşleri yazıldı. Bu haliyle Meclise gitti. Taslak komisyonlardan aynen geçerek Genel Kurula geldi.

SSK dan sorumlu Bakan Bey zor durumdaydı; kendi kurumu yayınladığı raporla bu kanuna karşı çıkmıştı. Zaten kendisi de taraftar değildi. Rapor muhalefete servis edilmiş, her söz alan muhalefet milletvekili SSK raporunu referans göstererek yönetimin çelişkisine işaret ediyordu.

Meclis Genel Kurulunda görüşmeler yoğun bir şekilde devam ediyordu; sona doğru yaklaşılmıştı. Oylamaya henüz geçilmemiş, Kanun’un geneli hakkında son konuşmalar yapılıyordu galiba. SSK bürokratlarıyla birlikte Bakan Bey’in arkasındaki sırada oturuyorduk. Malum raporda imzası olan SSK hukuk müşaviri kulağıma eğilip “Ya hocam, galiba bu Kanun geçiyor” dedi. Kendilerini, “Bu bir şovdur, bu kanun Meclisten geçmez” diye öylesine inandırmışlardı ki ancak o zaman gerçekle yüzleşmiş oldular. (Aydın, 2022: 114-118)

 

*Prof. Dr. Sabahattin Aydın, Akademi, Bürokrasi, Siyaset Sarmalında Sağlıkla Yaşamak, Medipol Üniversitesi Yayınları, İstanbul,2022

 

Güncel Haberler