BİR AVRUPALI KONTUN GÖZÜNDEN ESKİ TİCARET SİSTEMİMİZ


Yılmaz Öztuna anlatıyor: On yedinci yüzyıl Osmanlı ticaret düzenini o çağın çok aydın bir kaleminden nakledeceğim: Orgeneral Kont Luigi Ferdinando Marsigli, Almanya imparatorluğu hizmetinde bir İtalyan soylusu, askeri ve yazarıdır. Coğrafyacıdır (Oseanografinin kurucusu sayılıyor: Okyanuslar ilmi). 18 yaşından başlayarak Alman imparatorluk ordusunda Türklere karşı savaşmıştır. Bu arada 1683'te Viyana'yı Türk kuşatmasından kurtaran 1686'da Budapeşte'yi bizden alan orduda bulunmuştur. Uzun müddet İstanbul'da yaşamış, Türkçe de öğrenmiştir, Pek çok Avrupa dili bilen bir antika meraklısıdır. Binlerce Türkçe yazma kitap ve sanat eseri toplamıştır. Budin'in (Budapeşte) düşmesinde, şehrin Türk konaklarına girerek yağma ve yangını elinden geldiği kadar önlemeye, Türk sanat eserlerini ve yazma kitaplarını -kendi hesabına- kurtarmaya çalışmıştır.

 

Kont Marsigli, öyle bir dönemde yaşamıştır  ki Osmanlı'nın cihan devleti konumunun son yılları ve bu durumdan düşüşün ilk safhasıdır, Emekli olunca, Osmanlı askerî tarihini yazdı ki, biz Osmanlı tarihçilerinin askerî teşkilât bahsinde sürekli kullandığımız büyük bir eserdir: (Osmanlı İmparatorluğu'nun Askerî Düzeni, 2 cilt, Lahey 1732, hem İtalyanca, hem Fransızca olarak bir arada basılmıştır). 15. Louis (Lui) dönemidir ve Fransızca'dır.

 

Aşağıdaki satırları, bu önemli gözlemcinin eserinin 57-61. sayfalarından özetleyerek çevirdim, bundan sonraki bütün paragraflar, bu bahsin sonuna kadar, General Kont'a aittir: "Gerek Türkler, gerek Türk imparatorluğunda yaşayan diğer milletler, ticaret alanında çok faaldir. Bilgili, mahir, dirayetli tacirlerdir. Bâb-ı Âlî'nin (Osmanlı imparatorluk hükûmeti) değişmez politikası, ticaretle uğraşanlara her türlü kolaylığı göstermektir. Osmanlı ilkesi, mümkün olduğu kadar ticarî malın girip çıkmasıdır. Ticarî yoğunlukta devletin geliri artmakta ve halk da o derecede zenginleşmektedir. Bâb-ı Âlî her zaman ağır ticarî vergiden kaçınmıştır. Zira ağır vergi kaçakçılığı arttırmakta ve halkı yoksullaştırmaktadır.

 

Türk imparatorluğundaki halkların hangi sebeplerle Avrupa halklarından müreffeh (refah içinde) olduğu beni düşündürmüştür. Sebep ticarî aktivitedir. Toprak büyüklüğü ve verimliliği ikinci derecededir. Zaten pek geniş olan imparatorlukta büyük ülkeler çok da verimli yerler değildir.

 

Önceleri Türkleri yakından tanımazdım. Biz Avrupalılar, Beyoğlu'nda Avrupalı kolonisi içinde vakit geçirir, Osmanlıyı tanıdığımız iddiası ile memleketimize döneriz. Osmanlı ailesinin içine girmek gerekir. Dış görünüşüyle Osmanlı Türkü temiz giyinen, fakat biz Avrupalıların giyimindeki süslerin hemen hiçbirini kullanmayan bir kavimdir. Gösterişi sevmezler. Dindardırlar. Kanaatkârdırlar. Evlerindeki masraf da ölçülüdür, bizdeki israf yoktur. Ancak mahremiyetlerine girince, hepsinin gerçek varlığı olduğu, bunu dışa vurmanın bir çeşit görgüsüzlük kabûl edildiği anlaşılır. Yoksul, sürekli yardım görür. Sokakta dilenen hiç yoktur.

 

Türk imparatorluğunun üstünlüğünün birinci sebebi üç kıyanın ortasında ve üç kıt'anın çok güzel ülkelerinin elinde bulunmasıdır. Yani coğrafya üstünlüğüdür. Avrupa'dan ve Asya'dan yaptıkları ithalât sınırlıdır. Daha çok hoşlarına giden fantezi şeyleri satın alırlar. Zira imparatorlukta hemen her şey yetişir ve îmâl edilir. İhracat, her iki sektörde de çok fazla olduğu için sürekli kâr içindedirler.

 

Osmanlı ile savaş gibi sebeplerle ticaretini kesip sıkıntıya düşmeyen bir Avrupa devleti yoktur. Birçok Avrupa devleti, bazı maddeleri kesinlikle Osmanlı'dan almaya mecburdur. Türk imparatorluğunun kaynakları tükenir gibi değildir. Kumaş, iplik, bakır, deri sanayileri üstündür, Avrupa’da makbuldür. Gerek kesici, gerek ateşli silâhları, Osmanlı bunların ihracına askerî sebeplerle sınırlama koysa bile Avrupa'da çok aranır. Türk kerestesi gelmezse birçok Avrupa tersanesinde işler durur.

 

Üstelik Türkler, Asya'dan ithal ettikleri malları da büyük stoklar hâlinde biriktirip bize çok pahalıya satarlar. Bu suretle Avrupa'nın Amerika'nın sömürgelerinden gelen gümüş ve altının bir kısmı da Osmanlı mallarını satın almak için harcanır. Ancak 1683'ten beri Osmanlı, eskisi derecesinde Avrupa'yı soyamamaktadır! Zira yeni asırda (1700'den sonra) Avrupa gemileri yoğun şekilde Hind Okyanusu'na giriyor. Hâlâ Karadeniz ve Kızıldeniz’i iç denizleri olarak Avrupalılara kapatıyorlarsa da, eskisi gibi Hindistan ve Uzak Doğu ile deniz ticaretimizi engelleyemiyorlar.Bazı mamullerde Türk işçiliği ile rekabet dahi mümkün değildir. Bir kısım silâhlar, halı, solmaz boya, lüks kumaş/ işlenmiş deri ve kürk, bunlardandır.

 

Ticareti limanla sınırlı Bâb-ı Âlî, Avrupa'dan büyük paralar çektiğinin idrakindedir. Avrupa tacirlerine her şartta doğrusu her türlü kolaylığı sağlamıştır. Formaliteleri asgarîye indirmiştir. Avrupalı, malını bir Osmanlı limanına getirir. Boşaltır ve parasını alır. Osmanlı ülkelerinin içerilerine taşıyıp satamaz. Osmanlı, bu malları mahirâne bir şekilde bütün imparatorluğa dağıtır. Büyük kazanç sağlar. Üstelik Avrupalı, malı doğrudan Osmanlı üreticisinden ve imalcisinden, üretim ve imalin yapıldığı yerlere gidip satın alamaz. Bu malları Türk tacirleri yerinden alıp limanlara getirip bize satarlar. Mallarını kendi gemileriyle Avrupa limanlarına götüren Türk armatörleri de vardır..." (Öztuna,2010: 66-69).

 

Öztuna Yılmaz, (2010), Tarihçi Gözüyle Sohbetler,İstanbul: Babıali Kültür Yay

 

Güncel Haberler