Hüseyin Yürük
30 yıldır çeşitli ortamlarda karşıma çıkıyordu. Son dönem Osmanlı ulemasından, Yüksek İslam Enstitüsü Müdürü, Ahmet Davutoğlu Hoca'nın ‘Ölüm Daha Güzeldi’ isimli hatıralarını bir türlü okuyamamıştım. Önceki hafta kitabı bir fuarda görünce ‘Artık alıp okumalıyım’ diye düşünerek aldım ve bir nefeste okudum.
Kitapta dönemin Bulgaristan Toprakları konusunda çok ayrıntılı bir anlatım var. Davutoğlu Hoca’nın siyasi anlamda yaşadıklarının özeti şu: Bulgaristan, II.Dünya Savaşının ardından komünist rejim yönetimine geçince, Bulgaristan'daki komünist milisler, o sırada Şumnu civarında bir okulda müdür olan Ahmet Davutoğlu hocayı “Sen Türk casususun” diye gözaltına alıyorlar. Suçunu itiraf ettirmek için(!) uzun süre çeşitli işkencelerden geçiriyorlar. Bu işkencelerden biri de ‘kendinin Türk casusu olduğunu itiraf etmesi için’ vücuduna her gün belirli aralıklarla elektrik verilmesi….
Kitaptan o bölümleri birlikte okuyalım: Ben, hiçbir suçum olmadığını söylemekle iktifa ettim. Bunu üzerine canavardan farkı olmayan üsteğmen söz dinlemedi ve “Şimdi bülbül gibi olur” diyerek beni sandalyeye oturttu. Tam bu sırada birden ateş düşmüş gibi bir hal oldu. Üsteğmen elektrik cereyanını salmıştı. Kafamın mor alevler içinde cayır cayır yanmakta olduğunu görüyordum. Sade kafam değil bütün vücudum yanıyordu. Dişlerim birbirine çarptıkça elektrik burgusuna benzer bir çatırtı duyuyor, feryadı figanım ayyuka çıkıyordu. İnsafsız kefere, zerre kadar vicdan azabı duymadan beni diri diri yakıyordu (Davutoğlu,2020:107).
(…..) Ben tekrar kendisine hiçbir suçum olmadığını söylemekle iktifa ettim. Gavur sinirlendi. “Şimdi bak nasıl söylersin?” dedi ve tekrar cereyanı saldı.Bu defaki eziyet ve azabın öncekinden daha kuvvetli olduğunu hissediyordum (Davutoğlu,2020:108).
(….) Bu sefer hepsinden daha müthiş bir azap duyuyordum. Adeta bir törpüyü beynime sokup çıkarıyorlardı.Bir müddet sonra sesim yavaşladı.Nefesimin tükenmeye başladığını hissettim.Artık son nefese geldiğim belliydi ki canavar birdenbire cereyanı kesti ve süratle yetişerek maskeyi başımdan çıkardı. O anda kafamın omuzlarımın üstüne düştüğünü hissettim (Davutoğlu,2020:109).
Bütün bu ağır işkencelerin ardından Ahmet Davutoğlu'ndan ve yalancı şahitlerinden bir delil ortaya çıkaramayınca bu kez Davutoğlu Hocayı ve bir grup arkadaşını Bulgaristan'da bir çalışma kampına gönderiyorlar. Ahmet Davutoğlu burada da hasta haliyle taş kırmak başta olmak üzere çok ağır şartlarda bir hayat geçirir.
Kitaptan o bölümleri birlikte okuyalım: Bir gün kampta hasta oldum, revire gittim. Bir de baktım ki 40 kişi sıra olmuş istirahat istemek için nöbet bekliyorlar. Bu arada aniden karşımıza kampın komutanı geldi. Hastaları görünce “Bu ne be? Ne arıyorsunuz siz burada? Düğüne mi geldiniz faşist köpekler?” diye nara aratarak hastaların üzerine sopa ile hücum etti. Öyle insafsızca vurmaya başladı ki her vurduğu hasta yere düşüyordu (Davutoğlu,2020:137).
Davutoğlu Hoca, kamp günleri sırasında yaşadığı manevi bir olayı da şöyle anlatıyor: (…..) Hiç unutmam. Gördüğüm zulüm ve itisafın, çektiğim namütenahi ızdırabın acısı yüreğime çökmüş olacak ki kuru tahtaların üzerinde yattığım gecelerden birinde bir akşam rüyamda Arap kaidesiyle Kafirun Suresi okumam vardır. Bununla ben kâfirlere, komünist kâfirlere cevap veriyordum: Ey kafirler! Ben sizin taptığınıza tapmam! (Kafirun Suresi,Ayet: 2)
Tilavet esnasında sesim o kadar gür çıkmış ki gecenin zifiri karanlığı içinde koca vadi bir mazlumun avazı istimdadı gibi gürleyen Kuran sesi ile güm güm inlemiş. Koğuşta yatan bütün Türk ve Bulgarlar uyanmış. Yanımdaki hocamla arkadaşlarım diz çöküp oturarak kemali huşu ile dinlemişler.Ben hiç uyanmadan sureyi bitirmiş ve susmuşum. Sabahleyin uyanan Bulgarlar “Kimdi akşamki Arapça şarkıyı okuyan?” diye etrafımızı sardılar.Onlar okunan Kur'an-ı Kerim şarkı sanmışlar ve beğenmişlerdi (Davutoğlu,2020:131).
Ahmet Davutoğlu bir süre bu şartlarda yaşadıktan sonra kamptan da salıveriliyor ve Bulgaristan'daki okuluna muallim olarak geri dönüyor.
Ancak artık her adımı Komünist Rejim tarafından takip edildiğinden ve bu sıkı hayat onu artık iyice bezdirdiğinden dolayı 1949 yılının Aralık ayında Türkiye'ye göç ediyor ve Türk vatandaşlığına geçip Türkiye'de yaşamaya başlıyor. O günler, Demokrat Partinin iktidara yeni geldiği 1950'li yılların ilk günleri olduğundan Türkiye'de de bir sosyal değişim dönüşüm yaşanıyor. Bu günlerin her türlü sorununu Ahmet Davutoğlu Hoca da büyük ekonomik yokluklar içerisinde yaşıyor.
Uzun süren zorlukların ardından Davutoğlu Hoca, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışmaya başlıyor. Bu sırada garip bir olay oluyor. 1968 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının bir eğitim programında kendisine sorulan soru üzerine Hoca, “Belediyenin Resmi nikahından ondan önce dini nikah yaptırmak gerekir” cevabını veriyor. Ne varki bu sözleri toplantıya sızmış bir ajan tarafından kayda geçiriliyor.
Bir süre sonra bu sözleri Milliyet Gazetesi’nde ‘suç ihbarı’ söylemiyle yayınlanıyor ve Davutoğlu Hoca hakkında 163. maddeden dolayı hakkında dava açılıyor. Uzun süren yargılama sürecinin ardından (Mahkeme hakiminin “Hoca vaazü nasihati bırak. Az ve öz cevap ver” şeklinde diyalogların yaşandığı süreçten sonra) 1 yıl hapis ve 4 ay sürgün cezası alıyor. 1971 darbesinin ardından da emekliye sevk ediliyor.
Osmanlı ulema geleneğinin son temsilcilerinden biri olan, Bulgaristan'da Komünist Rejim tarafından ‘Türk casusu’ olduğu iddiasıyla kendisine her türlü işkence yapılan, çalışma kamplarında çok feci şartlarda çalıştırılan Ahmet Davutoğlu Hoca, Türkiye'ye ve anavatanına kavuştuğunu zannederken burada da Kemalist Rejim tarafından 163. maddeden yargılanıyor, mahkum ediliyor ve sonra da emekliye sevk ediliyor.
Şimdi ben size soruyorum: Ahmet Davutoğlu Hoca ile nasıl helalleşeceksiniz?
Davutoğlu Ahmet, (2020), Ölüm Daha Güzeldi, İstanbul: Şamil Yayınevi