AFGANİSTAN:EMPERİAL GÜÇLERİN KAÇIRTTIRILMASI ELBETTE GÜZELDİR;AMA, DAHA GÜZEL OLANI (1)/SELAHATTİN EŞ


Selahaddin Eş / Çakırgil *


Afganistan’ın bugün dünya siyaseti açısından karşı karşıya kaldığı meselelere tarihî arka-plânı açısından  da bakmak gerekiyor..

*Sovyet Rusya’nın 1978-1991 arasındaki, 13-14 yıllık kanlı işgalinden sonra Afganistan’dan kaçmak zorunda kalması elbette büyük bir zafer idi, Afgan halkı için..

Ama, İslâm adına ortaya çıkan yığınla ‘mücahid’ teşkilatları, yazık ki, kendi aralarında birliğe ulaşamayıp, aralarındaki kanlı iç boğuşmayı daha da derinleştirince.. O ‘mücahid’ teşkilatlarında hiç bulunmamış ve Pakistan’daki medreselerde öğrenim gören  ‘Talebeler’/ (Tâlibân) Hareketi, Pakistan ordusunun da desteğiyle devreye sokulmuş ve bu durum, teşkilatlar arası boğuşmalardan daha bir yorgun düşen Afgan halkının çaresizliğine bir çare olarak sempatiyle de karşılanmasını sağlamıştı..

*Ancak, 11 Eylûl 2001’de, Amerika’da meydana gelen korkunç saldırıların ardında olduğuna inanılan Usâme bin Laden’i, Tâlibân’ın koruduğu kanaatiyle Amerikan emperyalizmi,  Afganistan’ı ağır şekilde bombardıman etmiş  ve ‘Tâlibân’ rejimini iktidarının 7’nci yılında,  2002’de devirmiş ve yerine, bir Amerikan Petrol Şirketi’nde yıllarca çalışmış olmaktan başka bir özelliği olmayan Hâmid Karzaî’yi Devlet Başkanlığı’na oturtmuştu.

Aradan 20 yıl geçti ve Amerika da, tıpkı Rusya gibi, Afganistan’da kendi isteğine uygun bir yönetim gerçekleştiremiyeceğini anlayınca, Amerikan Başkanı Biden, Afganistan’dan çekilme kararı verdi.

Ama, Kabil Havaalanı’nın yine de  Amerika ve müttefiklerinin elinde olması gerekiyordu. Esasen NATO vazifelendirmesi gereğince, bu havaalanını yıllardır, Türkiye’nin askeri ve diğer teknik elemanları yönetiyor ve güvenliğini sağlıyordu. Şimdi, Amerikan Başkanı Biden, bu havaalanının Türkiye tarafından işletilmesi gerektiğini düşünüyordu.

Türkiye Başkanı Erdoğan da, bunun prensip olarak kabul edilebileceğini ve amma, bir takım şartları olduğunu ve özellikle de ‘Tâlibân’ın üzerinde derin etkisi olduğu bilinen Pakistan’la birlikte bu havaalanın işletilmesi ve güvenliğinin sağlanması gerektiğini beyan ediyordu.

*Ama, Erdoğan, ‘Tâlibân’la görüşülebileceğini ve Tâlibân’ın da, tıpkı Amerika’yla görüştükleri gibi kendileriyle de görüşmesi gerektiğini’  belirttikten ve hele de, ‘Tâlibân’ın, kendi ülkelerini işgal etmekten vazgeçmeleri’  çağrısı da yapınca.. Tâlibân örgütünün bazı temsilcileri Ankara’ya geldi ve yapılan görüşmelerde, Türkiye’nin yardımlarına ihtiyaç duyduklarını ifade ettikleri açıklandı..

Türkiye’yle Afganistan arasındaki irtibatların tarihî arka-plânına bakmak gerekiyor.

*Biraz geçmişe dönelim..

Yazık ki, Selçuklu’nun devamı olan Osmanlı, Gazne Sultanlığı’nın, Selçukluların asırlarca hükmettiği topraklarla hemen hiç ilgilenmemiştir. Arada, son 500 yıldır derin bir mezheb ayrılığının etki alanına giren Safevî İranı’nın  bulunması bahane olarak ileri sürülse bile, bu, çok güçlü bir gerekçe sayılamaz.

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine, yargılanmaktan kurtulmak için, yurt dışına kaçan İttihad ve Terakki Cemiyeti/ Partisi’nin lider kadrosundan Sadrâzam Said Halim Paşa Roma’ya,  Tal’ât Paşa Berlin’e, Cemal Paşa Tiflis’e kaçarken, Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili Enver Paşa da Rusya’ya kaçmıştı.

Ama, oradaki komünist ihtilal hükûmeti, onu kendi emel ve hedefleri yolunda kullanmak isteyince.. Enver Paşa,  oradan da Rusya komünistlerinin Orta Asya’daki sızma hareketlerine karşı koymak için Özbekistan ve -söylendiğine göre, Moskova’da izini kaybettirerek ve gizlice- Tacikistan’a geçmişti,

Bu bilgiyi niye mi tekrarlıyoruz?

Çünkü, Enver Paşa’nın ‘emir eri’ durumunda olan bir ilginç isim vardır, Afganistan tarihinde..Bu isim, ‘Beççe-i Saka’(Sakaoğlu) Habibullahdır.  O zamanki  yaldızlı ve cezbedici unvanıyla , Beççe-i Saka Habibullah /Hâdim-i din-i Resulullah..(Resulullah’ın dininin hizmetçisi..)

‘Beççe-i Saka’, sırf Osmanlı Ordularının Başkomutan Vekili olan Enver Paşa’nın emir eri olmasının kendisine kazandırdığı itibar ile, ülkenin kontrolünü adım adım ele geçirmekteydi.  Ve Enver Paşa Orta Asya müslüman halklarının nezdinde,  ‘İslâm Orduları Başkumandanı’ olarak anılıyordu.

Tıpkı, bu gün Tâlibân’ın yaptığı gibi..

Ancaaak, Tâlibân’ın 100 yıl öncelerdeki ilk öncü örneklerinden sayılabilecek ve Afganistan’da 9 ay kadar hükmeden ve Afgan Kralı/ Şahı Emanullah Khan’ı İngiltere’nin elindeki Hindistan’a kaçmaya zorlayan Beççe-i Saka Habibullah, yönetimde tam bir çıkmaza saplanmıştı. Çünkü, hattâ, okuma- yazmasının olmadığı da söylenen Beççe-i Saka, devleti nasıl yöneteceğini bilemiyordu..(O günlerin , 1926’ların, Cumhuriyet gazetesinin birinci sahifesine bakılırsa, Beççe-i Saka ve Hareketi’nin irtica olarak suçlandığı ve M. Kemâl’in hayranı ve tilmizi sayılabilecek olan Emanullah Khan’ın yenilmesinden de derin bir acı duyulduğu görülür. )

*Beççe-i Saka’nın hata ve yanlışlarından bugün Tâlibân ders alabilecek mi?

Beççe-i Saka, iktidara gelir gelmez, bütün mektebleri kapatmıştı..(O zamanki kültürel mücadele ve devrim âdetleri de böyleydi..Hitler Almanyası’nda, bütün aykırı kitablar yakılırken, başka yerlerde de, alfabeler değiştirilip, önceki alfabeler yasaklanarak, bazı halkların, geçmişteki kültür ve medeniyetleriyle irtibatı kesiliyordu. Bunu Azerbaycan’da ve başka yerlerde de gördüğümüzü hatırlayabiliriz..) Beççe-i Saka, 9 ay sonra devrildi ve öldürüldü. Nadir Şah ve onun ölümüyle de, 1933-1973 arasında, tam 40 yıl, Zâhir Şah, Afganistan yönetiminin başında bulundu.

(Zâhir Şah zamanında Türkiye ile Afganistan arasında askerî işbirliği oldukça ileri seviyedeydi ve General Kâzım Orbay, Afganistan Ordusunun modernleştirilmesi için vazifelendirilmişti.)

*Zâhir Şah, 1973’de, İtalya’da bir resmî gezide iken, damadı Başbakan Davud Han tarafından kansız bir saray darbesiyle, yönetimden uzaklaştırıldı ve Şahlık/saltanat rejimine son verilip, Cumhuriyet ilân edildi ve ama, tıpkı bizde de görüldüğü üzere, rejimin adının Saltanattan Cumhuriyet’e dönüştürülmesiyle, ülke yönetiminde farklı bir yönetim olmadığı görülmüştü. Hattâ, Cumhûriyet’in ne mânaya geldiği bile bilinmiyordu..

Ve…27 Nisan 1978 gecesi Nûr Muhammed Tarakî adında bir komünist gazetecinin liderliğinde, Sovyet Rusya gözetimindeki yerli komünistler, kanlı bir darbe gerçekleştirmiş ve Davud Han ve ailesi toptan öldürülmüş ve ilk 1 hafta içinde sadece Herat şehrinde ve müslüman halkın önde gelen isimlerinden 25 binden fazla insan katledilmişti.

*Komunist Darbe’yle kurulan S. Rusya kuklası rejim, bütün Afganistan’ı kan gölüne çevirirken, onlarca Müslüman gruplar tesis edilmiş ve ellerindeki dar imkânlara rağmen bu teşkilatlar, müthiş bir dirençle ölüm-kalım savaşı’na girişmişlerdi. Bu teşkilatların başında İkhwan-ul’Muslimîn Hareketi’nin Afganistan’daki temsilcisi oldukları iddiasını taşıyan Prof. Burhaneddin Rabbânî  liderliğindeki Cemiyet-i İslâmî ve Gulbeddin Hikmetyar liderliğindeki Hizb-i İslâmî geliyordu.

Bu iki teşkilat da gerçek İkhwan-ul’Muslimîn’i sadece siyasî olarak değil, silahlı mücadelelere kadar temsil ettiklerini ileri sürüyorlar ve komünist güçlere karşı savaştıkları kadar, kendi aralarında da liderlik mücadelesi veriyorlardı.

Bu arada, Sovyet Rusya, Terakî’nin başarılı olamıyacağını görünce, Hâfizullah Emin isimli bir başka komünist kişi eliyle Terakî öldürtüldü; Hâfizullah Dönemi başladı..

O da birkaç yıllık yönetiminde Rusya’nın istediği şekilde başarılı olmayınca, Babrak Karmal isimli bir diğeri eliyle, Hâfizullah da bertaraf ettirildi ve Karmal Dönemi başladı..

O da başarılı olamadı ve neticede, Necibullah denilen birisi Karmal Moskova’da iken, onun yerine oturdu. Ama, o da sonunda, 1991’de Ahmed Şah Mes’ûd komutasındaki mücahid güçlerinin başkent Kabil’e girmesinden sonra, Birleşmiş Milletler Bürosu’na sığındı. Ne var ki, orayı basan hışımlı  halk kitleleri tarafından çıkarılıp, hemen o kapının önünde linç edildi..

Bu arada, Rus Orduları’nı PençşîrVâdisi’nde çivileyip ileri gitmesine olduğu için ‘Pençşîr Arslanı’ diye haklı bir ün kazanan Ahmed Şah Mes’ûd isimli genç bir gerilla komutanı da, Burhaneddin Rabbânî’nın liderliği altında hareket ediyordu. Ahmed Şah Mes’ûd, cephelerden birinde, en seçkin komutanlarıyla Tekhar bölgesinde bir sahra toplantısı yaptığı sırada, Hikmetyarın Yardımcısı Seyyid Cemâl ve komutanlarınca baskına uğruyorlar ve aralarında Gazi İslamuddin başta olmak üzere nice seçkin gerilla komutanlarından 38’i katlediliyordu.

Artık bu iki aslî ‘Cihad Grubu’ arasındaki husûmet daha bir derinleşmişti. Nitekim, birkaç ay sonra bu kez de Ahmed Şah Mes’ûd, Hikmetyar’ın -Hâfız Seyyid Cemâl başta olmak üzere- en seçkin komutanlarından 50 kadarını ele geçirmiş ve onları bir sahra mahkemesinde yargılatmış ve onlarcasına idâm cezası verilmişti. Hikmetyar, Ahmed Şah Mes’ud’a gönderdiği ihtarnâmede, ‘Eğer, Seyyid Cemal öldürülürse, aramızdaki düşmanlık asla bitmeyecektir..’ diyordu.

Ve, Seyyid Cemâl ve diğer bazı komutanlar hakkındaki idâm kararları infaz ediliyordu. (O idâmların sayısının olabildiğince az olması için Üstad Rabbanî’nin Tahran’da bulunduğu sırada Ahmed Şah’a telefonda yalvarırcasına yaptığı tavsiyelerin, -fakîr- bizzat şahididir.)

Ve amma, 9 Eylûl 2001 günü (yani, Amerika’da gerçekleşen ve dünyayı da dehşete düşüren 11 Eylûl 2001’den sadece iki gün önce) Ahmed Şah Mes’ûd da bir suikasdde katledildi, daha sonra Cumhurbaşkanı Rabbanî de aynı âkıbetle karşılaştı.

İrili-ufaklı diğer ‘cihad teşkilatları’ da yıllarca bir taraftan komünistlere karşı savaşırken, bir taraftan da bir ‘birlik oluşturmamak’ta direniyorlar, anlaşmamakta anlaşıyorlardı.

*Şimdi bunları hatırlamanın faydası  ne mi?

Afganistan, çetin bir coğrafyadır ve orada verilen hattâ  müslüman gruplar arasındaki silâhlı mücadelelerde de çok acımasızdır. Bu gruplar arası boğuşma sona ermeyince, ‘Tâlibân’ teşkilatı, Afganistan halkına bir kurtuluş ümidi olarak sunuldu.

Rusya kuklası 14 yıllık komunist hükûmetlerin son bulmasından ve Sovyetler Birliği’nin de dağılmasından sonra.. Mücahid teşkilatları arasındaki liderlik yarışmaları sivil halk kitlelerini de korkunç şekilde kavurarak Afganistan’ı daha bir perişan etti.

Ve o dönemde Tâlibân, sanki bir umut gibi yükselip sonunda 1995’de ülkenin büyük kısmında hâkim duruma geldi. Ve, 6 yıl süren bir yönetim boyunca belki çatışmalar bastırıldı, ama, bir hükûmeti ayakta tutmak için bu yeterli olamazdı, nitekim olmadı da.. 6 yıllık bir Tâlibân Dönemi boyunca, halkın günlük hayatında olumlu sayılabilecek fazla bir gelişme sergilenemedi..

Amerika’da 11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın gerçekleşmesi karşısında, Amerikan emperyalizmi, nereye saldıracağını bilmeyen kızgın bir boğa gibi her tarafa toslayıp saldırırken, o saldırganlığın en büyük hedefi olarak, Afganistan seçilmişti.. Zayıf , güçsüz, viraneye dönmüş bir ülke olan Afganistan’ı, ‘Ölüyü bir daha öldürdük..’ dercesine ağır bombardımanlar altında ezerek, büyük zafer kazanmış gibi görünmek istiyorlardı.

Sonunda, 2002 başında, esasen lider kadrosunun fotoğrafları bile  Afgan halkı için de, dünya kamuoyu için de  bilinmeyen, esrarengiz kimselerden oluşan Tâlibân Hükûmeti çöküyor ve âdetâ buharlaşıyor, geride kimse kalmıyordu. (Devamı, gelecek yazıda..)

*Gazeteci/Yazar

 

Güncel Haberler