YAŞASIN CUMHURİYET!?

Hüseyin Yürük

Bir düşünürün güzel bir tesbiti var: Ne yaptığınız değil, nasıl yaptığınız önemli der...Bu kuralı hayatın her alanında uygulamak mümkün. Yaptığınız iyilik kadar onu nasıl yaptığınız da önemli mesela...Bir şahsa eksiğini söylemek kadar onu nasıl söylediğiniz de önemli mesela

Öteden beri yönetim şekilleri ve tarzları tartışılır. Siyaset bilimcileri yönetim tarzlarını tanımlarken, yönetim tarzlarının işleyiş biçimini de incelerler...

Bir yönetimin adının Cumhuriyet olması, o ülkede halkın bütün kuruluşlarıyla iktidarda olması, Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olmasının sağlanması demektir.

Bu iddia, çeşitli sorunlar nedeniyle yeterince icra edilemiyorsa, o zaman cumhuriyetin sağlıklı bir şekilde tecelli etmesini sağlayacak tedbirler alınmalıdır.

Türkiye'de 1923'de başlayan süreç, 'Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir' iddiası üzerine bina edilmiş bir cumhuriyet yönetimidir.

Ne var ki bu iddia zaman içerisinde çeşitli sorunlar yaşamış, 1960'da bir darbeyle hükümeti deviren güçler, 1924 Anayasası'nı kaldırmışlar, Darbeci General Cemal Gürsel rejimi '2. Cumhuriyet' olarak tanımlamıştır.

2. Cumhuriyet, yönetimi cumhurdan, cumhurun seçtiklerinden almış, atanmış bürokratlara teslim etmiştir.

Başta da söylediğimiz gibi, yönetim sisteminizin adını ne koyduğunuzdan daha çok halkı yönetirken hangi yönetim şeklini seçtiğiniz önemlidir.

Önemli Türk edebiyatçısı ve gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın'ın işte bu olguya parmak basan, Cumhuriyetin ilan edildiği gün yazdığı 'Yaşasın Cumhuriyet' yazısını sizlerle paylaşmak istedim:

Meclis-i Mebusan'da alkışlarla kabul, hariçte top atışlarıyla tes'id (Tebrik) ederek ilân ettiğimiz Cumhuriyetin yaşamasını sahiden istiyor muyuz? İstiyorsak her şeyden evvel şunu bilmeliyiz ki, Cumhuriyet alkış ile dua ile şenlik ve şehrayin (ışıklı gece gösterileri) ile yaşamaz. Onu yaşatmak ister. Cumhuriyet, ancak hüsn-ü idare ile Cumhuriyete layık olmakla yaşar.

Cumhuriyet bir tılsım değildir. Millet Meclisi'nde bir efsun yapıldı; bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden bulunacak değildir. İşler biz düzeltirsek düzelecek, dertler biz çaresini bulursak ortadan kalkacaktır...

Ben Cumhuriyetçiyim. Bütün Hey'et-i İçtimaiyyeler için en yüksek şekl-i idare mefkuresinin Cumhuriyetten başka bir şey olamayacağına kaniim... Fakat Cumhuriyetçi olmakla beraber bu kelimeye bir put gibi tapmam. Bir Cumhuriyetin kıymeti onu idare edecek ellerdedir.

Eğer zihinlerimizde kurun-u vüsta telakkiyatı (Orta çağ Düşüncesi) hükümran oluyor ise, bu asırdaki bir Devlet adamı düşünüşü, görüşü yoksa Cumhuriyet elimizde gülünç bir lafız halinde kalır. Resmen ilan Cumhuriyetin fiilen ve hakikaten canlı bir hale gelmesi, bütün füyüzatı ile memleketi ihya etmesi için uzun bir mücadeleye ihtiyaç vardır.

 

Nitekim Cumhuriyeti kuranların bir süre sonra cumhur için değil kendileri için bir rejim kurdukları somut gerçeklerle ortaya çıktı.

 

Dolayısıyla çiçeği burnunda rejim tıkandı. Halk, kurtarıcılarından kurtulmak için  çeşitli arayışlar içine girmeye başladı.

 

Bir dönem Mustafa Kemal Atatürk'ün genel sekreterliği görevinde bulunmuş Hasan Rıza Soyak'ın Hâtıralarında naklettiği bir bölüm çok çarpıcıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan çok kısa bir süre sonra ülkedeki idari işleyişle ilgili Atatürk duygularını şöyle ifade eder: Bunalıyorum çocuk, büyük bir ızdırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yoksulluk, maddi, manevi perişanlık içinde.

 

Türkiye'de çok partili siyasi hayata geçişe tesir eden etkenleri siyasi tarih uzmanları çok çeşitli sebeplerle izah etse de asıl sebep sosyolojikdir. Ne var ki ülkemizde geçmişten bugüne siyasi hayat, sosyolojik bir olgu olmaktan kurtulup siyasi realite haline gelememiştir.

 

Cumhuriyetin kurucusunun “Cumhuriyet murakabe (denetimi) gerektirir. Murakabesiz, cumhuriyet olmaz” tasavvuru karşısında dönemin yönetici elitinin toplum tasavvurları farklı bir yönetim anlayışının ipuçlarını taşımaktaydı.

 

Sabiha Sertel hatıralarında bu anlayışı Halk Partisi'nin önde gelen mebusu Mazhar Müfit Kansu'nun ağzından nakleder: “Halk Partisi neden demokratik bir seçime gitmiyor, halkın oyuna başvurmuyor?” dedim.  Mazhar Müfit bu soruya adeta kızdı. “Siz ne zannediyorsunuz” dedi. Bu halka seçim hakkı verirsek, Meclis'e kimler gelir bilir misiniz? Hacılar, hocalar, şeyhler...”

 

İlk dönem yönetici elit bugün de pek yabancısı olunmayan seçkinci, yukarıdan aşağıya tek partili bir düzeni, toplumun önüne koyarken, zaman içerisinde toplum tamamen unutulur. İdris Küçükömer'in ifadesiyle ‘düzen halka yabancılaşır.’ Bu yabancılaşmayı teşhis eden dönem aydınları şüphesiz vardır, ancak sesleri ve uyarıları yeterince duyulmaz.

 

Dönem ideologlarından Ş. Süreyya Aydemir'in “1930 sıralarında CHP halktan kopmuştu” şeklinde tanımladığı yönetici-halk ilişkisine ait çarpıcı bir örneğe Nimet Azık Hatıralarında şöyle yer verir: Meclis reisvekili bir zamanlar Mazhar Germen'di. İki güzel kızı vardı. Biri evlenmek üzereydi. Memlekette ilaç bulunamazken kızının çeyiz alışverişini Peşte'de yaptırmıştı. Ankara Palas'ta anlatıyordu: Annesiyle birlikte döneceklerdi. Ancak uçakta çeyize yer yoktu. Bir kolayını bulduk. Hariciye vekiline rica ettik. İki yolcu uçaktan indirildi, çeyize yer açıldı, ana kız geldiler, hö hö..”

 

Düzen, iyiden iyiye yabancılaşmış, Paradigma iflas noktasına gelmişti. Toplum alttan alta kaynaşıyor, halk murakabe istiyordu. Milli Şef, çeşitli manevralarla halkın murakabe talebini bastırsa da yükselen dalgayı görüyordu. 2. Dünya Savaşı imdadına yetişti. Halk bir kez daha güvenlik duygusunu, özgürlük ve murakabe duygusuna tercih etmek zorunda kaldı.

 

Savaş bitince, iç ve dış talepler tekrar zirveye çıktı. Türkiye, 1946 yılında sessiz sedasız, kontrollü bir yöntemle çok partili hayata merhaba dedi. Milli Şef geçiş süresi sırasında ülkedeki halkın varlığını keşfetti. Türbeler ve İlahiyat Fakülteleri işte bu dönemde açıldı.

 

İsmail Cem, o günkü konjonktürü  'Hiçbir ekonomik rahatlama sağlamayan bürokrat rengindeki iktidarı halk düşman bellemekteydi' tesbitiyle izah eder.

 

Tekrar başa dönelim ve işin özünü ortaya koyalım:Fakat Cumhuriyetçi olmakla beraber bu kelimeye bir put gibi tapmam. Bir Cumhuriyetin kıymeti onu idare edecek ellerdedir.




Güncel Haberler