İNSAN ve ORUÇ

Prof.Dr Mustafa Samastı**

Dünya hayatı insan varlığının kronolojik olarak çok kısa fakat anlam boyutu itibarıyla en önemli devresidir. İnsan, bu dünyanın biyolojik bir parçası değil, geçici bir misafiridir. Dünyaya ait olan insanın bedenidir. Beden nefisle, nefis ise bir yönüyle şeytanla irtibatlıdır. Bu irtibat kişinin kendi varlık hakikatinden uzaklaşıp gaflete dalmasına yol açar.

 

“Rahmanın zikrinden gafil kalana derhal bir şeytan musallat ederiz.” (Zuhruf, 25)

 

Dünya, insanın yaradılış amacına, kemale ulaşması için bilinç ve marifet kazanacağı bir alt basamak; kendisine verilen imkân ve kabiliyetlerin sınanacağı bir imtihan sahnesidir. “Dünya” sözcüğü de kelime anlamıyla (deni: alçak, aşağı; edna/dünya: daha aşağı) bu gerçeğe işaret eder. Bu seviye nefsin sınırsız istekleri yönündeki ölçüsüz davranışlar sonucu bir aldanış ve pişmanlığa; yahut en azından bir boşluk ve mahrumiyet duygusuna karşılık gelir.

 

 Buradan çıkıp kurtulmak veya büsbütün batağa saplanmak kişinin özgür ifadesi ve kumandasına bırakılmıştır. Kendini heva ve hevesine kaptırmak düşüş için yeterli iken; kurtuluş aktif bir çabayı, mutlak gerçeklikten bir an bile kopmamayı gerektirir.

 

İnsanın bu genel aldanış haline güçlü vurgu yapılan Asr suresinde, sadece hakikate inananlar, yararlı davranışlarda bulunanlar ve bu hususta birbirlerine destek olanların kurtulabileceği beyan edilir.

 

Kötülüğe eğilimi olan nefis ve onun zaaflarını sürekli kollayıp her fırsatta onu saptırmaya çalışan şeytan “İnsani yolculuğun” amansız iki düşmanıdır. Bu iki düşmana karşı korunmanın en etkin yolu nefis tezkiyesidir.

 

Nefis, insani tekamülün hem temel aracı, itici gücü, hem de en büyük engelidir.

 

Muhakkak ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiş, kötü arzularının peşine takılan ise kendine yazık etmiş, helake sürüklenmiştir.” (Şems, 9-10)

 

Nefis, insanı şirke sürükleyen baş faktördür. Şirk, insanın varlık gerçekliğini parçalayan, Rabbi ile ilişkisini koparan, gaflet halinin zirvesi, dolayısıyla insanın bizzat kendine karşı işlemiş olduğu en büyük zulümdür.

 

Nefsin kötülüklerine, şeytanın hile ve tuzaklarına karşı insan çok zayıftır. Bunun için en büyük güce sığınmaya ve O’nun yardımına ihtiyacı vardır. Bu yardım insana sabır ve namaz aracılığı ile ihsan edilir. (Bakara, 45)

 

Allah’ın yardımı sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)

Oruç bir sabırdır ve zorluklara karşı büyük bir güç kazandırır.

 

“Ey iman edenler, Allah’dan sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın, Allah yolunda gayret gösterin ki, felaha erişesiniz.” (Mâide, 35)

 

Sabır (Oruç) Allah’ın yardımına, rahmetine kapı açan güçlü vesilelerden biri, O’na yaklaşma vasıtasıdır.

 

Dolayısıyla, namaz ve oruç insanı zora koşmak için değil; insanın önündeki zorlukları, engelleri aşması, Allah’a yaklaşmasına vesile olması için ihsan edilmiş iki büyük imkân, manevi güç ve enerji kaynağıdır.

 

Muhakkak ki insan kendini müstağni (güçlü, ihtiyaçsız) görünce azar.” (Alak, 6-7)

 

Oruç, açık bir şekilde insanı nefsiyle yüzleştirir, ona haddini bildirir, acziyetini, muhtaçlığını açığa çıkarır, onu dizginler, sakinleştirir, doğru ve dengeli davranmasını sağlar.

 

Açlık duygusu nefsin son kalesidir. Tüm diğer duygu ve hisler ortadan kalktığında bile açlık hissi devam eder. Bu nedenle oruç nefis terbiyesinde son derece etkilidir. Oruç, meşru dairenin gerisine çekerek günahlara karşı nefse büyük bir direnç ve korunma sağlar. Bu nedenle oruç tüm ümmetlere farz kılınmıştır.

 

Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı, ta ki korunasınız.” (Bakara, 183)

 

Oruç nefis terbiyesinden ibaret değildir. Bunun yanı sıra nefis kuşatmasının kalkmasıyla manevi melekelerin serbestleşmesini, Allah’ın sınırsız tecellisine mazhariyet ve yüksek derecelere erişmeyi sağlar. Bir bakıma oruç insanın bedensel varlığını aşma tecrübesidir.

 

İlk planda bedeni bir ibadet gibi görünen oruç aslında tam anlamıyla ruhani bir seyahattir. Nitekim seyahat eden anlamındaki “sâihun” kelimesi genel görüşe göre Kur’an’da oruç tutanlar için kullanılmıştır.

 

Oruç, beden lehine bozulan beden-ruh dengesini düzeltir. Oruç, sınırsız nimete erişmenin sihirli formülüdür. Zira, sabredenlerin mükafatının hesapsız verileceği (Zumer; 10) Kur’an’da açık bir şekilde belirtilmektedir.

 

Oruç, tefekkür ve düşünce kapasitesini genişletir, insanın iç dünyasının gizli kalmış zenginliklerini açığa çıkarır; âdeta bir şalter gibi insanın ilgisini maddi alandan mana âlemine çevirir; içimizdeki “gerçek insanı” keşfetmemize ve böylece Rabbimizi tanımamıza vesile olur.

 

Orucun Ramazan ayında farz kılınmasının Kur’an’la yakın bağlantısı vardır (Bakara, 184). Dolayısıyla Ramazan orucunun en temel özelliği insanı Kur’an’ın manevi atmosferine hazırlamasıdır. Böylece oruç insanın kendisiyle, Rabbiyle ve tüm çevresiyle ilişkilerini doğru temellere oturtmasında önemli rol oynar.

İnsanın sorumluluğu açısından dünya “bedel âlemi”, cennet ise “nimet âlemi”dir. Bir bakıma dünya hayatı sonsuz mutluluğa ermek için kısa süreliğine bir bedel ödeme yeridir.

 

Allah cennet karşılığında mü’minlerin canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe, 111)

 

Bu âyetin ışığında bakıldığında bir anlamda oruç, dünya hayatının küçük bir temsilini bize sunmaktadır. Oruç hali dünya sıkıntısına, iftar anı da cennete kavuşmanın mutluluğuna karşılık gelir.

 

Orucun insana kazandırması gereken en önemli yarar Allah’ın sınırlarına riayet anlamında hayatının tamamını oruçlu geçirebilme yeteneğini kazandırmasıdır.

 

Geçici hayat orucunun iftarı da ebedi cennetten başka birşey değilir. Bu Ramazan bizim için belki de son fırsattır. Bu fırsat denizinde yıkanıp arınma dileğiyle Ramazanınız mübarek olsun.

 

* Bir Bilge Hekimin Zamana Şahitliği, Tefekkür Düşünce Merkezi, İstanbul,2021

**Prof.Dr Mustafa Samastı

Prof. Dr. Mustafa Samasti 1951 yılında Hasanbey'de doğdu. İlkokul'u Büyükyoncalı İlkokulu'nda Ortaokul ve Lise'yi Vefa Lisesi'nde okudu.

1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'da uzman oldu.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında doçent oldu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1996 yılında Profesör oldu.Klinik Mikrobiyoloji, Bakteriyoloji, Dezenfeksiyon, Hastane İnfeksiyonları üzerine çalışmalar yaptı.

SAĞLIK-SEN İstanbul İl Başkanlığı yapmış olup halen Kutup Yıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.

Uluslararası ve ulusal makalelerinin yanı sıra yayınlanmış kitapları da bulunan Prof. Dr. Mustafa Samastı İngilizce ve Almanca bilmektedir.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı iken emekli olmuştur.




Güncel Haberler