EL-HAMDÜ LİLLÂHİ RABBİ’L –ALEMÎN *

Prof.Dr Mustafa Samastı**

Anılmaya değer oluncaya kadar insanın üzerinden sonsuzca uzun bir zaman diliminin geçtiğinin (İnsan,1) vurgulanması, onun diğer varlıklar arasındaki seçkin yerine işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanın kısa bir dünya hayatı ile sınırlı ve başıboş bir varlık olmadığını ortaya koymaktadır.

 

“Muhakkak ki Biz insanoğlunu şerefli ve yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık. (İsra 70)”

 

Gökleri, yeri insanın hizmetine amade kılan, indirdiği suyla tüm canlıların rızkını sağlayan Rabbimiz kendi ruhundan üflediği insana meleklerini secde ettirmiş, onu kendisine muhatap kılmış, bedenî ihtiyaçları yanında ruhi ihtiyaçları için de şerefli elçilerini görevlendirerek vahyettiği kitaplar aracılığı ile kendisini karanlıktan aydınlığa çıkaracak hidayet yollarını göstermiştir.

 

Dünya hayatı insan için bir imtihan, beşer hâlinden üst bir bilince, insani kemale, diğer bir ifadeyle süfli konumdan ulvi mertebeye erişebilme imkânıdır.

 

Zorluğu olsa da her imtihan aslında insana sunulan bir fırsattır. Dünya imtihanı da yaradılış amacının gerçekleşmesi, Allah’ın insana üflemiş olduğu ruh cevherinin sırrının tüm güzellikleri ve kemalatı ile ortaya çıkmasını sağlama sürecidir.

 

Bir şeyin imtihan olması o şeyin zıddının da mümkün olmasını gerektirir. İnsanı meleklerden üstün ve değerli kılan da onun bu özelliği, yani iyiliğe de, kötülüğe de eğilimli olmasıdır.

 

“Muhakkak ki Allah zerre miktarı dahi haksızlık yapmaz. Hayırlı bir iş olunca onu kat kat arttırır ve (ayrıca) kendi katından büyük bir mükâfat verir (Nisa 40).”

 

Allah gizli aşikâr, olmuş olacak her şeyi bilir. O’nun imtihan etmesi, bilmek, öğrenmek için değil, insana öğretmek, bildirmek içindir.

 

“Hiçbir musibet, daha önce buyruğumuzla öngörülmüş olmadıkça, ne yeryüzünde ve ne de sizin başınızda vukua gelmez. Şüphesiz bu Allah için kolaydır.”

 

“Bunu bilin ki, elden kaçana üzülmeyesiniz ve size verilenlerle de şımarmayasınız. Çünkü Allah kendini beğenmiş şımarıkları sevmez. (Hadid 22-23)”

 

İyilik hâli insanın yaradılış amacına da uygun olan asli özelliğidir. Kötülükler ise sonradan kazanılan arızi bir durumdur. Bu nedenle arızi olandan, yani kötülükten arınmak her zaman mümkündür. Nasıl ki yeryüzünde kirlenen sular buhar hâlinde gökyüzüne yönelerek her seferinde tertemiz aslına dönüyorsa, tıpkı onun gibi insanoğlu da ne kadar günah işlemiş olursa olsun pişmanlık duyarak tövbe edip Rabbinden bağışlanma dilediğinde hiç günah işlememiş gibi olabilmektedir. “… muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar, çünkü O sınırsız bir bağışlayıcı ve merhamet kaynağıdır. (Âl-i İmran 53)”

 

Rabbimizin kötülüğe izni varsa da rızası asla yoktur. Kötülükte izin kullananın tercihi ve özgür iradesi vardır. Nitekim iyilikler Allah’a (Nisa 79), kötülükler ise şeytana (Nas 4) ve nefse (Nisa 79) nispet edilir.

 

Ancak, şeytanın kendi başına kötülük yapma erki yoktur. O, insanın iradesini kendine yönlendirerek buna erişir. Neticede kötülüğü işleyen bizzat insanın kendisidir.

 

Bu nedenle şeytandan Allah’a sığınmak ve her işe besmele ile başlamak son derece önemlidir.

 

Besmele çekmek; Allah adına, O’nun izniyle, O’na dayanarak, güvenerek, O’nun verdiği imkân ve güçle hareket ettiğinin bilincinde olmak, Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli etmesini talep etmek, daima Allah’ın yardımına muhtaç olduğunu bilerek gerekli kuvveti ihsan etmesini dilemektir. Böyle yaparak insan rahmet ve kemal yoluna adım atmış, rahmanî bir yolculuğa çıkmış olur.

 

“ ‘Göklerde ve yerde olanlar kimindir?’ diye sor. De ki, rahmeti kendine ilke edinen Allah’ındır. Muhakkak ki O geleceği şüphesiz olan kıyamet günü sizi toplayacaktır. Ancak kendilerine yazık edenler iman etmezler. (En’am 12)”

 

Hamd Allah’a boyun eğme ve hidayetini kabuldür. Bütün hamdler, övgüler Allah’a mahsustur. Zira Allah’tan başka hiç kimse, sahip olduğu değere kendiliğinden erişmiş değildir. Allah’ı layıkıyla övebilmek de ancak Allah’a mahsustur. “Hamd, kuluna kitabı inzal eden ve onda hiçbir zorluğa mahal bırakmayan Allah’a mahsustur (Kehf, 1); O kitap ki onda hiçbir kuşkuya yer yoktur (Bakara, 2) ve O en doğruya, en güzel olana eriştirir (İsra 9).”

 

El-hamdulillahi Rabbi’l âlemîn demek aynı zamanda Allah’ın Rablığını (alemlerin yöneticisi, terbiye edicisi olmasını) övmektir. Terbiye etmek, bir şeyi başından sonuna kadar kademe kademe kemal derecesine eriştirmektir. Allah’ın emirleri, yasakları, lütufları, musibetleri, insanların farklı özellikleri, güzellikler, çirkinlikler, iyilikler, kötülükler… Hepsi bu terbiye sürecinin tamamlayıcı unsurlarıdır.

 

Elhamdulillah zikir, şükür, övgü, nimeti ikrar, minnet ve dua ifade eder. Elhamdulillah demek Allah’dan gelen her şeye razı olmak demektir. Yunus Emre’nin deyişiyle:

“Hak’tan gelen şerbeti içtik elhamdulillah

Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah” dizelerinde anlamını bulan bir olgunlaşma sürecidir.

 

Hamd etmek iman edip salih amellerde bulunmayı, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyi, nimetlerine şükretmeyi, musibetlerine sabretmeyi gerektirir.

 

Şükür, verilen nimete karşılık olarak yapılır. Hamd ise nimet verilse de alınsa da her zaman yapılır. Zira kul her daim Allah’ın gözetimi altındadır. Ayrıca bir nimetin alınması, daha büyüğünü vermek murat edildiği için olabileceği gibi musibetlere karşı kalkan olması için de olabilir. Bütün bunlara hamd etmek gerekir ve hamd Allah’tan başkasına yapılmaz.

Şükür ve sabır her şeyi hayırlı kılar. Musibetlere sabredenler üzerinde Allah’ın desteği ve rahmeti tecelli eder. (Bakara 155-157) Sabırlarına karşılık olarak hesapsız şekilde mükafatlandırılırlar. (Zumer, 10) “Allah (c.c.) sabredenlerle beraberdir. (Bakara, 249)”

 

Hamd etmek kâinattaki eşsiz ahenge (Her şey Allah’ın sınırsız, kusursuz güzelliğini övgüyle tesbih eder; İsra 44) katılarak Rabbinden razı ve hoşnut olduğunu beyan etmektir. Elhamdülillah sözü övgü olduğu kadar aynı zamanda tevhidi (Allah’ın tekliğini) ifade ettiğinden zikrin en üstünü sayılmaktadır.

 

İnsan idraki, varlığı ancak zıddı ile algılayabilmektedir (tezahür). Bu manada hayatı ölümle, iyiyi kötüyle, kusursuz olanı eksik ve kusurlu olanla anlamlandırırız. Bir bakıma insan kendi acziyetini ve kusurunu idrak ettiği ölçüde Rabbinin yüceliğini, hata ve kusurdan münezzeh oluşunu anlar, o nispette “insan” olur. İnsani gelişimin, olgunlaşmanın en büyük imkânı da en büyük engeli de bizzat insanın nefsidir. “Her kim nefsini arındırırsa kurtuluşa ermiş, onu (karanlığa) gömen de hüsrana uğramıştır (Şems 9-10) .”

 

Kötülük, her yönüyle iyiliği anlamlandırmak, değerli kılmak içindir. Zahirî birçok kötülük insan için bir sınav ve olgunlaşma aracı, büyük mükâfatlar kazanma vesilesidir.

 

Allah (c.c.) sameddir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her şey O’na muhtaçtır. İnsanın ibadeti de sadece kendi yararı içindir. Eksik ve kusurlu dünyadan, ancak tertemiz olanların girebileceği eşsiz ve kusursuz cennetlere liyakat kazanmak, Rabbini tanıyacak üst bir şuura erişebilmek içindir.

 

Kulun ne ibadetinin Allah’a bir yararı, ne de isyanının zararı vardır. Ancak, Allah (c.c.) kulunun hidayetini dilemekte ve bunun için mesajlarını, emir ve yasaklarını ona ulaştırmaktadır.

 

Sahih-i Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte belirtildiğine göre, çölde devesini bütün teçhizatı (su, yiyecek ve eşyaları) üzerinde olduğu hâlde kaybeden kişinin hayvanına kavuştuğunda duyacağı sevinçten çok daha fazlasını, kulunun tövbe ederek yanlıştan dönmesi karşısında Cenab-ı Hak duyar.

 

Yüce Rabbimiz insanın gerçekleri anlayıp doğruya yönelmesi için her türlü misali onun idrakine sunmanın yanı sıra iyilikleri çok daha fazlasıyla mükâfatlandırmayı, kötülükleri ise -en fazla- dengiyle cezalandırmayı, hatadan dönenin, kendine yönelenlerin ise geçmiş kusurlarını affetmeyi vadetmektedir.

 

Hatta bunun da ötesinde, tövbe ettikten sonra inanıp salih amellerde bulunanların daha önce işlemiş oldukları kötülükleri iyiliğe dönüştüreceğini müjdelemektedir (Furkan 70). Ve de insan ne kadar hataya batarsa batsın, son nefesine kadar kendini kurtarabilme, tövbe edip Allah’a yönelme fırsatı açık tutulmaktadır.

 

“… Muhakkak ki senin Rabbin işledikleri zulümlere rağmen (af dileyen) insanlara karşı hep bağışlayıcıdır. Ancak, muhakkak ki senin Rabbin cezalandırmada da pek şiddetlidir (Ra’d, 16).”

 

Dünyada olduğu gibi ahirette de hamd Allah’a mahsustur.

 

“O kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Başında da sonunda da hamd O’na mahsustur. Son hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas, 70)”

 

Ahirette, müminler verdiği sözü yerine getiren (Zumer, 74), üzüntü ve kederi gideren (Fatır, 34) ve herkes hakkında adaletle hükmeden Allah’a hamdederler. Cennet ehlinin son sözleri de “Elhamdulillahi Rabbi’l âlemîn” demek olacaktır. (Yunus, 10)

 

Erişmekle müşerref olduğumuz Ramazan ayı insanlığa rehber, hidayet yollarının açıklayıcısı ve doğruyu yanlıştan ayıran yüce kitabımız Kur’an’ın inzal olduğu mübarek bir aydır. (Bakara, 185)

 

Bu aya gerekli hürmeti gösterip taşımış olduğu ilahî mesaja (Kur’an’a) samimiyetle yaklaştığımızda Yüce Rabbimizin sınırsız ikramına mazhar olacağımız muhakkaktır.

 

“Eğer kullarım sana Benden soracak olurlarsa iyi bilsinler ki Ben (onlara) çok yakınım. Bana dua edenin duasına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler, Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler. (Bakara, 186)”

 

V’el -hamdu lillahi Rabbi’l-alemîn.

 

* Bir Bilge Hekimin Zamana Şahitliği, Tefekkür Düşünce Merkezi, İstanbul,2021

**Prof.Dr Mustafa Samastı

Prof. Dr. Mustafa Samasti 1951 yılında Hasanbey'de doğdu. İlkokul'u Büyükyoncalı İlkokulu'nda Ortaokul ve Lise'yi Vefa Lisesi'nde okudu.

1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'da uzman oldu.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında doçent oldu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1996 yılında Profesör oldu.Klinik Mikrobiyoloji, Bakteriyoloji, Dezenfeksiyon, Hastane İnfeksiyonları üzerine çalışmalar yaptı.

SAĞLIK-SEN İstanbul İl Başkanlığı yapmış olup halen Kutup Yıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.

Uluslararası ve ulusal makalelerinin yanı sıra yayınlanmış kitapları da bulunan Prof. Dr. Mustafa Samastı İngilizce ve Almanca bilmektedir.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı iken emekli olmuştur.

 




Güncel Haberler