HÜSNÜ GEÇER HOCAEFENDİ’NİN ARDINDAN

25 Ocak 2022

Bir hafta kadar önce Selahattin Bey Hüsnü Geçer hocayı aramış, “Hocam biraz rahatsızmışsınız.Sizi ambulansla hastaneye aldırabiliriz.” Demişti. O da “Çok hastayım, durumum pek iyi değil. Ama ben hastanenin kapısına kadar geleyim” demişti. Bir süre sonra Hüsnü Hoca, hastanenin kapısından aradı. Selahattin Bey  de Günay Bey’i  arayıp “Hüsnü Hocamızı bir odaya yatırın” demişti.

Bir kaç gün sonra telefonda Selahattin Bey’e Hüsnü Hocanın durumunu sormuştum. Önce “iyi” demişti. Sonraki sormamda ise “Biraz durumu ağırlaştı” demişti. Bugün akşam saatlerinde  Hüsnü Hocanın vefat ettiği haberi geldi. Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun inşaallah.. Kendisiyle 4 ay kadar önce Dr.Selahattin Bey’in makam odasında yemek yemiş ve hatıralarını yazması için sohbet etmiştik.

Şimdi bir rahmete vesile olması duasıyla o günkü görüşmemizi  paylaşalım:

17 Eylül 2021

Bugün Doğu ulemasından Hüsnü Geçer Hocayla Afiyet Hastanesi Başhekimlik odasında Cuma Namazının ardından toplandık. Hüsnü Geçer Hoca iki talebesi ile geldi.

Geleneksel pide ikramının ardından  hadis kartelasından rızıkla ilgili hadisi şerif çekince Hüsnü Hoca “Ben size rızıkla ilgili bir hikaye anlatayım” dedi

Hikayeye göre; bir padişah özel medresesindeki en takva öğrenciyi kendisine damat olarak tercih etmiş.Padişahın vefatının ardından bu takva öğrenci başına ‘Deyri Zirek’ veya ‘humayun kuşu’ konmuş.O ülkede başına bu kuş konan padişah oluyormuş. Dolayısıyla bu takva talebe padişah olmuş ve ülkesini adaletle yönetmiş.

Padişah mala bakmamış, hala bakmış. Padişahın kızı da kanaat sahibi olduğu için padişahın eşi olmuş. Bir insanın Allah ile  arasında münasebet ne kadar güçlü olursa, Allahu Teala da ona o kadar çok değer verir

Bazıları Derler ki; Devletlerin yönetim meclisleri  gökteki buluta benzer. Bulutun içinde ne varsa ülkenin başına da o yağar. Yağmur, kar,dolu vs.. Bulutun içinde ne varsa yağması gibi bir ülkenin Meclisinin içinde ne varsa o ülkenin başına da onlar yağar.

(Hüsnü Hoca kendisinin de bu medrese öğrencisi gibi bir süreç yaşadığını ima ederek) Ben çocukluğumda oğlakların peşinde giderdim. Ayağımızda çarık yoktu. Ayağımın derisi dahi yırtılmıştı. Yürürken ayaklarımın kanadığı olurdu. Bir gün annem bir deriyle benim ayağıma çarık yaptı. Ama bu da çok çürük çıktı. Bir süre sonra o da yırtıldı.Akşam eve geldiğimde yırtılmıştı. Ancak ayağım 2 saat rahat ettiği için ne kadar mutlu olmuştum. 1940 civarında böyle bir olay yaşamıştım. Şimdi biz de o günlerden bu günlere geldik elhamdülillah.

Babam bana 6-7 yaşında çocuk iken mübarek zatların isimlerini öğretmişti.Babam alim bir zattı. Ruslar saldırınca 71 adamı ile birlikte Ruslarla çatışmış. Bingöl halkı derelere kaçmış. Ruslar köyleri boş bulunca etrafa seslenerek “Gel, Gel” derlermiş. Sonra Rusların yerlerini askerlere bildirmişler. Bingöl halkının bir kısmı Ruslardan dolayı  Bingöl'den içerilere Malatya ve Elazığ taraflarına göç etmişler.

Şeyh İzzettin Haznevi Hazretlerini ben 13 yaşında tanıdım.Onun halifesi olan Şeyh Mustafa Sisi Diyarbakır’lıydı.Elazığ Karakoçan’a 25 yıl ilim gitmemiş. İşte bu Şeyh Mustafa, Elazığ ve Karakoçan civarındaki yaklaşık 50 Alevi köyü irşat etmiş idi.

Ben, Karakoçan civarındaki mübarek zatları anlatan ‘Gizli Hazine’ isimli Kürtçe bir kitap yazdım. Bu kitapta 10-15 mübarek zatı anlattım. Reşahat da bu anlamda mübarek bir kitaptır.

O yörede öyle mübarek zatlar vardı ki at üzerinde murakabe yaparlardı. Ancak yol taşlık iken gözlerini açarlardı.

Babam Şeyh Sisi'nin oğlu Şeyh Hadi ile Diyarbakır'da medrese arkadaşı imiş.Bir gün Şeyh Sisi’yi ziyarete gitmişler. Şeyh Sisi, 1917 yılında yapılan bu ziyarette “İleride devlete karşı bir başkaldırı olacak.Siz buna katılmayın” demiş. 1917'de ki bu olayın ardından 1924'te Şeyh Sait isyanı olunca Şeyh Hani atının üzerinden geri inmiş.

Babam köyün fahri imamıydı.Arapça ezan yasaklanınca bazı kişileri Arapça ezan okudu diye idama mahkum etmişler. Babam Karakola gidip “Köyün imamı benim. Ezanı ben okuyorum.Tanrı Uludur diyorum. Dolayısıyla siz başkasına bir ceza vermeyin” demiş. Bundan dolayı bu kişileri affettirmiş.

Dil devrimi yapılınca babam Osmanlıca kitaplarının bir kısmını suya attı. Bir kısmını ise ahırda saklamıştı. Maalesef bunları keçiler yemişler. 2 tanesini ben sağlam bir şekilde buldum. Teberrüken sakladım.

Ben gençliğimde Suriye’ye gidip Kamışlı medreselerinde ilim tahsil ettim.İcazet aldım.Biz ahırlarda okurduk. Ahırlar bizim için kaloriferli daire gibiydi. Bir de keçenin üzerine yatardık. Keçenin üzeri simsiyah olurdu. Beyaz keçenin üzerindeki pireleri kovalamak için onları güneşe çıkartırdım.

Ben İstanbul'a 1980 yılında geldim. Burada çeşitli camilerde ve en son İmamı Azam Camii'nde imamlık yaptım.

Geçtiğimiz aylarda İbn-i Haldun Üniversitesinde Dünya Müslüman Alimler Birliği'nin 3 günlük bir toplantısı vardı. Beni de oraya çağırmışlardı. Ben de gidip bir konuşma yaptım.Müteakiben bu bahardan itibaren Bingöl, Bitlis, Muş ve Elazığ’ı kapsayan 45 günlük bir gezi yaptım.

 

Güncel Haberler