Dr. Selahaddin Semiz*
Türkiye 2000’li yılların başında sağlıkta dönüşüm programı ile tüm dünyaya örnek olacak bir değişim gerçekleştirmiş, sağlık hizmetlerinde adeta çağ atlamıştı. Böylece Türkiye, sağlık sistemi olarak dünyada sayılı ülkelerin sistemini bile geçmiş hem de bölgesinde sağlık turizmi için önemli bir merkez olma konumuna yükselmişti.
Sağlıkta dönüşüm ile sağlanan bazı değişiklikleri ana başlıkları şöyle sayabiliriz:
SSK-Emekli sandığı, Bağ-Kur vs sosyal güvence ve hastane hizmetlerinin birleştirilmesi, Aile hekimliği uygulaması, özel hastane ve tıp merkezlerinden uygun fiyatla hizmet satın alınması, performans sistemi ile ücretlerin iyileştirilmesi, 112 ambulans sistemi ile ülkenin her yerinde 15 dakikada acil müdahale şansı, yoğun bakımların sayı ve kalitesinin artırılarak kamu ödeme kapsamına alınması, dijital kayıt sistemi ile kişisel verilerin saklanması ve her doktorun ulaşabilmesi, hastaların ilaçlarını resmi reçeteyle çok uygun fiyata her eczaneden alabilmesi …vs gibi devrim niteliğinde bir çok değişiklik hayata geçirilmişti.
Bu güzel ve çok önemli gelişmelere rağmen temel paradigma değişikliği yapılmadığı için dönemsel olarak azalsa da sağlık sisteminde süreç içinde yeni sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Çünkü gözlemlediğimiz kadarıyla sistem, sağlığa değil hastalığa odaklanmıştı.
Bizim vurgulamak istediğimiz ana paradigma değişimi ise hastalığa değil sağlığa odaklanmış bir sağlık sistemi kurulması yönündedir.
Hastalığa odaklı yaklaşım; büyük ve çok sayıda hastaneleri, kompleks ve pahalı tedavileri, çok sayıda ilaç ve tıbbi müdahaleyi gerekli kılmaktadır. Sonuçta daha pahalı tedaviler, daha çok ilaç kullanımı, daha büyük hastaneler ve daha çok hasta, daha çok doktor ve sağlık personeli ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Nihayetinde sonu gelmez bir hasta-doktor-hastane-ilaç-finans sarmalı her geçen gün büyümekte ve bir türlü çözülemez hale gelmektedir..
Sağlığa odaklı yaklaşım ise; koruyucu hekimliği, sağlıklı yaşam alanlarını çoğaltmayı, hasta olmadan önce sağlığı korumayı, anne ve bebek sağlığını korumayı, ilaçtan önce sağlıklı yaşam tavsiyelerini öne almak demektir. Bu şekilde hem hekim hasta ilişkisi daha anlamlı ve sağlıklı olmakta hem de sağlıklı yaşam kuralları ile hastalığa, tedaviye, ilaca olan ihtiyaç azalmaktadır. Sonuç olarak daha az hasta, daha az, hastane, daha az ilaç ve daha az masraf gerekmektedir.
Sağlık sisteminin paradigma değişiminde çözüm olarak önerdiğimiz ana konuları başlıklar halinde şu şekilde özetleyebiliriz:
1) Öncelik Koruyucu Hekimliğe Verilmelidir
Genel sağlık sistemi olarak sağlığı korumaya ve sağlıklı yaşam merkezilerine yatırım yapmak öncelik olmalıdır. Koruyucu hekimliğe öncelik verilmeli, birinci basamak sağlık hizmetleri artırılıp güçlendirilmelidir.
Daha büyük hastaneler açmak, ilaca ve tedaviye daha çok masraf yapmak, her sene daha çok artan hasta ve sağlık personeli sayısı ile sağlık sistemini güçlendirmeyi beklemek adeta daha büyük adliye sarayları ve hapishaneler yaparak adaleti sağlamayı beklemek gibi yanlış bir yöntemdir.
Hastalıklara zemin hazırlayan ve yaygın halk sağlığı problemi olarak kabul edilen obezite, diabet, hipertansiyon, sigara ve alkol kullanımı, zararlı beslenme alışkanlıkları, uyuşturucu bağımlılığı, ekran ve sosyal medya bağımlılığı, aile yapısını bozan sosyal bozukluklar, cinsel hastalıklara yol açan bozukluklar ve yanlışlar gibi halk sağlığı problemleri önlenerek bunlara bağlı hastalıklar belirli oranda azaltılsa çok büyük bir emek-ilaç - tedavi tasarrufu yapılmış oluruz.
2) Aile Hekimliği Sistemi Güçlendirilmelidir
Hastalıkları erken teşhis ve tedavi açısından çok önemli olan Aile hekimliği sistemi güçlendirilerek hekim hasta ilişkisi daha anlamlı ve düzenli hale getirilmelidir. Aile hekimi mesul olduğu ailelerle yakinen ilgilenmeli, sağlıklı yaşamaları için gerekli bilgiler düzenli verilmeli, hasta oldukları zaman da çözümü karşılıklı güven ve samimiyet içerisinde çözülmelidir. Böylece tedavi edici hekimliğe ihtiyaç azalacak, hastaneye ve ilaçlara harcanan finans, sağlığa harcanacak, hastane-ilaç-operasyon sayıları da düşecektir.
3) Milli Sağlık Sanayine Öncelik Verilmelidir
Tıbbi cihaz üretimi konusu milli sağlık politikası olarak kabul edilmeli, desteklenmeli ve güçlendirilmelidir. Günümüzde ülkemiz uluslararası firmaların tıbbi cihaz pazarı durumundadır. Modern şehir hastanelerinin, devlet hastanelerinin ve her ölçekte özel hastanelerin cihazlarının neredeyse tamamı uluslararası firmaların üretimidir.
Maalesef ülkemiz tıbbi cihaz ve kit alanında milyonlarca doları yurtdışına ödemektedir. Hekimlerimiz de en komplike operasyonları en üst düzey tedavileri başarı ile yaparken kullandığı cihazların tamamı laboratuardan radyolojiye, acil servisten ameliyathaneye kadar ithal cihazlardır. Çok iyi yetişmiş dünya çapında hekimlerimiz batının ürettiği cihazların çok iyi kullanıcıları, adeta son model otomobillerin usta şoförleri gibi olmaktadır.
Savunma sanayi gibi stratejik ve milli bir sanayi olan tıbbi cihaz üretimi gerekli ilgi ve desteği görmediği için ülkemiz bu konuda yaklaşık % 90 oranında dışa bağımlı durumdadır. Yerli ARGE ve teknoloji transferi üretilen cihazlar uluslararası tıbbi cihaz kartellerinin karşısında çok zayıf kalmakta onlarla yarışmaya ve rekabete dayanamamakta ya ‘ARGE-üretim-pazarlama ölüm üçgeninde’ yok olmakta ya da uluslararası firmaların bayisi olmak durumunda kalmaktadır.
4) İlaç ve Aşı Üretiminde Dışa Bağımlılık Azaltılmalıdır
İlaç ve aşı üretimi mutlaka milli bir politika olarak ele alınıp bu konuda dışa bağımlılık azaltılmalıdır.Bu konuda tıbbi cihaz sektörü, Milli Sağlık Sanayi içerisinde değerlendirilmelidir. Bu konuda Türkiye’nin bilgi ve tecrübe birikimi dünya ile rekabet edebilecek seviyededir.
Yeter ki milli ve yerli firmaların, ARGE ve Teknoloji transferi yapacak araştırmacılarının önü açılsın. Bu konudaki en önemli destek, devletin yerli firmaların ürettiği tıbbi cihaz, ilaç ve aşılara gerekli incelemeleri ve değerlendirmeleri yaptıktan sonra satın alma garantisi vermesi olacaktır.
Milli Sağlık Sanayi, ARGE ve teknoloji transferi tıbbi cihaz, ilaç ve aşı üretiminde yerli ve milli şirket ve araştırmacılara destek vermeli, ülkemiz, sağlık hizmet sektörünün geldiği seviye ve kaliteyi bu alanlarda da yakalamalıdır.
5) Tıp Eğitimi Yeniden Ele Alınmalıdır
Tıp eğitimi yeniden ele alınarak günümüz şartlarına göre düzenlenmelidir. Tıp eğitimi oldukça ağır ve zor bir eğitim süreci sonrasında da yine benzer ağır çalışma şartlarını içermektedir. Tıp eğitiminde temel dersler ve bilgilerin zorluğu ve ağırlığı azaltılmalı, daha pratik uygulamalara ağırlık verilmelidir. Pratik uygulamalar hemşirelik uygulamaları olarak 1. ve 2. Sınıftan itibaren tıp öğrencilerine verilmeli, hekim adayları pratik uygulamalarda da iyi yetişmelidir. Ayrıca 5. Sınıftan sonra ihtisas yapmak isteyen doktor adaylarına kendi alanları ile ilgili daha detaylı ve gerekli bilgiler verilmelidir. Aile hekimi ve pratisyen olacak hekimlere de genel sağlık ve hastalık bilgileri verilerek daha donanımlı olarak sahada çalışmaya hazırlanmalıdır.
6) Yurtdışına Giden Doktor Süreci Durdurulmalıdır
Önemli bir beyin göçü faaliyeti olan yurtdışına giden doktor süreci alınacak çeşitli tedbirlerle durdurulmalı, hekimlerin çalışma şartları iyileştirilmeli, sağlıkta şiddetin önüne geçilmelidir. Bu ülkenin doktorunun bu ülkede çalışması mutlaka sağlanmalıdır.
7) Sağlık Politikaları Bilim Kurulu Oluşturulmalıdır
Pandemi döneminin başarı ile yönetilmesini sağlayan Bilim Kurulu uygulaması Sağlık Politikalarının dinamik bir şekilde tespiti ve uygulanması için de değerlendirilmelidir. Sahadan gelen bilgilerin sürekli olarak değerlendirilmesi ve pratik uygulamalarla çözüm bulunması önemli bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bilim Kurulunun kararları hem bilim adamları hem sağlık çalışanları hem de kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılacak ve kabul görecektir.
8) Endikasyon Değerlendirme Kurulları oluşturulmalıdır.
Her hastanede ve il sağlık müdürlüğünde özellikle operasyon yapılacak hastaların değerlendirilmesi için endikasyon değerlendirme kurulları oluşturularak eksik veya yanlış endikasyon sonucu olabilecek malpraktis vakalarına engel olunmalıdır.
*Özel Afiyet Hastanesi Başhekimi