Hüseyin Yürük
Bundan bir ay kadar önce bir video izlemiştim. Bu videoda bir Sırp akademisyen “Eğer Osmanlı Türkleri olmasa biz Ortodoks Sırpları buradaki Katolikler yok edeceklerdi. Osmanlılar geldiler bizi ve bizim mezhebimizi korudular” diye ayrıntılı bir şekilde anlatıyordu.
Nitekim Fatih Sultan Mehmet Bosna’yı fethettiği zaman buradaki bir başka farklı mezhebin kilisesine de “Dininize ve mezhebinize kimse dokunamaz” şeklinde bir emannameyi ferman olarak vermiş.Bu Emannameyi Bosnadaki Sırplar kiliselerinde hala saklıyorlar. Bu ferman da çeşitli belgeselerde zaman zaman karşıma çıkıyordu.
Fatih Ahidnamesi, Fatih Sultan Mehmed’in Bosna-Hersek’i fethinden sonra, 28 Mayıs 1463 tarihinde Milodraz’da yazılmıştır. Aslı Bosna-Hersek’in Fojnica şehrindeki Fransisken Katolik Kilisesi’nde olan bu ferman, Bosnalı Fransiskenlere geniş çaplı bir koruma sağlamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın Fransisken rahiplerine verdiği ‘Ahidname’ olarak adlandırılan özgürlük fermanı, ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 4 Temmuz 1776 yılındaki ABD Anayasası’ndan 324 yıl önce yazıldı.
Fermanın Günümüz Türkçesiyle tercümesibe göre Bu padişah fermanı şöyledir: “Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum:Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntı vermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır.
Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, ne vezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere —kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine— dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan Rızıklandırıcı adına ve Kur’an adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir. Böyle biline.
Fatih Sultan Mehmet Hazretleri İstanbul'u fethedince ilginç bir olay yaşamış. Sultan Mehmed, yapılacak bir cami inşaatı için uygun görülen bir araziyi istimlâk eder. Ancak bu arazi bir Yahudi’ye aittir. İstimlâk kararına itiraz etmek için arazi sahibi Yahudi, kadı’nın karşısına çıkarak padişahtan şikâyetçi olduğunu belirtir.
Kadı Hızır Çelebi, padişahı huzuruna çağırır. İki tarafı da dinledikten sonra kadı, Padişahın istimlâk kararının kaldırılmasına karar verir. Fatih Sultan Mehmed karara sesini çıkartmaz.
Bunun üzerine kadı Sultana şöyle der: “Eğer padişahlığına güvenip benim verdiğim karara karşı gelseydin şu gördüğün topuzla seni cezalandırırdım.
Padişah da kadıya şöyle cevap verir: “Eğer sen de benim padişahlığıma aldanıp taraf tutup farklı bir karar verseydin ben de seni şu kılıcımla cezalandıracaktım.”
Bugünlerde Ord.Prof.Dr. İsmail Hami Danişment'in Osmanlı Tarihini okurken burada Osmanlı Sadrazamları bölümünde “Sadrazam Damat Ali Paşa'nın bir savaşta şehit olduğunu, bundan sonra da Belgrad Kalesi'nin içindeki Sultan Süleyman Camii’nin avlusundaki hazireye defnedildiğini üzerine de bir türbe yapıldığını anlatıyordu.
Mora'nın yeniden fethedilmesi başarısından sonra Sadrazam Silahdar Damad Ali Paşa komutasındaki Türk ordusu kuzeye Avusturya'ya karşı ilerlemeye başladı. 5 Ağustos 1716'da sadrazamın serdarlığı altındaki Osmanlı ordusu Petrovaradin Muharebesi'nde Savoy Prensi Eugen komutanlığı altındaki Avusturya ordusuna yenildi ve Silahdar Damat Ali Paşa bu savaşta askerlerine cesaret vermek isteyip cephenin ön saflarına ilerleyince alnından vurularak hayatını kaybetti. Bu nedenle tarihlerde Şehit Ali Paşa adı ile anılır oldu.
Merak edip bu türbe ile ilgili son duruma bir bakayım dedim.Konuyla ilgili okumalar yapınca;
Sırpların elindeki Belgrad kalesinde artık Sultan Süleyman caminin hiç kalmadığını, caminin izi kalmayacak şekilde yok edildiğini gördüm.
Evliya Çelebi’nin söylediğine göre daha o zamanlar Belgrad’ın yüz bine yakın nüfusu vardı ve Belgrad, asker için inşa edilmiş zahire anbarları, tophane, baruthane gibi binalarla muhteşem bir serhad şehriydi. Tuna’nın donanma kumandanı da Belgrad’da otururdu. Şehrin Osmanlı asırlarındaki ihtişamını göstermesi açısından Çelebi’nin verdiği bilgiler son derece dikkate değerdir. O günlerin tamı tamına 217 cami, on üç mescid, on yedi tekke, dokuz dârülhadis, sekiz medrese, yedi hamam, altı kervansaray, yirmi bir han ve içinde 3700 dükkânı barındıran “Sûk-ı Sultânî” yani Sultan Çarşısı’na sahip Belgrad’ından bugüne ne kalmış mı diyorsunuz? Evet, kala kala şehir merkezindeki Bayraklı Camii kalmış.
Sadrazam Damat Ali Paşa'nın türbesindeki kemiklerinin ise Belgrad’ın Avusturyalılar tarafından elde edilmesinden sonra bir zafer nişanesi olarak Viyana'ya taşındığını, türbenin Osmanlıca kitabesinin sökülüp Macaristan'a götürüldüğünü, daha sonra kitabenin bir ricayla Sırbistan'a getirildiğini,kitabenin üzerine Sırça bir ilave eklendikten sonra tekrar türbenin kapısına yapıştırıldığına şahit olmuş oldum.
Bu anlamda çok sayıda örnek vermek mümkün.Ama tek başına şu olay dahi gösteriyor ki; Kim ne derse desin.!Yeryüzünde iki medeniyet var. Bir medeniyet başka medeniyetin dinini ve mezhebini koruyor. Hatta bunu güvenceye almak için en kudretli sultanı bir yazılı ferman veriyor. Bir başka medeniyet ise yüz önce ölmüş bir sadrazamın kemiklerini ve türbesinin kitabesini söküyor, başka yerlere taşıyor. İkisi arasındaki farkı uzun uzun anlatmaya gerek yok herhalde…. İyi ki Müslümanız.. İyi ki Allah bizi İslam'da şereflendirmiş…