“Göz o ki dağın arkasını göre, Akıl o ki başına geleceği bile”
Giriş
Şer ittifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) 21. yüzyılı, “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyük sıfırlama” (Big Reset) stratejisini uygulamaya sokabilmek için Covid-19 Pandemi sürecinin mümkün olduğunca uzamasını istemektedir. Her altı ayda bir virüsün mutasyonuna ilişkin açıklamalar bu açıdan bakılıp değerlendirilmektedir. Pandemi sürecinde tüm dünyada var olan yönetimler / hükümetler ekonomik krizle diz çöktürülüp kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Siyonizm ile dünyadaki ulusal yönetimler arasında ciddi bir hesaplaşma dönemi başlamıştır ve her geçen gün bu daha da görünür hale gelecektir.
Bununla birlikte dünyada, özellikle Büyük Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında birbiri ile bazen çatışan, bazen uzlaşan projeler mevcuttur:
• 21. Yüzyıl ABD Yüzyılı Olacak (PNAC)(ABD)
• Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye / Siyonizm)
• Kadife Darbeler Projesi (Siyonizm)
• Büyük Sıfırlama Projesi (Siyonizm)
• Küresel Savaş Projesi (ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye / Siyonizm)
• Biyolojik ve Ekolojik Savaşla Tüm Ülke Yönetimlerini Ekonomik Olarak Çökertme Projesi (Siyonizm)
• Şehir Devletleri Projesi (Siyonizm)
• Tek Dünya Devleti / Tek Dünya Hükümeti (Siyonizm)
• Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
• 2. Sevr Projesi (AB)
• Avrasya’nın Hıristiyanlaştırılması Projesi / ‘Dinler Arası Diyalog’ Projesi (Vatikan)
• ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’
• “Serbest Piyasa” - “Özelleştirme projesi”(ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)
• İslâm'ın İslâm'la Savaştırılması Projesi
– RAND Raporu: Dört Müslüman Tip
– 2009 - H. Clinton’ın Kriptosu
– 2009 - Pandth’in Komisyonu
• Bölge Güçlerinin Birbirini Dengeleme Projesi – Ayrı Dengeli Güç Odakları ABD
• Rusya’nın Küresel Güç Olma Projesi
• Sıcak Denizlere İnme - Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya)
• İngiltere’nin Küresel Güç Olma Projesi
• Çin’in Küresel Güç Olma Projesi
• Çin’in İpek Yolu Projesi
• Düşmanla / Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD / Çin / Rusya / İngiltere): Vekalet Savaşları
• D-8’ler Projesi
• Yeni Osmanlı Projesi - Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)
• Türk Dünyası İşbirliği Projesi / Türk Dilini Konuşan Ülkeler Konseyi / Türk Devletler Teşkilatı Projesi
• Etnik - Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi - Kaos Projesi (ABD / AB / Rusya / Çin / Siyonizm)
• Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Suriye-Lübnan)
• Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Suud / Katar / Türkiye / Mısır) Ayrıca (Sünni Arap Yönetimleri + İsrail)
Bir projenin mensupları tarafından başlatılan bir olay, diğer proje mensupları ile bazen çatışmaya bazen uzlaşmaya sebep olabilmektedir. Stratejik düzlemde yapılan her stratejik ve taktik hamleler, muhataplar tarafından dikkate alınmakta ve ona göre kendilerine uygun karşı hamleler geliştirmektedirler.
Ukrayna-Kazakistan hattındaki olaylarda bu etkileşim, çok açık bir şekilde görülmektedir.
Vuku bulan olaylar, sürpriz olarak, gözüken olaylar, öncelikle bu çatışma perspektifinde etki eden iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alınıp incelenmeli ve değerlendirilmelidir.
Sovyetlerin çöküşünden sonra Sovyet coğrafyasında oluşan devletlerin, Batı yaşam tarzını benimsemesi ve Batı ile entegre olabilmesi ve NATO’nun gelip bu ülkelere yerleşebilmesi için başlatılmış olan Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Moldavya, Kırgızistan, Azerbaycan, Kazakistan, Beyaz Rusya, Özbekistan, Ermenistan, Tacikistan, Türkmenistan Kadife darbeler zinciri, ABD-AB-NATO ile Rusya Federasyonu arasında gerilimin artmasına ve karşılıklı hamlelerin birbirini takip etmesine sebep olmuştur. Bu kadife darbe zincirinde Sırbistan, Gürcistan, Ermenistan, Kırgızistan kadife darbeleri çok etkili olmuş, Batı yanlısı yönetimler iktidara gelerek ABD, AB ve NATO’nun ülkelerine gelip yerleşmesi için çok gayret sarf etmişlerdir. Bu gelişime Rusya’nın cevabı, bu ülkelerin bazılarını bölme (Gürcistan Örneği) şeklinde olmuştur. Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi, Ukrayna’daki Kadife Darbenin başarılı olmasından sonradır.
Bugün Ukrayna krizinin daha ileri boyuta taşınmasının ana sebebi, Ukrayna’nın NATO’ya alınması çalışmalarının yoğunlaşması ya da propagandasındaki ifrat boyutudur. Putin, Kremlin'de Macron'la yaptığı görüşmenin sonucunda yaptığı açıklamada, NATO’nun Ukrayna’ya yerleşmesinin ana sorun olduğunu belirtmektedir:
“NATO 2019'daki askeri stratejisinde Rusya'yı doğrudan ana güvenlik tehdidi ve düşman olarak belirledi. Rusya, NATO'ya değil, NATO Rusya'ya doğru ilerliyor. Bir de bizi mantıksız bir şekilde saldırgan olmakla suçluyorlar...”
Ukrayna olayları sürecinde Putin’in, "Ukrayna NATO'ya girerse Rusya ile NATO arasında savaş çıkar." demiş olması, gelinen sürecin tehlike boyutlarını göstermektedir. Daha da ilginç olan ve NATO kimin kontrolünde sorusunun sorulmasını sebebiyet veren Trump’ın NATO ile ilgili başkan olduğu zaman takındığı tavırdır. Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton görevi bıraktıktan sonra yazdığı kitabında "NATO'dan çıkacaktık..." demiş olması, bugün yaşananların arka planının çok iyi tartışılması, çatışan ana güçlerin kim olduğu gerçeği üzerinde özel olarak durulması gerektiğini zorunlu kılmaktadır.
“Küresel sermaye” adı altında yapılan kamuflajın hangi güçle, organizasyonla ilgili olduğu mutlaka göz önüne alınmalıdır. Bu kavramsallaştırma, gerçek gücün Siyonizm olduğu olgusunu gizlemektedir.
Rusya’nın batısında Ukrayna krizi devam ederken Rusya’nın doğusunda Kazakistan da Kadife Darbe Girişimi olarak tezahür eden olaylar meydana gelmiştir. Türk Devletler Teşkilatı’nın hayata geçirildiği bir evrede, anında Kazakistan’da bir kadife darbe girişiminin olması tesadüf olmadığı gibi, Ukrayna’dan da bağımsız olarak düşünülmemelidir. Çünkü Ukrayna Kazakistan hattı dünya hakimiyet mücadelesinde çok önemli bir konum işgal etmektedir. Stratejisiysen Harold Mackinder, dünya hakimiyet mücadelesinde “mihver bölgesi” ve ‘merkez bölgesi’ kavramsallaştırmaları Ukrayna - Kazakistan hattını ihtiva etmektedir: “1. Sibirya ve Orta Asya’nın büyük bir kısmını içeren Avrasya ‘mihver bölgesi’, 2. Orta - Doğu Avrupa ‘merkez bölgesi’. ”
Mackinder’e göre Dünya hakimiyetinin yolu, bu iki bölgenin kontrolünden geçmektedir:
“Doğu Avrupa’yı yöneten Merkez Bölge’ye kumanda eder;
Merkez Bölge’yi yöneten Dünya - Adasına kumanda eder;
Dünya - Adası’nı yöneten, dünyaya kumanda eder.”
Ukrayna ve Kazakistan olaylarını bu denklemde, “Avrasya satranç tahtasında”, ele alıp değerlendirmekte fayda vardır. Bu satranç tahtasında yer alan ve yer alacak olan jeostratejik oyuncular ABD, AB (Fransa, Almanya), Rusya, Çin, Hindistan, Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan, Türkiye, İran, Japonya, Endonezya, Pakistan olacaklardır.
Geçen yazıda Türk Devletler Teşkilatı bu kapsamda ele alınıp değerlendirildi ve fakat Kazakistan olaylarına değinilmedi.
Bu yazıda Ukrayna Krizi ele alınıp değerlendirilecektir.
ŞER İTTİFAKI (SİYONİZM – ABD – İNGİLTERE – İSRAİL; ÖZELLİKLE SİYONİZM), KÜRESEL BİR SAVAŞ ÇIKARMAK YA DA YENİ BİR KÜRESEL SOĞUK SAVAŞ BAŞLATMAK İSTEMEKTEDİR.
II. Cihan Savaşı sonlanırken Başkan Roosevelt, ABD’nin güvenlik ve refahını garantileyecek politika ve kurumların tespit edilmesi görevini Dışişleri Bakanlığı’na vermişti. Dışişleri Bakanlığı ise istenen politikaları üç ana noktada yoğunlaştırmıştı: “1. Birleşmiş Milletlerin kurulması. 2. Bretton Woods dünya mali kurumlarının inşası. 3. Yeterli petrol stoklarının temini.” Söz konusu kurumlar, ABD güvenliği ve refahı için kurulurken; gerekli petrol kaynağı için Başkan Roosevelt, Şubat 1945 yılında Süveyş kanalında bir ABD savaş gemisinde Kral Abdülaziz Suud ile ‘Suudi petrolüne ayrıcalıklı erişim karşılığında Kralın ABD tarafından korunmasını’ sağlayan özel, gizli bir anlaşma yapmıştır.
Bu noktada Trump’ın, Suud ziyaretinde (Haziran 2017) yaptığı gizli anlaşma ile Roosevelt’in 1945 yılında yaptığı anlaşma arasında bir ilişki olduğuna dikkat edilmelidir. Nitekim ABD-Suud anlaşmasından sonra hem Suud veliaht seçiminde bir değişim olmuş, hem Katar krizi meydana gelmiş ve hem de ABD, Suud ve Katar ile ticari anlaşmalar yapmıştır.
Trumph’ın seçim kampanyasında “ABD’nin güvenlik nedeniyle yaptığı harcamaları”, Körfez ülkelerine ödettireceğini vadetmesi ve seçim sonrasında bunun bir kısmını haydutça gerçekleştirmiş olması, ‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ adlı ABD Raporu kapsamında değerlendirilmelidir.
Diğer taraftan bu Raporda, 2015’li yıllara doğru “IMF’nin ve Dünya Bankası’nın yeryüzündeki ekonomik liderliği yıkılabilir…” öngörüsü yer almaktadır. Bu, ABD’nin Roosevelt zamanından beri benimsediği temel stratejiye ters bir durumdur. 1961 yılında Kennedy’nin hazırlattığı raporda (Kennedy’nin bilim adamlarına sorduğu ‘Ben Amerikan halkının refahını yükseltmek ve aynı zamanda moralini daima yüksek tutabilmek için ne gibi tedbirler almalıyım?’ sorusu üzerine, 1,5 yılda hazırlanmış 800 sayfalık Rapor), “Amerika’nın refah seviyesini yükseltebilmesi için üretim ve tüketim şartlarının devamlı surette incelenmesi lazımdır. Bunun için de Amerika’nın her on senede bir harbe girmesi gerekmektedir.” önerisinde bulunulmaktadır. Bütün bunlardan çıkan sonuç, Amerikan halkının refah seviyesi, dökülen kanın seviyesi ile bağlantılıdır. Amerikalı ne kadar kan dökerse, refah seviyesi de o kadar yükselecektir.
11 Temmuz-Ağustos 2001’de Bush, Cheney ve enerji lobisinin ABD’nin enerji politikalarını belirleyen raporunda, dünya enerji kaynakları, bunların pazara nakli ve bunların ABD şirketlerince paylaşımının nasıl olacağı kararlaştırılmıştır. Bu rapora göre dünya altı enerji bölgesine ayrılmıştır:
“1. Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar ve genel olarak Ortadoğu.
2. Hazar bölgesi, Hindistan ve Güney Asya.
3. Nijerya, Nijerya bağlantılı Nijer Deltası, Batı Afrika Boru Hattı.
4. Güneydoğu Asya. Açe, Borneo Adası, Burma, Spratly adası, Doğu Timor.
5. Çad ve Kamerun boru hattı.
6. Brezilya, Venezüella ve Kolombiya.”
Bu enerji havzalarını incelediğimizde, 4. ve 6. maddelerdekiler hariç diğer 4 havza doğrudan veya dolaylı olarak İslâm coğrafyası ile alakalıdır.
‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ raporundan bir yıl sonra ve 11 Temmuz -Ağustos 2001 Bush, Cheney ve enerji lobisinin raporundan yaklaşık bir ay sonra, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta İkiz Kulelerin vurulması ve arkasından tüm İslâm coğrafyasının tehlikeli bölge ilân edilerek Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi, bir tesadüf olmayıp öngörülen bir stratejinin yürürlüğe sokulmasıdır.
İslâm coğrafyasında “Arap Baharı” olarak başlatılan 2. Nesil Kadife Darbe Süreci, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” (‘Yaratıcı Savaş’ / ’Düzenleyici Savaş’) kapsamında başlatılmıştır. İslâm coğrafyası, “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporunda (2000) öngörülen çerçevede vekâlet savaşları ile kan gölüne çevrilmiştir.
Bugün Türkiye – Libya – Mısır – Irak – Suriye – Katar – Yemen – Somali – Sudan-Afganistan düzlemindeki iç savaş ve / veya terör olayları ile ABD – İngiltere – Fransa - İspanya-Rusya ekseninde vuku bulan, terör görüntüsü verilmiş hesaplaşmalar, yukarıda ortaya konan belgeler çerçevesinde değerlendirilmelidir.
ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “ABD’nin Ulusal Askeri Stratejisi 2015” raporunu açıklarken kullandığı bazı ifadeler, bir “küresel kaos” hatta bir “küresel savaş” öngörülerek belgenin hazırlandığı kanaatini oluşturmaktadır.
Belgenin “Uluslararası Düzen” bölümünde, “bugün halen devam eden uluslararası düzenin, ABD ve ona benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulduğu ve ABD’nin bu alandaki sorumluluğunun daha fazla olduğuna” özel vurgu yapılmaktadır. Ayrıca belgede; “Halbuki revizyonist bazı ülkelerin son dönemde sıklıkla dile getirmeye başladığı Birleşmiş Milletleri yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığı” ve “dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istedikleri”, … “Aksi halde ABD’nin uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle, üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceği, bu değerlere saygılı olmayan ülkelerin ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacağının” ifade edilmesi, çok açık bir tehdittir.
Belgede “komşularının bağımsızlığını tanımayan ve hedefine varmak için şiddet kullanmaya hazır…” “Rus askerlerinin Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçılar safında savaştığı” ifade edilerek Rusya; “Asya - Pasifik Bölgesinde gerilimlere neden olmakla” Çin suçlanmaktadır.
Raporun / belgenin bütünü ve satır aralarına mahirane yerleştirilmiş cümleler göz önüne alındığında, ABD’ye göre “kaosun üç ana kaynağı” olduğu görülmektedir:
1. “Mevcut Kurulu Dünya düzenini değiştirmek isteyen, “Revizyonist” olarak nitelenen güçler”; Çin, Rusya ve Türkiye.
2. “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler”; İran ve Kore DHC (Kuzey Kore).
3. “Devlet altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler.”
ABD hegemonyasına karşı çıkan ve bu düzenin değiştirilmesi için sürekli eleştiren, Çin, Rusya, İran, Türkiye ve Kore DHC (Kuzey Kore), Raporda “revizyonist ülkeler” olarak tanımlanıp tehlikeli düşman kategorisine konmuşlardır. Kurulu küresel düzenin değişmesini istemek, savaş nedeni olarak kabul edilmekte ve “Revizyonist ülkelere” meydan okunmaktadır:
“Hiçbir büyük güç henüz ABD ile askeri bir çatışmaya giremez; ama ABD’nin büyük güçlerden biriyle askeri çatışmaya girme riski artmaktadır.”
Bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Matin Dempsey’in, raporun tanıtımında, “ABD'nin büyük bir güçle düşük; fakat gittikçe büyüyen bir savaş ihtimalinin olduğu ve böyle bir çatışmanın muazzam sonuçlar doğuracağına” vurgu yapmış olması, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” / (“Yaratıcı Yıkım” / “Düzeltici Savaş”) teorisinin uygulanmak istendiği anlamına gelebilir.
“Küresel Stratejiler Konseyi Şirketine” (Global Strategies Council Inc.) ait olduğu söylenen ve 2009 yılında Youtube’da yayınlanan üç videoda, “Yüksek Meclisi (!)” temsilen konuştuğunu söyleyen konuşmacı, “mevcut küresel sistemin iflas ettiğini”, “yeniden doğması” için “bugün ölmesi gerektiğinin” çıkarılması gerektiğinin izahını yapmaktadır:
“…Sorun, sistemin doğal ömrünü tamamlamış olması ve liberal düzenin moral değerleri unutarak kendi yarattığı döngüler içinde kendi sahip olduğu mekanizmayı içinden çıkılamayacak kadar karmaşık hale getirmesindedir. …Sonunda sistem, yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiştir…
On altıncı ve on sekizinci yüzyıllar arasında hüküm sürdükten sonra yıkılan mekanizma, Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren korumacılık ve ardından gelen Bretton Woods sistemi buna birer örnektir. İşte bugün yaşadığımız kriz de, yetmişlerde başlayan kontrolsüz küreselleşme döneminin kaçınılmaz sonunu simgeliyor. Bizim sistemimiz de, artık bu nihai noktaya varmıştır ve ölmek üzeredir.
İşte tam da bu gerekçeyle, dünyamızın daha uzun ve acı dolu bir çöküş dönemi yaşamaması için sistemi bizim, kendi inisiyatifimizle çökertmemiz gerekmektedir.
…Sistemin yeniden doğmadan önce tamamen yıkılması gerektiği yeni bir tez değil. Yaklaşık yetmiş sene önce büyük iktisatçı Joseph Schumpeter, yaratıcı yıkım teorisini ortaya attığında tam da bu konudan bahsediyordu.
Bu teoriye göre, kapitalist düzende yeni değerler, kurumlar ve yöntemler, işlevini bitirenleri acımasızca yok ederek onların yerini alır. Schumpeter, bu sürece “yaratıcı yıkım” adını verir. Bu öyle bir yıkımdır ki, kendinden önceki sistemi bütün hataları ile beraber tarihe gömerek yeni bir sistem yaratır. Bizim Schumpeter’den farkımız ise, sistemin evrim yoluyla değil, devrim yoluyla yıkılması gerektiğine inanmamızdır.
…Sistemi yeniden ve daha sağlam olarak kurmak için tamamen yıkmaktan başka çaremiz yok. Bu gerçeklerden hareket ettiğimiz zaman ise, sistemi tümden yıkmak için sadece bir yol olduğunu görüyoruz: Küresel Savaş!
Gerek ben, gerek Konsey içindeki pek çok yönetici, çöken sistemin, ancak çok büyük bir savaştan sonra oluşturulacak farklı düzenlemelerle yeniden yapılandırılabileceğini düşünüyoruz.
…Bu düzeltici bir savaş olacaktır.
Peki düzeltici savaş nedir? Bu da yeni bir kavram değil. Düzeltici savaş, aslında büyük siyaset felsefecisi Rosa Luxembourg ve onun düşünce okuluna mensup kişilerin kullandığı bir tanımdır. Anlamı da, dejenere olmuş bir sistemi yıkarak yerine yeni ve sağlam bir sistemi kurmaya yarayan bir savaştır. İşte bugün bize gereken savaş budur.
Bu savaşın nerede, ne zaman ve kimler arasında çıkabileceği, Konseyin karar vericileri arasında tüm ayrıntılarıyla çok uzun süre tartışılıyordu.
…Konseyin karar mercii olan yüksek meclis, tüm sistemi yıkarak yapılandıracak olan savaşın, uygarlık tarihi boyunca savaşlara sahne olan Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüştür. Çatışmanın patlak vereceği ülke ise Türkiye olacaktır. Hiç kuşkusuz bu, tesadüfi olarak yapılmış bir seçim değildir. Bizim planlarımızda rastlantılara yer yok.
Düzeltici savaşın ilk saldırısını, Kuzey Irak’taki terör örgütü içine yerleştirdiğimiz özel fraksiyon gerçekleştirecek. Konsey, yaklaşık üç yıldır Kuzey Irak’taki terör örgütünün içine yuvalanmış özel bir birliği yönetiyor. Bu birliğin varlık amacı, örgütün başaramadığı eylemleri gerçekleştirmek, onlara eğitim ve istihbarat sağlamak. Tamamen yabancı, paralı askerlerden oluşan bu gizli birlik, terör örgütü ile birlikte, çok yakında Türkiye’ye karşı düzenlenecek olan büyük bir kışkırtma eyleminde kullanılacak. …Bunun Türkiye’deki kentlere yönelik, 11 Eylül benzeri bir saldırı olacağını söyleyebilirim.
Bu saldırı üzerine, ikinci aşamada, Türkiye’de Kuzey Irak topraklarına karşı geniş çaplı bir harekata girişecek ve çatışma kısa sürede kontrolden çıkarak merkezi Irak yönetimini de içine alacak. Eşzamanlı olarak, terör örgütünün İran’la çatışmakta olan diğer fraksiyonu, bizim sağlayacağımız silah ve lojistik destekle İran’a saldıracak ve çatışmaya Tahran da dahil olacak…
Üçüncü aşamada, Konseyin Suud-i Arabistan’da bulunan bağlantıları sayesinde, bu ülkedeki Sünni liderler, Irak’taki merkezi Sünni yönetime (?!!) destek verecek ve kısa sürede kuvvetlerini çatışmaya sokacak. Bu noktada, savaşın bir tarafında Kürtlere karşı toprak bütünlüğünü korumaya çalışan Türkiye, İran ve ileri safhalarda muhtemelen Suriye; diğer tarafın da ise Kuzey Irak Kürt yönetimi, onun arkasındaki Irak merkezi hükümeti (?) ve her ikisini de Suud-i Arabistan olacak. İsrail de kısa sürede İran’la olan kutuplaşması nedeniyle savaşın içine çekilecek.
Bu çatışmaya, ABD asla karışmayacaktır. Washington’a bu aşamada düşen görev, Irak – Kürt - Suud-i Arabistan - İsrail koalisyonunu destekleyerek karşı tarafın üstünlüğünü dengelemeye çalışmaktır.
Böylece savaşın dördüncü safhasına girilecektir ki, bu safhada İran’la sıkı ekonomik ilişki içerisinde olan Çin ve Rusya da çatışmaya taraf olmak zorunda kalacaklardır. Bu da tarafların arkasındaki süper güçleri karşı karşıya getirerek, nihai savaşa giden yolun açılmasını sağlayacak…
Beşinci ve son safhada, birinci bloğu destekleyen ABD, ikinci bloğun arkasındaki Çin ve Rusya ile kaçınılmaz sıcak çatışmaya girecek. Bu durumda tüm fikir ayrılıklarına rağmen AB ülkelerinin de Washington’ın yanında yer almaktan başka çaresi olmayacaktır. Bütün tahminler ve hesaplar, bu oluşuma karşın, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de diğer bloğa katılacağı yönündedir. Böylece, ABD – AB - Merkezi Irak Hükümeti (?) - İsrail – Kürdistan - Arabistan bloğu ile Rusya – Çin – İran -Türkiye - Orta Asya Cumhuriyetleri bloğu çatışmaya girecek.
Geniş çaplı bu dünya savaşı sonunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası sistem, bütün ideolojik, siyasi ve ekonomik bileşenleri ile külliyen çökecektir.
Bu savaşın herhangi bir galibi olmayacak. Çatışma yeterli yıkım düzeyine eriştikten sonra durdurulacak, taraflar arasında karşılıklı müzakereler başlayacak, tarafsız kalmış ülkelerin arabulucuğu ile bloklar arasında ateşkes sağlanacak.
Tarafların kendi topraklarına çekilmelerinin ardından Ortadoğu’da bazı sınırlar değişecek, yeni devletler oluşacak.
Suud-i Arabistan’daki krallık rejiminin çökmesi ve İran’daki şeriat devletinin tarihe karışması, gerçekleşecek olan bu değişimlerden sadece ikisi; en az bunun kadar önemli bir değişim daha olacak ki o da Türkiye, Irak ve Kürdistan’la ilgili. Savaşın sonunda Irak resmen üçe bölünecek, kuzeyinde bağımsız Kürdistan kurulacak. Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı bölgeleri incelersek, bu yeni ülkenin Türkiye’nin güneydoğusunu da alması gerektiğini sonucuna varabiliriz. Türkler ve Kürtler arasında yıllardır süren siyasî, askerî ve sosyal çatışmaların da bu şekilde sona ereceği muhakkaktır. Zaten bölgedeki Kürt sorunu için bulunabilecek başka hiçbir formül, iki toplum arasında kalıcı bir barış ve toplumsal uzlaşma sağlayamaz.
İran ve Suriye’deki Kürt toplulukları da sonradan Kürdistan’a katılacaklar. Bölgedeki nüfus dağılımını gösteren haritalara dikkatli bakacak olursanız, Kürt nüfus bölgelerinin zaten Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını ve Suriye’nin doğusunu kapsadığını görürsünüz. Türkiye’de ve diğer ülkelerde bu plana itiraz edecek sesler çıkacaktır. Ancak savaş sonrası oluşan konjonktür nedeniyle, Türkler klasikleşmiş kırmızı çizgilerini değiştirmek ve Kürdistan’a toprak vermek zorunda kalacaklar. Bu kaos ortamında Türkiye’nin güneydoğu topraklarından vazgeçmekten başka çaresi olmayacaktır.
Savaşın en önemli sonucu, elbette barış anlaşmalarından sonra yeniden kurulacak olan küresel ekonomik sistemdir. Yeni dünya düzeninin temelinde, yetkiler artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel Merkez Bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politikası olacağını söyleyebilirim. Ayrıca savaşın ekonomiyi canlandırma etkisi de olacaktır. Federal Rezerve ve diğer merkez bankaları savunma giderlerini finanse edebilmek için sıkı para politikalarını terk edip muazzam ölçülerde para basmaya başlayacaklardır.
…Yıllar önce aramızdan ayrılan ünlü siyaset felsefecisi Leo Strausss’un dediği gibi; “Bazen toplumları yönetmek için onları şok edecek olaylara ihtiyaç vardır; eğer bunlar kendiliğinden oluşmuyorsa, amacımıza hizmet edecek şok olayları kendiniz yaratırsınız.”
Bu nedenle şimdi bize düşen, sistemi yıkmak ve yenisini kurmak. Yaratıcı bir yıkım ve düzeltici bir savaş ile…
Sistem yarın yeniden doğmak için bugün ölmek zorunda.”
Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post gazetesindeki yazısında, “BOP kapsamında 22 Ülkenin yeniden yapılandırılacağını” ifade etmesi, daha sonra Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de aynı şeyi tekrarlaması, bugünlere gelişin bir arka planı olduğunu göstermektedir . İlginç olan Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ (GOP) kapsamında, 2006 yılı haziran ayında, “Yaratıcı Yıkım” / “Düzeltici Savaş (!)” yerine “Yapıcı Kaos” kavramını kullanmış olmasıdır. “Yapıcı Kaos” kavramını, 2006 yılında, İsrail gezisinde yaptığı konuşmada da tekrarlamıştır. “Yapıcı Kaos” kavramı zaman zaman “Yaratıcı Kaos” olarak da ifade edilmişti. Şer ittifakı GOP’u “Yapıcı Kaos” ile gerçekleştirmek istemiş ve bu amaçla 2. Nesil Kadife Darbe zinciri olan “Arap Baharı Operasyonunu” başlatmış, İslâm Coğrafyasında öngördükleri kaosu inşa etmeyi başarmış olup süreç devam etmektedir.
İslâm dünyasında hayata geçirilen “Yaratıcı Kaos” (Yıkıcı Kaos) günümüzde Ukrayna- Kazakistan hattında / Avrasya’da hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Ukrayna olayları üzerine ABD- AB hattına karşı Rusya - Çin hattı meydana gelmiştir. Böylece iki ana fay hattı oluşmaya, inşa edilmeye başlanmıştır.
Ukrayna- Kazakistan Hattında olan olaylar, şer ittifakının öngördüğü stratejiye uygundur.
“Küresel Stratejiler Konseyi Şirketine” ait videolarda, “Küresel Savaş çıkartmak” isteyen gücün, “Yüksek Konsey” / “Yüksek Meclis” olduğu ifade edilmektedir. Bu kavram, Siyonizm’in “Üç Yüzler”, “Otuz Üçler” ya da “On Üçler Meclisi” için kullanılmaktadır . “13’ler Meclisi”, “33’ler Meclisi” ve “300’ler Meclisi”, “SANHEDRİN”, “En Üst Yönetim Meclisi” olarak isimlendirilmekte ve 1 $ üzerindeki piramitte yer almaktadırlar.
Öyleyse küresel savaş çıkarmak isteyen ana karanlık gücün, Siyonizm olduğunu söyleyebiliriz.
Siyonizm’in politikaları açısından “Yüksek Konseyin Kararları”, “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü” ile de örtüşmektedir. Bu konuşma metninde geçen provokatif eylemlerin birçoğu, 2009’dan beri bu coğrafyada icra edilmiştir, edilmektedir de.
Konumuz bağlamında önemli gelişmelerden biri de ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyet lideri Mihail Gorbaçov tarafından 8 Aralık 1987’de imzalanan “Orta Menzilli Nükleer Güç (INF) Washington Antlaşması’nın (ABD ile Sovyetler Birliği arasında, kısa ve orta (500 ile 5500 kilometre arası) menzilli füzeleri devreden çıkarma ve üretimlerini yasaklama), ABD tarafından fesh edilmek ve üretilecek yeni füzeleri Avrupa’ya yerleştirmek istemesidir. Böylece ABD-Rusya eksenli yeni kamplaşmanın olması için gerekli zemin hazırlanmış, Ukrayna hadisesi ile tırmandırılmıştır. Ukrayna hadiseleri dolayısıyla gerek Biden ve gerekse Putin’in konuşmaları nükleer silahlardan bahsetmeleri gidişatın pek de iyi olmadığı manasına gelmektedir.
RUSYA İLE ÇİN’İN ANLAŞMA YAPMASI
Pekin Kış Olimpiyatları'nın açılışına katılmak üzere Çin'i ziyaret eden Rusya lideri Vladimir Putin, Çin lideri Şi Cinping'le bir anlaşma yapıp 'Yeni Bir Döneme Giren Uluslararası İlişkiler ve Sürdürülebilir Küresel Kalkınma Hakkında Rusya Federasyonu'nun ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Ortak Bildirisi' başlıklı bir belgeyi imzalayarak kamuoyuna duyurmuşlardır. Kremlin'in resmi internet sitesinde yayınlanan ortak bildiride, iki ülkenin belli konularda mutabakata vardıkları ifade edilmektedir:
1. 'ABD'nin Asya - Pasifik ve Avrupa'ya füze konuşlandırma arzusu güvenlik risklerini artıracak'
• “Taraflar, ABD'nin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan çekilmesinin, kara bazlı orta ve kısa menzilli füzelere ilişkin araştırma ve geliştirmelerin hızlanmasının ve onları Asya - Pasifik ve Avrupa bölgelerinde konuşlandırma arzusunun, ayrıca söz konusu silahların müttefiklere aktarılmasının gerilim ve güvensizlikte bir artışa neden olacağını, uluslararası ve bölgesel güvenlik risklerini artıracağını, uluslararası silahsızlanma ve silah kontrolü sisteminin zayıflamasına yol açacağını ve küresel stratejik istikrarı baltalayacağını düşünüyor.
• Taraflar, ABD'yi Rusya'nın inisiyatifine olumlu yanıt vermeye ve Asya-Pasifik Bölgesi ve Avrupa'da kara bazlı orta ve kısa menzilli füzeler yerleştirme planlarından vazgeçmeye çağırıyor.
• Taraflar bu konudaki temasları sürdürmeye ve koordinasyonu güçlendirmeye devam edecektir.
• Çin tarafı, Avrupa'da uzun vadeli yasal olarak bağlayıcı güvenlik garantilerinin oluşturulması konusunda Rusya tarafından sunulan teklifleri anlayışla ele alıyor ve destekliyor.
• Taraflar, ABD tarafından silah kontrolü alanındaki bir dizi önemli uluslararası anlaşmanın feshedilmesinin, uluslararası ve bölgesel güvenlik ve istikrar üzerinde son derece olumsuz bir etkisi olduğunu belirtiyor.
• Taraflar, ABD'nin küresel füze savunma sistemi geliştirme ve bu sistemin unsurlarını dünyanın çeşitli bölgelerinde konuşlandırma planlarının ilerlemesiyle birlikte, diğer stratejik görevleri yerine getirmek için yüksek hassasiyetli nükleer olmayan silahların potansiyelinin artırılmasından endişe duyduklarını dile getiriyor."
• “Taraflar, küresel güçler ve BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri olarak, Rusya ve Çin'in ahlaki ilkelere ve sorumluluğa sıkı sıkıya bağlı kalma, BM'nin uluslararası ilişkilerde merkezi koordinasyon rolü oynadığı uluslararası sistemi kararlılıkla sürdürme, BM Şartı'nın amaçları ve ilkeleri de dahil olmak üzere uluslararası hukuka dayalı dünya düzenini, çok kutupluluğu teşvik etme, uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesine katkı sunma, birlikte daha müreffeh, istikrarlı ve adil bir dünya inşa etme ve birlikte yeni bir tür uluslararası ilişkiler yaratma niyetinde olduklarının altını çiziyor.”
2. 'Rusya ile Çin arasındaki yeni tür ilişkiler, Soğuk Savaş dönemindeki ittifaklardan daha üstün'
• Taraflar, küresel güçler arasında karşılıklı saygıyı, barış içinde bir arada yaşamayı ve karşılıklı faydaya dayalı işbirliğini esas alan yeni bir tür ilişkiler kurulmasından yana olup Rusya ile Çin devletleri arasındaki yeni tür ilişkilerin, Soğuk Savaş döneminin askeri-politik ittifaklarından daha üstün olduğunu teyit ediyor.
• İki devlet arasındaki dostluğun sınırı yoktur, işbirliğinde yasak bölgeler yoktur, ikili stratejik işbirliğinin güçlendirilmesi üçüncü ülkelere yönelik değildir, değişen uluslararası ortamdan ve üçüncü ülkelerdeki durumsal değişikliklerden etkilenmemiştir.
3. 'NATO'nun daha fazla genişlemesine karşıyız'
• “Taraflar, NATO'nun daha fazla genişlemesine karşı çıkıyor, Kuzey Atlantik İttifakı'nı Soğuk Savaş döneminin ideolojik yaklaşımlarını terk etmeye, diğer ülkelerin egemenliğine, güvenliğine ve çıkarlarına, onların uygar, kültürel ve tarihsel motiflerinin çeşitliliğine saygı duymaya, diğer devletlerin barışçıl gelişimine tarafsız ve adil bir şekilde yaklaşmaya çağırıyor.”
4. 'Asya-Pasifik Bölgesi'nde eşit ve açık bir güvenlik sistemi için tutarlı çabalar sarf ediyoruz'
• Asya - Pasifik bölgesinde kapalı blok yapıların ve cepheleşme kamplarının oluşmasına karşı çıkan taraflar, ABD'nin Hint-Pasifik stratejisinin bu bölgede barış ve istikrara olumsuz etkisine karşı teyakkuzda kalmayı sürdürüyor.
• Rusya ve Çin, Asya-Pasifik Bölgesi'nde üçüncü ülkelere yönelik olmayan ve barış, istikrar ve refahı sağlayacak eşit, açık ve kapsayıcı bir güvenlik sistemi inşa edilmesi için tutarlı çabalar sarf ediyor.
5. ‘Renkli devrimlere karşıyız.’
• “Rusya ve Çin, dış güçlerin ortak komşu bölgelerde güvenlik ve istikrarı baltalamaya yönelik eylemlerine karşı çıkıyor, dış güçlerin egemen ülkelerin içişlerine ne bahaneyle olursa olsun müdahale etmesine karşı koyma niyetindedir, 'renkli devrimlere' karşı çıkıyor ve yukarıda belirtilen alanlarda işbirliğini artıracaktır.”
6. Rusya ile Çin arasında 10 yıllık Petrol ve Doğal Gaz Anlaşması yapılmıştır.
• Rus petrol şirketi Rosneft ile Çinli enerji şirketi CNPC arasında, 10 yıllık 100 milyon tonluk petrol sevkiyatı anlaşması imzalandı.
• Rus Gazprom ile Çinli CNPC arasında da yılda ilave 10 milyar metreküp Rus gazının sevkiyatına yönelik anlaşma imzalandı. Rus gazının Çin'e toplam sevkiyatı yılda 48 milyar metreküpe ulaşacak. Gazprom ve CNPC arasındaki anlaşma 25 yıllıktır.
7. 'Çin'e 150 milyon doz Sputnik V gönderilecek'
8. 'Ortak otomobil üretimi yapımı devam edecek'
• Rus Sollers otomotiv şirketi ile Çinli Chery Automobile'ın Ulyanovsk'taki otomobil fabrikasında ortak üretime başladı.
9. 'İkili ticaret hacminde hedef 250 milyar Dolar olacak'
SOROS’UN ÇİN'E SAVAŞ İLANININ ANLAMI
Açık Toplum Vakfı kurucusu, spekülatör, Kadife Darbenin hem finansörü hem de beyin takımı olan Soros, Stanford Üniversitesi'ne bağlı Hoover Enstitüsü'nde bir konuşma yapmıştır. Soros, "Açık toplumların karşı karşıya olduğu en büyük tehdit" olarak “Çin Devlet Başkanı Şi'yi göstererek onu Hitler'e, Pekin Olimpiyatları'nı 1936 yılında Berlin'de gerçekleşen olimpiyatlara benzetmiş ve Şi’yi istifaya davet etmiştir.”
“Şi'nin, Mao'dan sonraki efsanevi lider kabul edilen Deng'in mirasına ihanet ettiğini” ifade etmiştir. Konuşmasında “Amerika’nın üstünlük döneminin bittiğini” söylemiş olması, ABD’deki iç kavga ile ilgili olup dikkate alınması gerekmektedir. “Çin'e yatırım yapmamaya iş dünyasını çağırmış” olması da önemli ve anlamlıdır. , Bu konuşması ile “Yaratıcı Yıkım savaşı” için öngörülen safları inşa etmek istediği anlaşılmaktadır.
Dünyayı kasıp kavuran ve Pandeminin ilan edilesine sebep olan virüs salgının Çin’deki bir askeri oyunlarla ilgili olimpiyatlardan sonra ortaya çıkmış olmasını göz önüne alırsak, Soros yaptığı konuşma ile şu an yapılan olimpiyatlara gölge düşürmek, taraftarlarını Çin yönetimine karşı harekete geçirmek istemiş olabilir. “Karantina kuralları, yeme - içme ve barınma sorunları” gibi bazı sorunlar, “birçok sporcunun”, “SOROS'un istediği doğrultuda”, Çin Yönetimine karşı tepki vermesine, eleştirmesine sebebiyet vermiştir. Çin Yönetimi aleyhine sosyal medya üzerinden bir kampanya başlatılmıştır.
Soros yaptığı konuşmayla, yapılan olimpiyatlara gölge düşürerek Dünya’da iki eksenin / fay hattının oluşmasını ve eksenlerde enerji birikmesini istemektedir.
Muhtemelen Olimpiyatlar boyunca ve sonucunda da Soros Ekibinin Çin’e karşı yeni hamleleri olacaktır. Belki de yeni bir virüs salgını planlanmakta, bunun uzantısında şimdiden tüm dünyada başlatılacak olan psikolojik harekâta bir zemin hazırlanmak istenmektedir.
Muhtemelen Dünya yeni bir Virüs salgını vakası ile karşı karşıya kalabilir.
Türkiye’nin bu ihtimali şimdiden düşünüp tedbir alması gerekmektedir.
UKRAYNA KRİZİNİN ARKA PLANI
Bugünkü Ukrayna Krizinin temelleri, Sovyetler Birliği zamanında Sovyetleri oluşturan devletlerin bulunduğu coğrafyalara Rus nüfusun yerleştirilmesinde yatmaktadır. Sovyetler Birliği’nde yönetimde hâkim unsur, Sovyetler coğrafyasının her tarafında gelecekte çıkacak sorunlara mani olma bağlamında Rus nüfus yerleştirmiştir. Ayrıca her bir bölgenin bağımsızlığını engelleyecek şekilde sanayileşme ve teknolojik yayılımı, birbirine bağımlı olacak tarzda düzenlemiştir.
Sovyetler Birliği çöktükten sonra, ortaya çıkan yeni devletlerin bir kısmı, Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında Rusya ile diyalog içerisinde olurken; bir kısmı da, bazıları da Batı bloku ile ilişkileri geliştirmeyi hatta AB ile entegre olmayı öngörmüş, amaçlamışlardır.
NATO, Sovyet sonrası ortaya çıkan devletleri NATO’ya almak üzere bir strateji benimsemiş ve bunu yol boyu hayata geçirmeye çalışmıştır. Diğer taraftan Siyonist mekanizmanın önemli isimlerinden Soros, Sovyet sonrası coğrafyada Kadife Darbe zincirini başlatarak Rusya’yı Doğudan, Batıdan ve Güneyden kuşatma girişiminde bulunmuştur. Bu bağlamda Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Kırgızistan’da kadife darbeler çok başarılı olmuş, bu ülkelerdeki tüm yönetimler Batıyı, AB’yi tercih edenlerin eline geçmiştir. Bu yönetim değişimlerinin ardından bu ülkelerin NATO’ya ve AB’ye alınması gündeme taşınarak yeni tartışmaların ve karşılıklı hamlelerin vuku bulmasına neden olunmuştur.
Sovyetlerin dağılmasının, Soğuk Savaş’ın 1991’de sona ermesinin ardından Ukrayna, bağımsızlığını kazanmıştır. O dönem itibarıyla Ukrayna, dünyanın en büyük 3 nükleer gücünden biridir. “Nükleer silahların azaltılması süreciyle başlayan görüşmelerde Kiev Hükümeti, 1.900 adet stratejik ve 2.650 ila 4.200 arasındaki taktik nükleer silahı “güven koşuluyla” Moskova’ya devretmiştir.
Rusya’nın Ermenistan, Gürcistan ve Ukrayna ile ilgili yaptığı karşı ataklar, bu noktada önemlidir. Ukrayna ile ilgili en ciddi hamle Kırım’ın Rusya tarafından işgali ve ilhakıdır. Bu nedenle Ukrayna krizinin arka planının ele almakta fayda vardır:
• Rus Yanlısı Devlet Başkanı Yanukoviç, 21 Kasım 2013 Tarihinde “AB ile anlaşma yapmayı reddetmiştir. Bunun sonucunda Soros ekibi, Ukrayna’da Kadife Darbe Sürecini (Turuncu Devrim) başlatmış ve sokak eylemlerini ülkenin her tarafına yaymışlardır. 8 Aralık 2013’de Kiev'de Lenin heykeli protestocular tarafından yıkılmıştır. Eylemler 2013 yılının sonuna kadar devam etmiştir.
• 2014 yılında taraflar arasında şiddet daha da tırmandı. Şiddet hareketlerini bastırabilmek için Ukrayna Hükümeti yeni yasalar yapacağını açıkladı. Buna eylemlerin daha da şiddetlenmesi, çatışmaların vuku bulması ile cevap verildi. “Polisle göstericiler arasında yaşanan olaylarda ölü ve yaralı sayısının artması sonrası muhalefet ateşkes çağrısında bulundu ve Cumhurbaşkanı Yanukoviç bu çağrıyı reddetti.”
• Şiddet hareketlerinin tamamen kontrolden çıkması sonrasında hükümet tarafından 20 Şubat 2014'te ateşkes ilan edildi.
• “23 Şubat 2014'te Yanukoviç başkanlıktan azledildi; hükümet parlamento tarafından düşürüldü” ve Yanukoviç Rusya'ya gitti.
• Yanukoviç’in yerine Batı yanlısı Turçinov hükümeti geldi.
• Rusya buna 16 Mart 2014 tarihinde Kırım’da referandum yapılmasını sağlayarak Kırım’ı ilhak etmekle cevap verdi.
• Eşzamanlı olarak Odessa, Kharkiv, Donetsk, Lugansk gibi Rus etnik kökenlilerin yaşadıkları şehirlerde protesto eylemleri başlatıldı. “Rusların çoğunlukta olduğu Ukrayna'nın Donbass bölgesinde fiili çatışmalar vuku buldu ve bölgede Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri kuruldu. “Nisan sonuna kadar Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri güçleri tarafından Oblastları ele geçirilmiştir.”
• Mayıs sonu ve Haziran başlarından itibaren ise Ukrayna Ordusu, havadan ve karadan Donetsk ve Lugansk’a karşı genel bir taaruz başlatmıştır. On binlerce insan Batı Ukrayna'ya, Rusya, Macaristan, Bulgaristan’a gitmişlerdir.
• “Temmuz başından itibaren Ukrayna Ordusu en önemli noktalar olarak değerlendirilen Kramatorsk ve Sloviansk'ı ele geçirmeyi başarmıştır.”
• Bu gelişmeler üzerine 5 Eylül 2014 de Belarus'un başkenti Minsk'te Ukrayna ve Novorossiya arasında ateşkes antlaşması imzalanmıştır.
• Ateşkes anlaşması kısa sürmüş ve çatışmalar yeniden başlamış Donetsk Havalimanı çevresinde ve Novoazovsk ile Mariupol arasında yoğunlaşmıştır. Ukrayna Ordusu, Ocak 2015’de Donetsk Havalimanından çekilmek zorunda kalmıştır.
• 12 Şubat 2015’de Minsk II protokolü imzalanarak taraflar ateşkes ilan etmişlerdir.
• “Geçici İşgal Altındaki Topraklar ve Ülke İçinde Yerinden Edilmiş Kişiler Bakanlığı”, “Donetsk, Luhansk ve Kırım Bölgelerinin işgal altındaki bölgelerini yönetmek üzere resmi olarak 20 Nisan 2016’da kurulmuştur.”
• ABD son zamanlarda Ukrayna’yı NATO’ya alma konusunu çok sık seslendirmeye başlamış ve bu çıkışları ile Rusya’yı yeni bir krizin içine çekmeye çalışmış ve Donbas Bölgesindeki olaylarla Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale etmesini sağlamıştır.
MİNSK ANLAŞMASI
Minsk Anlaşması / Protokolü, Ukrayna'nın Donbass bölgesindeki savaşı durdurmak için Ukrayna, Rusya Federasyonu, Donetsk Halk Cumhuriyeti, Lugansk Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) temsilcileri tarafından 5 Eylül 2014 tarihinde imzalanan bir anlaşma olup aşağıdaki maddelerden oluşmaktadır: ,
• Donetsk ve Lugansk bölgelerinde 15 Şubat itibarıyla ateşkes ilan edilmesi ve bunun sıkı bir şekilde uygulanması.
• Ukrayna'nın doğusunda güvenli bölge oluşturulması amacıyla iki taraf arasında 50 kilometre genişliğindeki bölgeden ağır silahların çıkartılması. Buna göre, 100 mm kalibreden büyük silahların 50 kilometre, taşınabilir roket sistemlerinin 70, taktik füze sistemlerinin ise 140 kilometre mesafeden ateşkes yürürlüğe girdikten sonra en fazla 14 gün içinde geri çekilmesi.
• AGİT'in, tarafların anlaştığı ateşkes şartlarını ve ağır silahların geri çekilmesini gözlemlemesi ve rapor etmesi.
• Ağır silahların bölgeden çıkartıldıktan sonra, Ukrayna kanunları göz önüne alınarak Donetsk ve Lugansk bölgelerinde yerel seçim modeli üzerinde görüşmelere başlanması. Ayrıca, en geç 30 gün içinde Ukrayna Meclisi'nin 19 Eylül'de kabul edilen Donetsk ve Lugansk'a "özel statü veren kanun" maddesi gereği karar alması.
• Donetsk ve Lugansk bölgelerinde ayrılıkçı faaliyetlere karışanların affedilmesi amacıyla kanun çıkartılması.
• Tarafların elindeki esir ve tutukluların tamamının serbest bırakılması ya da takas edilmesi.
• İnsani yardımların dağıtımı, nakliyesi ve güvenliğinin sağlanması.
• Kiev ile doğu bölgeleri arasında sosyal ve ekonomik bağların tam olarak yeniden kurulması için model geliştirilmesi.
• Çatışma bölgesindeki devlet sınırının tamamının Ukrayna ordusu tarafından kontrol edilmesi. Bunun yerel seçimlerden en geç bir gün sonra sağlanması.
• Ukrayna'daki tüm yabancı savaşçıların ve silahların AGİT kontrolünde ülkeden çıkartılması.
• Ukrayna'da 2015 sonuna kadar Lugansk ve Donetsk'in özel durumunu gözeterek yerel yönetimlere genişletilmiş haklar sağlayacak anayasal reform yapılması.
• Lugansk ve Donetsk'e statü veren" kanun kapsamında bu bölgedeki yerel seçimlere ilişkin konuların üçlü temas grubu çalışmaları çerçevesinde görüşülüp karara bağlanması. AGİT bu süreçte gözlemci olarak yer alması.
• Anlaşma maddelerinin görüşülmesi ve hayata geçmesi için üçlü (Kiev-Donetsk-Lugansk) çalışma ve temas gruplarının oluşturulması.
SONUÇ: UKRAYNA KAZAKİSTAN HATTINDA OLANLAR 21. YÜZYILI ŞEKİLLENDİRME BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMELİDİR.
Sovyetler çöktükten, Varşova Anlaşması bozulduktan sonraki süreçte, Rusya ile ABD, AB ve NATO arasında olan görüşme, anlaşmaların mahiyetinin ne olduğunun üzerinde durulmasında fayda vardır. Bu dönem arka planda yapılan görüşmelere, anlaşmalara tarafların ne oranda uyduğu Türkiye’yi çok yakından ilgilendirmektedir.
1991’de “Rusya’nın Almanya’nın birleşmesine itiraz etmemesi” ve “Kızıl Ordu birliklerinin Doğu Avrupa’dan çekilmesi karşılığında, ABD, NATO, doğuya doğru ilerlemeyecek, Rusya kuşatılmayacak”, Rusya’nın güvenliği tehlikeye sokulmayacak garantisi Rusya’ya verilmiştir. Fakat ABD, AB ve NATO verdikleri bu sözde durmamışlardır. “1999’da Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti; 2004’te Bulgaristan, Romanya, Estonya, Litvanya, Letonya, Slovenya, Slovakya; 2009’da Hırvatistan, Arnavutluk; 2017’de Karadağ; 2020’de Kuzey Makedonya NATO üyesi” yapılmışlardır.” Bu katılımlarla 1999’da 16 üyesi bulunan NATO, 30 üyeye sahip olmuştur. NATO’ya katılan bu 14 ülke, Varşova Paktı’nın üyeleri olup bugün Rusya’yı batıdan, Baltık denizinden kuşatmışlardır. Eğer Ukrayna ve Gürcistan NATO’ya üye olursa NATO, Rusya’yı Güneyden, Karadeniz’den de kuşatmış olacaktır.
Ukrayna olayları değerlendirilirken diğer unsurların yanında NATO’nun Karadeniz’e gelip yerleşebilmesi, hem Rusya hem de Türkiye’yi Karadeniz’den de kuşatması olgusunu da göz önüne almak gerekmektedir.
NATO, Ukrayna üzerinden hiçbir üssünün bulunmadığı tek deniz olan Karadeniz’e girmek istemektedir. Geçmişte Ukrayna’daki gelişmelere Kırım’ı işgal ederek cevap veren Rusya, bugün Rus nüfusun çok yoğun olduğu Donbass Bölgesinde var olan Donetsk ve Luhansk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık ilan etmeleri ve Rusya’nın “Donetsk ve Luhansk halk cumhuriyetlerini” tanıması, Ukrayna’nın müdahale etmesi karşısında bu iki cumhuriyeti savunacağını ilan edip resmen askeri savaşı başlatmış olması, daha önce Gürcistan’da uyguladığı stratejinin devamı mahiyetindedir. Ukrayna’nın Karadeniz ile olan ilişkisini bütün olarak kesmek istemektedir. Bu yaklaşımla NATO’ya cevap vermekte, Ukrayna’yı NATO için cazibe olmaktan çıkarmaya çalışmaktadır.
Ayrıca ABD, Ukrayna krizinden yararlanarak AB’nin ayrı bir savunma gücü oluşturmasını, AB ülkelerinin özellikle Almanya’nın Rusya ile yakınlaşmasını engellemeye çalışmaktadır. Kuzey Akım - 2 Projesi’nin Almanya tarafından askıya alınması, Ukrayna krizinin önemli sonuçlarından biridir. AB ülkelerinin Rusya ile olan enerji bağımlılıklarını gidermek için başka kaynaklara yönlenmek zorunda kalmış olmaları, ABD için bir başarıdır.
Şu an yeni bir soğuk savaş başlatılmıştır. Bunun küresel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini gelişmeler gösterecektir.
Bugün şer ittifakı (ABD – Siyonizm – İngiltere - İsrail) tıpkı 2. Cihan savaşı öncesinde olduğu gibi 1. Rusya – Çin - Kuzey Kore – İran – Suriye -Türkiye - Orta Asya Cumhuriyetleri ile 2. ABD – AB – Ukrayna – Japonya - Güney Kore – İsrail – Kürdistan - Arabistan arasında derin fay hatları açmaya ve bu fay hatlarını enerji ile doldurmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin öncelikle bu gerçeği görmesi ve ona göre strateji geliştirmesi gerekmektedir.
Irak ve Suriye sorununun çözümü için Türkiye, Rusya, İran birlikte çalışmaktadır.
S-400 Füze Sisteminden dolayı ABD ile saflar ayrışırken, Rusya ile yakınlaşma meydana gelmektedir. Ancak gerek Ukrayna ve gerekse Kazakistan hattında olanlardan dolayı Rusya ile Türkiye karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır.
Rusya ile karşı karşıya gelmenin coğrafyada ne tür etkiler meydana getireceğini Türkiye çok iyi düşünmek zorundadır.
ABD’nin Ukrayna üzerinden Karadeniz’e girmeye çalışması, gelecekte çok ciddi sıkıntılara sebebiyet verecektir. Türkiye Batı’dan, Kuzey’den ve Güney’den ABD - NATO tarafından kuşatılmış olacaktır.
ABD’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni devre dışı bırakmak için her türlü hileye, yalana ve entrikaya başvuracağı asla göz ardı edilmemelidir.
Bu nedenle Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açmamalı; Kanal İstanbul Projesini bölgedeki krizi göz önüne alarak tekrar değerlendirmelidir.
Türkiye, Ukrayna-Kazakistan Hattında meydana gelen olayları iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından yeniden değerlendirmeli hem Türkiye’nin içinde hem de bölge ülkelerinde barış ve dayanışmayı sağlayacak yeni stratejiler geliştirmelidir.
Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir. (Devam edecek…)
UMRAN DERGİSİ/ MART 2022