TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK CEMAAT YAPISI OLARAK KEMALİSTLER


Hüseyin Yağmur

Cemaat kavramı, her ne kadar dini bir tanım olmakla  birlikte akademik literatürde ‘lider ve onu takip eden topluluklar’ anlamında da kullanılmaktadır.Bu yazımızda laik-seküler bir cemaatin ülkemizdeki konumu ele alınacaktır.

Atatürk'ün daha sağlığında çıkar ilişkisiyle birbirine sıkı sıkıya bağlı (klientalist), bu cemaat ortaya çıkmaya başlamıştı. Nitekim Başbakan İsmet İnönü ile Atatürk arasında ikilik çıktığı ilk günlerde Atatürk'ün yaveri Salih Bozok yaptığı konuşmada Hepimizin kıblemiz, mihrabımız birdir. O da Atatürk’tür.”ifadesiyle bunu vurgulamıştı. Konuşmanın orjinalini birlikte okuyalım:Kürsüye çıkarken çok heyecanlıydım. Kürsüye çıktığım zaman şöyle bir makaddeme yaptım:Bu nokta-i nazardan tabaddülün neden vukua geldiğini İsmet İnönü, burada lütfen izah etsinler. ‘Onun tarafı, bunun tarafı...’ gibi sözler ve endişeler ortadan kalksın. Hepimizin kıblemiz, mihrabımız birdir. O da Atatürk’tür. Kitle halinde emelimiz, hedefimiz birdir. (Alkışlar)” (Bozok,2001:140-141).

Aynı Dönemin Mebus/diplomatlarından Ruşen Eşref Ünaydın da Atatürk için yazdığı makalede Mustafa Kemal’e hitaben, “Sen genç İsa’ya ne kadar benziyorsun. Bir resul gibi yalnızsın’”  (Ünaydın,1998:29). Diyerek Onu bir resul olarak kutsuyordu.

Aynı Dönemin Mebus/şairlerinden Kemalettin Kamu da “Kabe Arabın Olsun. Bize Çankaya Yeter!” diyerek bu kutsala dair imanını dile getiriyordu.

Şüphesiz bu misalleri çoğaltmak mümkün. Anlatmak istediğimizin özeti şudur:1920’li yıllarda Ülkemiz seküler bir inanca sahip,klientalist bir cemaatin yönetimine geçmiş vaziyetteydi.Bu Kemalist cemaat ülkenin olağanüstü şartlarını da fırsat bilerek ordu ve yargı başta olmak üzere ülkenin bütün yönetim kademelerine sızdılar ve söz sahibi oldular.

Fikret Başkaya’nın tesbitiyle ‘Resmi ideoloji, hakim sınıfların iktidar aracıdır.’ (Başkaya,1991). Kemalist Cemaat, işte bu resmi idelojiyi çok ustalıkla kullanarak ülke halkı üzerindeki iktidarlarının bir aracı haline getirdiler.

Atatürk’ün ölümünden sonra  Cemaatin postuna İsmet İnönü oturdu, postnişin oldu. (Bu seküler cemaat ‘postnişin’ kelimesinden belki hoşlanmayabilirler.Bu yüzden ben Bu Kemalist cemaat önderleri için kısaca ‘öndegiden’ ifadesini kullanacağım.)

Türkiye’yi yaklaşık 30 yıl tek parti ile sorgusuz,sualsiz yöneten Kemalist cemaat, Demokrat Partisi'nin kurulmasının ardından tam ortadan ikiye bölündüler. Devletçi/solcu olan Kemalistler CHP'de, Toplumcu/sağcı Kemalistler ise Demokrat Parti'de toplandı. Bu arada cemaatin önde gidenleri de ikiye ayrıldı. CHP’de toplanan cemaat mensuplarının önde gideni İsmet İnönü, Demokrat Partide toplanan Kemalist cemaatin öndegideni ise Celal Bayar oldu.

1946 yılında Demokrat Partinin  kurulmasıyla birlikte Türkiye, bu Kemalist ve Klientalist cemaatin ik franksiyonu arasında hakimiyet mücadelesinin bir arenasına dönüştü.

Nitekim 10 yıl sonra CHP'de toplanan Devletçi/solcu Kemalistler, imtiyazlarını diğerlerine kaptırdıklarını görünce bu sürece daha fazla tahammül edemediler.

Cemaatin adamları ‘devri iktidarlarında’ sahip oldukları imtiyazın ya da unvanın arkasına saklanarak her istediklerini elde edebiliyorlardı. “Onlar, kendi hesaplarına değil, herkesin hesabına eğlendikleri”(Arzık,1966:51).düşüncesini taşıyorlardı.

Kendilerini ülkenin vazgeçilmez varlıkları görmek, aile içinde tevarüs eden bir olguydu.      “CHP’nin son yıllarına kadar bir Bakanın oğluna ‘Ne olmak istiyorsun?’ diye sorulduğunda hepsinin verdiği cevap ortaktı: Bakan olacağım” (Arzık,1984:54).  

Devrin ünlü Meclis Başkanvekillerinden Mazhar Germen’in bir yakınına anlattığı vaka, halkın bu imtiyazlı cemaat mensuplarının elinde nasıl eşya gibi kullanıldığının en bariz delillerinden biriydi:"Ankara Palas’ta bana anlatıyordu:-Bizim hanım ve kızım Avrupa’dan düğün alışverişinden döneceklerdi. Annesiyle, kendisi için uçakta yer vardı. Çeyiz için yer yoktu. Bir kolayını bulduk. Hariciye Vekiline rica ettik. Müdahalede bulundu. İki yolcu uçaktan indirildi. Çeyizle birlikte ana kız geldiler, hö hö..." (Arzık,1984:16).  

İşte bu imtiyazlarının ellerinden alınmasına daha fazla tahammül edemeyen Klientalis azınlık, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir askeri darbeyle hükümeti devirdiler ve ülke yönetimine el koydular.

27 Mayıs Darbesini yapan subaylar cemaat mensubu olduklarını her fırsatta dile getirmekten çekinmiyorlardı. Nitekim darbeci Binbaşı Orhan Erkanlı “Bize Atatürkçülük bir din gibi öğretilmişti” der. Albay Faruk Güventürk de kitabında Atatürkçülüğü bir din gibi anlatır.

………………..

Her ne kadar Atatürk, Devrim Kanunları gereği ülkedeki bütün türbeleri kapatmışsa da Cemaat mensupları Atatürk’e ve Devrim Kanunlarına  rağmen ülkenin en büyük türbesi Anıtkabir’i yapıp ziyarete açmışlardır.

Anıtkabir, bu cemaatin kutsal alanıdır. Burada hem de resmen yapılan  cemaat ritüellerine katılmak üzere devlet erkanı gitmek zorundadır.

Cemaatin kurduğu jakopen kutsama düzenini Adalet Eski bakanlarından Şevket Kazan şöyle anlatır: “Adalet Bakanlığı gibi son derece önemli bir bakanlık bana layık görülmüştü. Sonra Adalet Bakanlığı’ndan bir telefon geldi. Özel Kalem Müdürü, ertesi sabah Bakanlar Kurulu olarak Anıtkabir’e gidileceğini ve makam arabasını erkenden göndereceğini bildiriyordu” (Kazan,2017:41)

O kadar ki Anıt türbeye gitmemek, ritüllere katılmamak adeta suçtur. Gitmeyen kişiler Medyadaki cemaat mensupları tarafından ötekileştirilir, günah keçisi ilan edilir. Cemaat  mensuplarının bu konudaki taassupları  ve mahalle baskıları o kadar güçlüdür ki hiç kimse de “Anayasasında laiklik ve demokrasi yazan bir ülkede, Bakanlar  Kurulu niçin bir türbe ziyareti ile işe başlıyor?” diye sormaya cesaret bile edememiştir.

Bu cemaat baskısından dolayı eski başbakanlardan Necmettin Erbakan bile Anıtkabir’e gitmiş kan ter içersinde “Kemalist cemaatin ilkelerine ne kadar bağlı kalacağını” Anıtkabir'in kutsal defterine yazmak zorunda kalmıştır.

Dünya çapında bir salgın olan pandemide bile Anıtkabir’e gidilmiş gerekli kutsal davranışlar yerine getirilmiştir.

…………..

Türkiye'nin halen en büyük cemaati Kemalistler, İslami kavram ve değerlere karşıdırlar. Camiye, ezana, hacca, kurbana, Arapça yapılan ibadete karşıdırlar.

Onlara göre; Türkiye’deki müslümanlar “ya onların cemaatine girmeli ya da onların Anneanneleri gibi İslamı anlamalı ve yaşamalıdır.”

Ülkeye yaklaşık 50 yıldır ayar veren Hürrriyet Gazetesi’nin yayın  komutanı Ertuğrul Özkök’ün kendi kitabındaki anlatımıyla “lohusalıkta gıda takviyesi için şarap içen, kurban kesiminin ardından babasını polis karakoluna şikayet eden, 80 yaşında denize mayo ile  giren annelerin”(Özkök,2014) dinidir onların cemaatinin dini..

Bütün hayatı boyunca halkın kutsal değerlerini küçümseyen Cemaat yazarı Falih Rıfkı Atay'ın “Ankara kokteyllerinde kadınlar önünde diz çökerek kahve falına baktırması, uysal bir çocuk edasıyla falcı kadının bütün dediklerine uyması ve falcı kadına bahşiş vermesi” (Arzık,1984:97). Cemaat için bir hurafe değil aydınlık Türkiye’nin bir habercisidir.

Kemalist cemaatin müslüman Türk halkına göre sevgileri  de farklıdır. Onlar, müslüman Kürtleri değil Errmenileri severler. Arapları sevmezler Yunanlıları severler.Dünyayı bir uçtan diğer uca işgal eden ABD’ye karşı platonik bir aşkla bağlıdırlar.

Türkiye’nin Kemalist ve Klientalist cemaati bugünlerde yeniden bir bölünme aşamasında. Çünkü Cemaatin öndegideni Kemal Kılıçdaroğlu Atatürk’e ve Atatürk devrimlerine rağmen  ülkeyi bölmek istiyen ayrılıkçı bir parti ile ittifak yapıyor. Cemaat mensuplarının çoğunluğu ‘yaşam tarzının korunması üzerine yaptıkları biat sözleşmesiyle’, ‘bir cemaat disiplini ve itaati içinde’ öndegidenlerine destek veriyor.

Cemaatin Manisa Milletvekili Özgür Özel  franksiyonu ise  “Atatürk Devrimlerine dönülmesini ve dini hayata taviz verilmemesi gerektiğini” savunuyor.

Bakalım Türkiye’nin bu en büyük cemaati önümüzdeki günlerde nasıl bir dönüşüm yaşayacak?

 

Güncel Haberler