TÜRK BASINI ve LAİK KİLİSENİN RUHBANLARI


Eski çağlardan beri toplumları yöneticileri ve dini önderleri olan ruhbanlar yönetiyor denilebilir. Yeryüzündeki  en iptidai kavimlerin bile mutlaka dini ruhbanları oluyor. Bir toplumun öncüsü durumunda olan, topluma yön ve şekil veren ruhbanlar bulunuyor.

1789 yılındaki Fransız İhtilalinin ardından Avrupa'da ve özellikle Fransa'da laiklik ile birlikte ruhbanlık da el değiştirdi. Katı katolik  dini ruhbanlar mevkilerini kaybetti. Onların yerine laik ruhbanlar geldi.

Fransa'dan laikliği ithal eden Türkiye gibi ülkelerde de ruhbanlık din adamlarından laik ruhbanlara geçti. Tabiat boşluk kabul etmiyor.

Türkiye'nin laik ruhbanlarının başında basın patronları ve yöneticileri geliyor. Basının başına geçmiş bu patron ve yöneticilerin kültürel ve sosyolojik kodlarından, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve sosyolojik şifreleri okumak mümkün.

Türkiye'nin laik ruhbanlarının kültürel kodlarını anlamak için onlar tarafından kaleme alınan makale ve hatıralara göz atmak gerekiyor.

Bu okumaları yaptığınızda ülkeye şekil ve yön veren, ülke yöneticilerine hiza ve akıl veren ruhbanların  ruh köklerini anlamış oluyorsunuz.

Bu yazımızda Türk toplumuna sürekli akıl ve şekil veren bazı laik ruhbanların kültürel ve sosyolojik  kodları ile ilgili bilgileri kendi kalemlerinden paylaşacağız.

Ülkemizin laik basın ruhbanlarının en önemli vasfı, içkili bir hayat tarzını benimsemiş olmalarıdır. Kiliselerde papazların şarap ekmekle çocukları vaftiz etmeleri gibi, laik ruhbanlar da servis edecekleri haberleri daha ziyade içkili sofralarda hazırlamaktadırlar.

 

Bir dönemin en önemli gazetecilerinden biri olan  Bedii Faik, Hatıralarında bu yaşam tarzlarından şöyle bahsediyor: Böylece Perşembe günü öğleye doğru, Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek ve Doğan Nadi önceden, onlardan biraz sonra da Ali Sohtorik dostumuz, elinde iki kutu Rus havyarı ve bir şişe Skoç viskisi olduğu halde geldiler ve kısa bir süre sonra, Doğan'ın “Yahu bütün bunları sofrada da konuşuruz” feryatları arasında masaya yerleşerek, tabii daha çok Falih Rıfkı Atay'ı dinlemeye geçtik. (Faik,2001:258).

 

Bir sonraki dönemin yazarlarından Yılmaz Çetiner, bu anlamda şu hatırasını anlatıyor: İyi anımsıyorum, ilk esaslı Ankara bürosunu Cumhuriyetin muhabiri olarak kurmuştuk. İzmir Caddesi, Kocabeyoğlu Apartmanı. Hatta bir odası uzun süre benim evim olmuştu. Aileler alışmıştı, hayatları bu düzende kurulmuştu. Sofra saatlerce açık kalır, mezeler ve rakı içilir evler sabahın ilk saatlerine kadar hareket halindedir. (Çetiner, https://www.milliyet.com.tr/ 24 Mart 2005)

 

Yılmaz Çetiner, bu sofralardan ülkeye ve iktidarlara nasıl ayar verdiklerini de şöyle anlatıyor: En son Milliyetin olmak üzere, birçok kez Ankara'da siyasi muhabirlik, Ankara temsilciliği yaptım. Tan’ın dediği gibi, Ankara muhabirlerinin en büyük merakı veya zevki hükümete bakan tayin etmekti. Bazen yakıştıran haberler yazarak, hele büyük kabine değişikliklerinde veya yeni hükümet kurulurken bazı isimleri öne sürmek elbette gazetecinin hakkıydı. Biz hepimiz bazen çok açık bazen üstü kapalı bunu yapardık. Ee yani, örneğin dışişleri bakanı yakından tanıdığımız falanca olursa fena mı olurdu? En değerli haberleri ondan almaz mıydık? İsmini bakan olarak ortaya atmamızın mükâfatı, vefa borcunu o filanca bakan adayı unutmazdı herhalde?

Ama her şeye rağmen ender de olsa vefasızlık gösteren bakanlar da çıkmaz değildi. O zaman da talihimize küserdik, yeni bakanlar yaratmanın peşinde koşardık! (Çetiner, https://www.milliyet.com.tr/ 24 Mart 2005)

 

Şu satırlar da Ertuğrul Özkök’e ait…. “Doğumdan sonra babam her öğlen eve gelip, anneme pirzola pişirmiş. Doktorun tavsiyesi üzerine, kan yapması için her öğün bir bardak şarap içirmiş. Bu da gösteriyor ki, şaraba olan ilgim çok küçük yaşlarıma gidiyor. Annem her öğün şarap içerken, ben de onun göğsünden süt içtiğim için, damarlarımda ilk şarabın dolaşmaya başlamasının da o yıllara dayanması normaldir. (Özkök,2014:35)

(……) Annemin anlattığına göre, 14 aylığa kadar anne sütü içmişim. Bu 14 ay boyunca annem her öğünde bir kadeh şarap attığı için, benim de her öğünde kendi çapımda bir kadeh attığımı söyleyebilirim. Anlayacağınız, çocukluğumuzda haram süt emmedik, ama helal şarap içtik. (Özkök,2014:37)

Ertuğrul Özkök, Gezi kalkışmasına selam durmak için nasıl kadeh kaldırdıklarını da şöyle anlatıyor: Gezi’de Türkiye’nin yeni demokrasi tarihini yazan çocuklar için kadehlerimizi kaldırmış, hayatlarını kaybedenleri anmıştık. Cezaevlerindekilere selam göndermiş, “Bir gün mutlaka bu ülkeye demokrasi gelecek” diye avunmuştuk. (Özkök,2014:83)

Türk basınının laik ruhbanlarının bir başka mümeyyiz vasfı, ülke halkının dini olan müslümanlık ile bir türlü  yıldızlarının barışık olmamalarıydı.

 

Ertan Yülek, Aydın Doğan’dan  nakille Hatıralarında Falih Rıfkı Atay’dan şöyle bahsediyor:  Falih Rıfkı Atay, 1950 yılında CHP'nin Merkezden gösterdiği Gümüşhane milletvekili adayı iken, diğer CHP'li adaylarla birlikte Aydın Beylerin konağında kalıyor. Bayburt'taki mitingde Falih Rıfkı Atay tam konuşurken ezan okunmaya başlıyor. Aydın Bey'in babası Falih Rıfkı Atay'ın kulağına eğilerek "Ezan okunuyor ara verin” demiş. Falih Rıfkı Atay, "O adam sussun” diye cevap vermiş. Bu konuşmalar üzerine ortalık karışıyor, yuhalamalar başlıyor. Aydın Beyin babası çok müteessir olarak "İsmet Paşa bu adamı bize bela mı gönderdi” diyor (Yülek,2015:502).

 

Ertuğrul Özkök, Kurban bayramlarında niçin sürekli homurdandığını şöyle anlatıyor: Kurban Bayramı benim için bir daha hiç açılmamak üzere o sabah kapandı. Bedenim o gün o evden taşındı. Kahramanlar artık benim için bitmişti… O yüzden, kurban bayramlarında kendi kendime homurdanan bir Beyaz Türk görürseniz, küçümsemeyin.  Hor görmeyin.  Bilin ki gönlünde hiçbir psikiyatrın çözemeyeceği derin bir iz vardır. O izle doğmuştur, muhtemelen o izle ölecektir. (Özkök,2014:53,54)

Ertuğrul Özkök, kitabında Kurban Bayramı dışındaki diğer günlerinden de bazı bilgiler aktarıyor:

“Allah bana bir beden verdi. Her sabah boy aynasının karşısına geçip, çırılçıplak, kendime poz veriyorum. (Özkök,2014:44)

Hürriyetin Yayın Yönetmeni yine aynanın karşına geçmiş ve ülkenin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan için o meşhur manşeti atmıştı: “Artık Muhtar Bile olamaz”

Ertuğrul Özkök, devam ediyor: 2 Nisan 2011’di. Alelade bir gündü. Sessiz, bir seri katil sükûneti içinde geçen 48 saatin sonuydu. “TheThrill is Gone” çalıyordu. Yine çırılçıplak aynanın karşısına geçtim. (Özkök,2014:45)

Hürriyetin Yayın Yönetmeni yine aynanın karşına geçmiş ve o meşhur manşeti atmıştı:: “411 El Kaosa Kalktı.”

Türkiye’de halkın temsilcileri olan 411 milletvekili, yaklaşık 20 yıldır süren ve artık bir kangrene dönmüş üniversitelere başörtüsüyle girilmesini engelleyen düzenlemeyi ortadan kaldıracak bir düzenleme yapmışlardı çünkü…

‘Aynanın karşısındaki’ laik ruhban için bu girişim, kaostan başka bir şey değildi.

Türk basınının bir başka popüler ruhbanı olan Can Dündar ise Sivas olayları provakatörü Aziz Nesin isimli şahsı ölümünün ardından şu güzellemelerle uğurluyordu: “80’lik bir delikanlı meydan meydan dövüşürken ben titreyen kalemimle sığınacak delik arıyorum,” eziklikleri bitti. Artık ne Tanrı’dan kuşkulanan çıkacak ne de milletin koyunluğuyla dalga geçen… Eğip bükmeden konuşan, gümüş saçlı küçük adam sizlere ömür… Gücünü verin, kapı kapı gezip, uyuyan ruhları, sarsarak uyandıralım gaflet uykusundan… Şeriata karşı konferanslar düzenleyelim. Çocuklar büyütelim aydınlık yarınlar için… (Dündar,2015:19-20) 

Dündar, bir başka laik ruhban Türkan Saylan’ı da ölümün ardından şu güzellemelerle uğurluyordu: Türkan Saylan, bu ülkenin yüz akıydı. Ancak samimiyetle inanmış insanlarda rastlanabilecek bir feda kültürünün son temsilcisi… İnsanların yardımına koşmak, cehaletle savaşmak uğruna koşulsuz kendinden vazgeçecek bir örnek insan… İçi boşaltılmış “ahlak” kavramının etten, kemikten hali… Demokrasiden taviz vermeyen laiklik hassasiyetinin sesi… Bir eğitim mücahidi…

Onunla ilk görüşmemiz 15 yıl önceydi. Sarı Zeybek’e Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin verdiği ödülü onun elinden almıştım. Son görüşmemizde “Kardelenler” için bir kampanya filmi planlıyorduk birlikte… ve o yine, hepimizi hayranlığa sürükleyen bir enerjiyle, Anadolu’daki kızların durumunu anlatıyordu. “Anadolu’yu küçücük katkılarla değiştirmek mümkün,” diyordu.  “Bir kızın özgürlüğünün bedeli 200 TL” idi. Bulabildiği her kuruş, onun için kurtarılmış kızlar demekti. (Dündar,2015:229-230)

Can Dündar, laik kilisenin ritüelleri konusunda ne kadar hassas olduğunu da  şöyle ifade ediyor: Başucunda Fatiha yerine şiir okunan kadına imrendim. (Dündar,2015:57)

Başucunda Fatiha yerine şiir.. Cenazede namaz yerine alkış…Başörtüsü yerine mini etek hoşgörüsü….Helal sofra yerine içki sofrası……

Müslüman Türk milleti, yaklaşık 100 yıldır, matbuatı ele geçirmiş, ülkeye nizam veren laik kilisenin ve bu kilisenin ruhbanlarının dayatmaları ile Müslümanlık arasında sıkışmış durumda….

 

 

 

Güncel Haberler