Robert Kolej’in kurucusu, ABD’li misyoner Cyrus Hamlın’in “Türkler Arasında/ Türkiye’deki Misyonerlik Faaliyetleri” kitabını neşreden yayınevinin, eserin başına koyduğu önsöz, tarihle ilişkimizin ne olması gerektiğini gösteren çarpıcı mesajlar içeriyor. İşte o satırlardan bazı tesbitler:
(….) Şunu bir kez daha vurgulayalım: Tarih, milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden insanlar nasıl dostunu-düşmanını ayırt edemezse, nasıl alacağını-vereceğini hesaplayamazsa, nasıl geleceğini planlayamazsa, milletler de böyledir. Hafızalarını kaybeden milletler dostlarını düşmanlarını ayırt edemezler, alacaklarını vereceklerini hesap edemezler, istikballerini de planlayamazlar. Adeta okyanusta pusulası bozuk gemiye dönerler. Rüzgâr nereden eserse, aksi yöne savrulup giderler. Çünkü pusulaları olmadığı için, hedefledikleri bir liman da yoktur. Günübirlik iç ve dış gelişmelere göre politika üretirler. Orta ve uzun vadeli, belirli bir hedef ve amaca yönelik bir iddiaları olmadığı için, bir planları da olamaz!
Senaristi, rejisörü ve yapımcıyı hiç düşünmeden, bu filmde kötü rolleri üstlenen figüranlara bağırıp çağırmaktan öte dişe dokunur hiçbir şey yapmadık!..Bu yüzden de tarihten ders almadık, alamadık!
Sevapların ve hataların sebep ve sonuçları iyi irdelenmeli ve bunlardan dersler çıkarılmalıdır.Gerçek olan şu ki, yakın tarihimiz "ideolojik" kalıplar arasına sıkıştırılmış bir devredir. Herkes kendi ideolojik çizgilerini tarihe giydirmeye çalışmakta ve o çizgiler içinde takdim etmeyi adeta görev addetmektedir. Sahnedeki figüranların söz ve fiillerine göre tarihe yorumlar giydirilmektedir. Senarist ve senaryo kimsenin aklına da gelmemekte, umurunda da değil...
Bu nedenle tarihten istikbal için dersler alınacağına, tarih yeni nesiller arasında bir kavga, bir ayrışma aracı haline gelmektedir. Türk tarihçileri bu paradoksu aşmadıkları müddetçe, tarihten ders alamazlar... Bu nedenle de istikballerinin temellerini doğru inşa edemezler. Yanlı atılan bir temelin üzerine de, yeni binanın duvarları sağlıklı yükselemez vesselâm!..
Batılı tarihçiler derler ki, Türkleri tarihten çıkarın, geriye bir şey kalmaz. Evet, tarihte 15 büyük devlet kurmuş, dünyaya nizamat vermiş, insanlık tarihine, insanlığın ortak malı olan medeniyete "fazilet" unsurunu eklemiş, insanlığın muhtaç olduğu misyonu asırlarca omuzlamış bir milleti öylesine dönüştürdüler ki, hafızasını Edirne ile Kars'ın arasına sıkıştırdılar. Geçmişine, tarihine, dinine, diline, kültürüne, tarihi misyonuna düşman ettiler... Basit bir ulus devlet anlayışına mahkûm ettiler. Sıradan, günlük hay-huylar içerisinde boğuşan bir üçüncü dünya ülkesine dönüştürdüler. Sun'i gündemlerle içeride enerjisini tükettiler. (2015:5-8).
Robert Kolejin temel atma töreninde yabancı misyon şefleri ve dinî cemaatlerin temsilcileri birer konuşma yaparlar. En anlamlı konuşmayı ise Yunan hatip yapar. Konuşmasının son cümleleri, en can alıcısıdır: Koleji, Fatih'in 29 Mayıs 1453 sabahı Bizans surlarındaki bir kulede açılan gedikten içeri girdiği anla mukayese ederek der ki, "Bu kule (okul), o kulelerden daha yüksek bir tepede yapılıyor. Bu, onlara hâkim olacak! Bu kolejin ruhanî ve ebedî bir gücü vardır. Bu kolej, Türklerin yok oluşunu görecektir. Buna imanım tamdır!"
Kolejin ilk müdürü olan ve ülkemizde 50 yıl kalan, Hamlin'in de damadı olan George Washburn, Kolejin kimliğini hatıratının en sonunda şu cümlelerle tarihe kazır: "Robert Kolej bir iman eseridir. Şimdide böyledir, gelecekte de böyle olacaktır (2015: 11-12)
Washburn Der ki; “Çocuğunun elinden tutarak okulumuza getiren Türk veliler "oğlumu buraya İngiliz terbiyesiyle büyümesi için yolluyorum"... demektedirler.
Washburn, buradaki "İngiliz terbiyesi" tabirini yanlış anlayacak olanları düşünerek şöyle der: "Burada İngiliz terbiyesinden kasıt, Protestanlıktır! (2015: 13).
Kısaca, Kolejin, tek hedefi vardı: Buraya gelen çocuğu, Mesih'in sürüsüne katmak! Gerisi, teferruattı ve tüm eğitim bu noktaya hizmet etmek üzere kurgulanmıştı. Bunun en bariz kanıtı, Haluk'tur. Tevfik Fikret üzerine yüzlerce çalışma yapan Türk akademisyenleri, Haluk'un tahsil için Amerika'ya gittiğini ve sonra orada din değiştirerek papaz olduğunu yazar-çizerler.
Ama hiç kimse nasıl, neden, nerede, ne zaman Hıristiyan olduğunu yazmaz, çünkü araştırma zahmetine katlanmadıkları gibi, bu işin Amerika'da gerçekleştiğine inanırlar. Haluk, işte bu Robert Kolej'in kurbanıdır. Fikret, oradaki Türkçe bölümünün başkanıydı, çocuğu kendi görev yaptığı kurumda elinden kaydı, gitti... Fikret, bunu fark etmedi bile... İslâm'a olan öfkesi ve düşmanlığı kalbini kararttığı gibi, gözlerini de kör etmişti. (2015: 13).
Bulgar öğrenciler koleje öylesine damgalarını vurmuşlardır ki, İstanbul'un Müslim ve gayr-i Müslim halkı arasında okulun adı "Bulgar Koleji" olarak anılmaya başlanmıştır. Kolejdeki diğer milletlere mensup öğrenci sayısının toplamı, çoğunlukla Bulgar öğrencilerden az olurdu. Örneğin 1871 yılında Kolejden mezun olan öğrencilerin tümü Bulgar'dı.
Robert Kolej'in bu fonksiyonel hizmetlerini Bulgar yöneticileri ve tarihçileri hep şükranla yad ederler. Nitekim Bulgaristan henüz bizden ayrılmadan 1895 yılında Bulgar Prensi Ferdinand İstanbul'a gelir ve Robert Kolej'i ziyaret eder. Burada yaptığı şükran konuşmasında şu çarpıcı tespitte bulunur: "Robert Kolej, Bulgar devlet idarecisi fidanlığıdır. Bunun hep böyle olmasını temenni ederim!" (2015: 14-15)
Hamlın Cyrus,(2015),Türkler Arasında/Türkiye’deki Misyonerlik Faaliyetleri, İstanbul: Kahverengi Kitap/