LOZANDA ASLINDA NE OLDU?


Türk solunun önemli isimlerinden İsmail Cem, “Tarih Açısından 12 Mart” İsimli eserinde Cumhuriyetin kuruluşundan sonra aslında ne olduğunu anlatarak, resmi idolojinin yılmaz avukatlığını yapan Türk solcularının ilkokul ezberlerini bozucu tesbitler yapıyor.

İşte İsmail Cem’in kitabından o bölümler: Lozan konferansında Türkiye'nin Kerkük ve Musul petrolleri üzerindeki haklarından pratikte vazgeçmesiyle Batı açısından Ortadoğu sorunu noktalanmıştır. Yeryüzünün en stratejik doğal kaynaklarını barındıran Ortadoğu toprakları, bundan böyle, tarih boyunca kendisini etkilemiş bir Türkiye'nin ilgisinden uzaklaştırılmakta Batı'nın çıkarlarına daha açık, uzun süreli hesaplara daha elverişli kılınmaktadır. (Cem, 1977: 12)

(…..) Türkiye, şimdi Batı çıkarlarının doğu ucundaki bekçisi, uzak karakolu olmaktadır. Tarihi boyunca Doğuyu Batı karşısında korumuş olan bir toplum için ilginç bir değişimdir bu. Ve Türkiye, böylece, aldığı dış kredilerin, askeri yardımın karşılığını, kendi hakim zümrelerinin çıkarları doğrultusunda ve şu görevi yüklenerek ödeyecektir: Bir yandan Sovyetler Birliği'ne karşı bir tehdit ve savunma aracı olmak, öte yandan ve en önemlisi, Batı çıkarlarını Ortadoğu'da kollamak, gereğinde bir Batı müdahalesini kolaylaştırmak ya da bizzat müdahalede bulunmak. (Cem, 1977: 12-13)

(…..)Tek ideoloji, tek parti ve tek şef kavramlarının geçerlikte olduğu bir toplumda, bürokrasi ile imtiyazlı sermaye arasında bürokrasinin öncülüğünü kabule dayanan bir yönetim kurulmuştur. Herkes yerli yerine oturtulmuştur. Takrir-i Sükûn kanunları çıkarılmış, sol düşünceler yasaklanmış, sendikalar kapatılmış, köylü üzerinde jandarma rejimi kurulmuş, İstiklâl Mahkemeleri aracılığıyla bir terör güvencesi egemen güçlere sağlanmıştır. (Cem, 1977: 129-130)

Sermaye ve bürokrasinin Batılaşma doğrultusundaki bir iktidar programı çerçevesinde birleştiği 1923-1946 dönemi ise, İstiklâl Mahkemelerinin eşliğinde ve Takrir-i Sükûn kanununun ışığında göreve koyulmuştur. Anadolu köylüsünü, izleri çeyrek yüzyıl hatırlanacak ölçüde ezmiş; işçileri en küçük bir haktan yoksun olarak 12 saatlik iş günlerine, ekmek ve soğana, sermayenin bütünüyle insafına terketmiş; sendikaları kapatmış, işçi sınıfının partisini ve ideolojisini yasaklamış, en iddiasız bir sol yayını, solcu bakışı bile en ağır cezalara çarptırmış; işçiler şöyle dursun, iki “burjuva” muhalefet deneyini bile iktidarın bürokrat kanadı yaşatmamıştır.  (Cem, 1977: 159-160)

Cumhuriyetin 1923'te işbaşına gelen yönetici kadroları, doğrudan doğruya Osmanlı bürokrasisinin devamı niteliğindedir. Hem yetişme tarzları ve anlayışları bakımından hem de tek tek kişiler olarak. Cumhuriyeti ilân eden Paşalar. Osmanlı ordusunda ve Osmanlı bürokrasisinin geleneklerinde yetişmiş, yükselmiş, Paşalığa ulaşmış kimselerdir. Hemen hepsi, İttihat ve Terakki'nin tezgâhından geçmiştir. Osmanlı bürokrasisinin kendi sürekliliği, göreceli özerkliği ve iktidardaki yeri açısından benimsemiş olduğu bütün tezlerin ve kendi dışındaki iktidar kaynaklarına karşı takındıkları tavrın Cumhuriyetin seçkin bürokratları tarafından aynen sürdürülmesi, doğaldır. (Cem, 1977: 172)

Tek Parti dönemi ile ilgili bu tesbitleri yapan İsmail Cem, Demokrat Parti’nin bir Askeri darbeyle neden devrildiğini de şöyle izah ediyor: Demokrat Parti hareketi, bir bakıma, burjuvazinin bürokratik vesayetten kurtulmak ve halkın siyasal katılmayı sağlamak yönündeki iki ayrı tarihsel özlemin aynı doğrultuda birleşmesinin sonucudur. Her iki gelişme de, kendi özlemlerinin uzantısında karşısına hedef olarak bürokrasiyi ve onun partisini almıştı. (Cem, 1977: 173)

 

Güncel Haberler