Yazar Ahmet Anapalı “Masada Kaybedilen Vatan” isimli eserinde Lozan Antlaşmasıyla ilgili bir çok gizli şifreyi gözler önüne seriyor.
Onlardan biri yazışma ve telgrafların İngiliz istihbaratı tarafından takip edilme meselesi:
(…..) Türk heyetinin Ankara ile yaptığı çok gizli telgraf görüşmelerini ele geçiren İngiliz haber alma servisi bu telgrafları Lord Curzon'a ulaştırdı. Böylelikle İngilizlerin görüşmeler boyunca Türklerin ne düşündüklerini ve ne yapmak istediklerini daha iyi değerlendirilmesini sağladı. (Anapalı,2023:32)
Curzon, ele geçirilip İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na aktarılan Türk telgraflarını düzenli bir şekilde inceleyerek, Lozan'da İsmet Paşa ve Ankara'da Türk Hükümeti'nin karşı karşıya bulunduğu zorlukları öğreniyordu. Böylece Curzon, İsmet Paşa'nın konferansın kabul edebileceği şartlar ile Ankara Hükümetinin arzuları arasında sıkıştığı gerçeğinin son derece farkında idi.
Konuları nereye kadar zorlayabileceğini biliyordu. Çünkü Türk heyetinin müzakereleri hangi noktada keseceği konusunda birinci elden bilgi sahibi idi. (Anapalı,2023:34)
İsmet Paşa'nın ve onunla telgraflaşan Başbakan Rauf Bey'in ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in atladığı ve anlayamadığı bir hakikat vardır ki; bu telgrafların tümü İngilizler tarafından okunuyordu ve bu karşılıklı taviz yazıları İngiliz Curzon'un iştahını kabartıyor, daha da saldırganlaştırıyordu. (Anapalı,2023:117)
Bir diğer şifre, Lozan öncesi ve Lozan sırasında söylenenler ile kabul edilen hususların birbiriyle çelismesiydi.Şimdi o konulara başlıklarıyla bakalım:
1)Düşmana Verilen Ata Toprakları Meselesi
Seneler sonra Amerikalı General Mc. Arthur, büyük devlet adamlarından biri olarak ifade ettiği Atatürk'ün her şeye rağmen Lozan'ın sonuçlarından burukluk ve vicdan azabı duyduğunu söylemekte ve şöyle bir anekdotu hatıralarında bizimle paylaşmaktadır;"...Atatürk. Ankara'daki karşılaşmamızda konusu açıldığında bana; “Ömrüm vefâ ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım, Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım”
demişti (Anapalı,2023:137)
İbretlik tabloya bakınız ki, Mustafa Kemal Paşa'nın “Savaşacak durumumuz yok yorgunuz. Musul'u verelim Lozan'ı kurtaralım” demişti.(Anapalı,2023:142)
2)Düşmana Bırakılan Savaş Tazminatı Meselesi
İsmet İnönü, Batı Cephesi komutanı olması hasebiyle kovaladığı Yunanlılar'ın çekilirken Ege ve Marmara Bölgesine yaptığı zararı bizzat gözleriyle görmüştü. Nitekim, o günlerde İstanbul’da yayınlanan ve gayet güzel bir tiraja sahip olan 'Vakit Gazetesi' muhabirine verdiği beyanatta İnönü; 'Yunanlılar'ın Anadolu'da yaptıkları tahribatın maddi değerinin Bir milyar Beş yüz bin altına vardığını, yanan iki yüz seksen bin evin ise üç yüz milyon lira kıymet kaybına sebep olduğunu, götürülen hayvan ve eşyanın da yedi yüz milyon lira kıymetinde olduğunu söyleyerek; "... Yapılacak tetkikler zararın bu rakamın çok üstünde olduğunu meydana çıkartacaktır. Hele nüfusça ırz ve namusça olan zararlarımızın belirlenmesi ise mümkün değildir. Fakat bütün zararlarımızı Yunanlılar'ın yanına bırakmayacağız. Bunların santimine kadar tazminini isteyeceğiz... " diye kesin ve sert bir dille konuşmuştu.
Fakat bu konuda Lozan'da başlangıçta direnmesine rağmen karşısında bulduğu sert blokun önünde isteklerinden vazgeçti ve Yunanlılar'dan, savaş tazminatı ve tamir bedeli olarak sadece Karaağaç'ı almayı kabul etti. Halbuki, Yunanlılar'ın verdiği zararı kendisi yerinde inceleyerek o zamanın gazetelerine maddi karşılığını bildirmişti.
İsmet Paşa "...Şu anda Yunanistan'ın maddi durumu çok kötüdür. Türkiye'ye bir tazminat ödediği takdirde, bu Yunanistan için yıkım olur. Bu nedenle biz tazminat talebimizden vazgeçiyoruz." diyordu. Lozan'da ne değişti acaba? (Anapalı,2023:171-173)
3) Fener Rum Patrikhanesi Meselesi
Mustafa Kemal Paşa, Bursa konuşmasında Patrikhane meselesini gündeme getirerek, büyük zafer sonrası kurulacak bağımsız Türkiye'de Patrikhane'nin hiçbir imtiyazının olamayacağını bildirmişti. olmuştur (Anapalı,2023:192)
Nitekim Patrikhane konusunda Mustafa Kemal Paşa da, 25 Aralık 1922'de Le Journal gazetesi muhabiri Paul Heriot'ya Çankaya'da verdiği beyanâtta şunları söylemektedir: "...Bir fesad ve hıyânet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felâkete sebep olan Rum Patrikhanesi'ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir? Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Bâb-ı Ali'nin taht-ı idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye, şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukûkunu muhafaza için mevcûdiyetini tehlikeye atmaya hazır ve âmâdedir..."
Fakat gelişmeler hiç de Paşa'nın istediği gibi olmadı ve Patrikhane tüm çabalara rağmen Lozan'daki Türk Heyeti'nin de hadiseye tam olarak sarılmamasından ötürü Türkiye sınırları içerinde ve hatta eski yerinde İstanbul Fatih'te Fener bölgesinde kalmaya devam etti.
Fener Rum Patrikhanesi'nin yaptığı tüm zararlı ve kışkırtıcı faaliyetleri unuttu ve dünyanın öbür ucunda olan ABD'nin sözünü tutarak Patrikhane'yi Anadolu'nun acısının üzerine tuz basarak, TBMM'deki milli vicdan ve iradeyi bir kenara bırakarak, İstanbul'da bıraktı.
Mustafa Kemal Paşa mevcut durumu 16 Ocak 1923'de İstanbul'da gazetecilerle görüştüğü bir esnada gazetelere verdiği mülakatta şöyle özetlemiştir;
"...Fakat İstanbul Rumlarını ve Patrikhane'yi Türkiye'den çıkartamadık. Yalnız Patrikhane'nin siyasi meselelerle uğraşmamasını sağladık. Patrikhane meselesini bir Hıristiyanlık meselesi haline getirdiler ve biz de bu konuda fazla ısrar etmedik, dediklerini kabul ettik..."
(Anapalı,2023:184-185)
SONUÇ: LOZAN’DA KİM KAZANDI?
(…..)İlk bakışta Türk heyetinin gizli zaferiymiş gibi görünen sonuç metnine imza atan İngiltere'nin birinci devre heyet başkanı Lord Curzon'a İngiltere Avam Kamarası'ndaki bazı senatörler;
"...Türklerin istiklalini ne için tanıdınız?" Diye sorarlar.
Curzon'un verdiği cevap esasında tarihi İngiliz ukalalığının vardığı neticeleri kavrayabilmemiz açısından çok mühimdir.
Şöyle cevap verir kurt politikacı Lord Curzon; "...İşte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski kuvvet ve güvenlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz." (Anapalı,2023:21-22)
(…..)Biz, Lozan'a zafer kazanarak gittik. Yenik bir devlet olarak Lozan'a gittiğini iddia ettiğimiz Yunanistan Türkiye'den çok daha rahattı ve neticede görüşmelerin sonucunda Türkiye'den daha kazançlı çıkmıştır. (Anapalı,2023:118)
(…..)Bu konuda söylenilebilecek son söz şudur ki, Lozan'da dağ fare doğurdu. Evet dokuz ay iki dönemde devam eden ve bazen bir gün süren çetin görüşmeler sonucunda elde edilen neticeye bakarsak; dağ fare doğurdu. Çünkü Lozan, konu ile alakalı herkesin bildiği üzere 1920'de son günlerini yaşayan, bitik ve Avrupa tarafından parça parça edilmiş Osmanlı'ya dayatılan, "Sevr" paçavrasının sadece hafif yumuşatılmış ve kelimelerle oynanarak farklı bir antlaşma haline getirilmiş değişik bir versiyonudur. Yani ismet Paşa, 24 Temmuz 1923'de İsviçre Lozan'da dilini bilmediği için Sevr paçavrasının farklı bir yazılımına imza atmıştır.
(Anapalı,2023:103)
Kaynak:
Ahmet Anapalı, (2023),Masada Kaybedilen Vatan,İstanbul:Profil Kitap Yay