(……) Bunlardan, bu gibilerden; bazen güneşle doğmak üzere bulunan güneşler güneşine bakıp, topyekûn kâinatın bir azîm zuhura karşı bekleme halinde bulunduğunu sezenlerden biri, Kızıl Devenin Süvarisidir. Kuss bin Sâide... Yâd Kabilesinin yücesi Kuss bin Sâide, belki yüz yaşına ayak basmak üzere, belki yüz yaşını da aşkın bir ihtiyar...
Allah Resulünün, tenhalarda ve izbelerde, hudutsuz sükûnet koridoru boyunca yürürken, kendisine meçhul istikametler ve ağızlardan ismiyle hitap edilmeye başlandığı günler, Kuss bin Sâide'nin de, dillere destan meşhur hitabesini (Sûk-u Ukâz) da okuduğu demlere rastlar.
Renk renk insanın çizgi çizgi bir cümbüş içinde fıkırdadığı panayır yerinde. Kızıl tüylü bir deve üstünde ihtiyar bir insan peydahlandı. İri gözleriyle ufukları süzen genç ve dinç devenin üstünde gözleri çukura kaçmış ve içinin ufuklarına dalmış, yaşlı ve iki büklüm süvari...
Süvari söze başladı: Kalblerde, tülbentle parlatılmış bir ayna gibi derin sükût... Hikmet çağıldıyor:
«Ey insanlar!.. «Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz!.. «İbret alınız!..
«Yaşayan ölür, ölen fena bulur... «Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken hepsi silinip gider.
Olayların ardı arası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar. Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak işaretler var... Yeryüzü bir büyük dîvan, gökyüzü bir yüksek tavan... Yıldızlar yürür, sular durur... Gelen kalmaz, giden gelmez.
Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar?
Yemin ederim, yemin ederim ki, Allah'ın indinde bir din vardır ki, şimdi içinde bulunduğumuz dinden daha sevgilidir.
Ve Allah'ın gelecek bir Peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakındır. Gölgesi başımızın üstünde...
Ne mutlu o kimseye ki, O'na iman eder; O da kendisine hidayet... O'na isyan ve düşmanlık edecek olana da eyvah!.. Ömürleri gafletle geçen topluluklara eyvahlar olsun!..
Ey insanlar!..
Hani ya babalar, dedeler, atalar?.. Nerede soy-sop?.. Hani ya süslü saraylar ve mermer binalar yükselten Âd ve Semûd milletleri?.. Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da: — Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim? Diyen Firavun ve Nemrut?..
Onlar zenginledikçe, kudret ve kudretçe sizden çok üstündüler. Ne oldular? Toprak onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile eriyip gitti. Çatıları yıkılıp süpürüldü. Şimdi onların mekânlarını köpekler şenlendiriyor.
Sakın onlar gibi gaflete düşmeyin, onların yolundan gitmeyin! Her şey fâni; baki olan Allah... Ortaksız ve benzersiz, mutlak bir Allah... Tapınılacak ancak O... Doğmuş ve doğurmuş olmaktan münezzeh Allah..
Evet, evet... Olup bitenlerde, gelip geçenlerde, bize ibret olacak çok şey var...
Ölüm bir ırmak... Girecek yeri çok ama, akacak yeri yok... Büyük, küçük, hep göçüp gidiyoruz. Herkese olan, size ve bana da olacaktır.”
(….) Ve yıllar sonra Yâd oymağının yücelerinden başka biri, Huzura çıkıp İslâmlığı kabul edecek; ve arkasından Kızıl Tüylü Devenin Süvarisine ait bütün kabileyi imana çekecektir.
Allah'ın Sevgilisi, bu toptan akış karşısında memnun olacaklar ve soracaklardır: — Kuss bin Sâide'yi bilen var mı aranızda?
— Elbette, ey Allah'ın Resulü, diyeceklerdir; bilmez miyiz? Biz, hep onun izinde yürüyenlerdeniz.
Allah'ın Resulü buyuracaklardır: — Onun, bir zamanlar Suk-û Ukâz’da, bir deve üzerinde «Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak neyse olur!» diye okuduğu bir hutbe hiç hatırımdan çıkmaz.
Ve mecliste bulunan Hazret-i Ebu Bekr atılacaktır: — Ey Allah'ın Resulü... Ben de o gün aynı yerde hazırdım. Kuss bin Sâide'nin söylediği sözler, kelimesi kelimesine hatırımda... İzin verirsen okuyayım...
Ve Ebu Be'kr, Kızıl Tüylü Devenin Süvarisine ait sözleri, başından sonuna kadar ayniyle belirtecektir.
Kuss'un kabilesinden biri de ayağa kalkıp Allah'ın Resulünden izin alacak ve onun şiirlerinden birkaçını okuyacak... (Kısakürek,1993:101-103)
Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, b.d. (büyük doğu) yayınları, 13. Basım, Ekim 1993