DEVLET İLE İNSAN ARASINDA


2003 ve 2007 yılları arasında Başbakanlık Müsteşarlığı, 2009 ve 2011 yılları arasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 2011 ve 2013 yılları arasında Millî Eğitim Bakanı olarak görevlendirilen, Prof.Dr. Ömer Dinçer (d. 10 Eylül 1956, Karaman), akademik, bürokratik ve siyaset hayatından gözlem ve tecrübelerinden oluşan notlarını kitaplaştırmaya devam ediyor.

Dinçer’in ‘Devlet ile İnsan Arasında’ isimli eserinde çok sayıda çarpıcı hatıra yer alıyor.O hatıralardan birini sizlerle paylaşıyoruz:

(……….) Diğer yandan bürokrasi her zaman bekleneni vermez, verimsizlik ve kötü yönetimin de kaynağı haline gelebilir. Nitekim Webster sözlüğü bürokrasinin "insan ihtiyaçlarına aldırmazlık, ilgisizlik, kararları üstlere havale etme eğilimi veya işi kırtasiyecilikle engelleme" anlamına işaret eder.(Dinçer, 2025:141)

Ömer Çalışma Bakanı olmuştu. Uluslararası faaliyette bulunan şirketlerin temsilcileri Bakana tebrik için geldiler. Konuşma arasında, "işleri gereği yabancı personel çalıştırmak zorunda olduklarından, ama çalıştırma izni almanın çok güç ve gecikmeli gerçekleştiğinden" şikâyet ettiler. Ömer misafirlerine konuyla ilgileneceğine söz verdi.Sorunu teşhis ve çözüm için önce bir proje takımı oluşturdu.

Kısa bir süre sonra yapılan tespitler çok şaşırtıcı ve üzüntüvericiydi. Bir yabancının çalışma izni ortalama sekiz ayda veriliyor, bu süre bazen iki katına da çıkabiliyordu, Bu kadar geciken cevapların büyük bir kısmı da olumsuzdu. Ancak daha ilginç olanı, bu tür bir izin için müracaat esnasında istenen evrakın sayısı ve çeşidi idi. Ne kadar gerekli olduğu ve niçin istendiği tartışmalı tam yirmi dokuz adet evrak isteniyordu.Müracaat dosyasının hazırlanması adeta bir uzmanlık haline gelmişti.

Dosya hazırlamak ve işlemleri hızlandırmak için aracı kişiler ve firmalar ortaya çıkmıştı. Kendilerine danışman adı veren bu kişi ve firmalar, ücret karşılığı iş yapıyordu ve Bakanlık içinden bazı çalışanlarla yakın ilişkiler kurmuşlardı. Usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştı.Proje ekibi üç ay gibi kısa bir sürede çalışmalarını tamamladı. İstenen her evrak tek tek sorgulandı; niçin isteniyordu, hangi amaca hizmet edecekti, istenmezse ne gibi sıkıntılar doğabilirdi, vs. Sonunda sadece dokuz adet evrakın yeterli olacağı anlaşıldı.(Dinçer, 2025:142-143)

İstenmemesi gereken evrak da "ne olur ne olmaz" düşüncesiyle dosyası için gayrı resmî taleple getirtiliyordu.Ülkede üniversite öğrencilerinin kaldığı bütün yurtlar tek bir kurum tarafından yönetiliyordu. Ömer bu kurumun genel müdürünün amiri sayılacak bir görev yapıyordu. Kendisine gelen bir şikâyet mektubunda dile getirilen bir konu dikkatini çekti.Şikâyet mektubunda yazılana göre yurtta kalabilmek için yapılacak müracaat dosyası için hazırlanacak evrak bir hayli kabarıktı. Ama istenen çok sayıdaki evrak arasında en ilginci, öğrencinin anne ve babasının çalışmadığına dair belgelerdi.

Bütün sistem vatandaşın dürüst olmadığı ve yalan beyanda bulunabileceği varsayımı üzerine kurulmuştu.Çalışanın durumunu belgelemesi mümkündü ve anlaşılabilirdi, ama çalışmayanın durumunu belgelemesi nasıl olacaktı? Ülkede çalışanlarının kayıt olabileceği üç sigorta kuru-mu vardı. Hem annenin hem de babanın her üç kurumdan da sigortalı olmadığına dair belge alması gerekiyordu.

Binlerce öğrencinin ebeveyni bu belgeleri almak için koşuşturuyor, bu kurumlarda çalışan çok sayıda insan bu evrakı hazırlamak için uğraşıyordu.

Kamu görevlilerinin vatandaşa olan güvensizliklerinin bedelini hem vatandaş hem de diğer kurumun memurları ödüyordu. Üstelik bu belgelerin varlığı ebeveynlerin gerçekten çalışmadığını göstermiyordu. Çünkü ülkede kayıt dışı çalışma oranı çok yüksekti.(Dinçer, 2025:144)

Ömer Çalışma Bakanlığı yapığı yıllarda kızı üniversite sınavını kazanmıştı, ailece heyecanlıydılar. Üniversitenin rektörü yeni öğrencisine bir mektup yazmış; onu tebrik ediyor, kayıt günü, hazırlanacak belgeler ve işlemler hakkında bilgiler veriyordu.Mektup anlaşıldığı kadarıyla standarttı ve sınavda o üniversiteyi kazanan bütün öğrencilere postalanmıştı. Hazırlanacak belgeler arasında ise Bakanın döneminde yapılan değişikliklere ve yeni mevzuata aykırı talepler vardı.

Ömer rektöre telefon etti. Rektörün yeni öğretim yılını tebrik etti ve sonra öğrencilerden talep edilen; Nüfus Cüzdanı fotokopisi, İkametgah belgesi ve adli sicil kaydı gibi evrakın istenmemesi gerektiğini ve bunlar yerine sadece kimlik numarasının alınmasının yeterli olduğunu hatırlattı. Çünkü, konuyla ilgili hem yasal düzenlemeler yapılmış hem gerekli bilişim alt yapısı hazırlanmıştı. Üstelik bütün bunlar ilgili bütün kamu kurum ve kuruluşlarına resmi yazılarla bildirilmiş ve medya tanıtım kampanyaları yapılmıştı.(Dinçer, 2025:145)

Ömer Başbakanlık müsteşarı iken, bir gün bir vatandaştan mektup aldı. Mektubun başlığı Kızıma Sağlık Karnesini Nasıl Alamadım? şeklinde idi. Üç sayfalık mektubunda, üniversitede okuyan kızının kullanım süresi dolan sağlık karnesini yeniletme çabasını anlatıyordu. Gün gün karne işlemleri için gittiği kurumları, görüştüğü kişileri ve tüm olup bitenleri ayrıntısı ile anlatıyor, aylarca süren ama tamamlanamayan iş için çözüm talep ediyordu.Ömer mektubu dikkatlice okudu, içinde adı geçen kurum sayısınca mektubu çoğalttı ve her kurumun isteklerinin altını çizerek ilgili bakanlara durumu anlatarak havale etti. Birkaç hafta sonra hiçbir bakanlığın harekete geçmediğini ve çözüm için tedbir almadığını görmek hayal kırıklığı olmuştu.(Dinçer, 2025:146)

Aradan birkaç ay geçtikten sonra, üniversite öğrencileriyle işbirliği yapılarak, sağlık karnesi ile ilgili yeni kararların izleme ve değerlemesi yapıldı. Sonuçta bazı iyileştirmeler görülse de hastanelerde fotokopi alınması uygulaması aynen devam ediyordu. Fotokopi olayının başka bir boyutu ortaya çıkmıştı. Hastane yöneticileri fotokopi için firmalarla anlaşıyor ve kurumuna gelir temin ediyordu.Daha sonraki dönemde sağlık karnesi uygulamasına bütünüyle son verilerek vatandaş kimlik numaralarıyla işlem yapılması sistemi kuruldu.(Dinçer, 2025:147)

Dinçer Ömer,(2025), Devlet ile İnsan Arasında, İstanbul: Kapı Yayınları

Güncel Haberler