Süleyman TUĞRUL
Bugün oturduğum yerden Kuzey Avrupa turu yaptım. 10 ülkeyi gezdim. Epeyce şehir dolaştım. Tabii ki Salim Yılmaz’ın gözüyle..
Salim Yılmaz ile bir kitapçıda tanıştık. Kendisi Felsefe Grubu öğretmeni. İmam hatip mezunu.. Üniversitede sosyoloji okumuş.. İçine bir seyahat etme tutkusu düşmüş.. Türkiye’de gitmediği beş şehir kalmış.. Dünyada ise kırk ülke gezmiş.. Bunlar uçup gitmesin diye oturmuş yazmış ve kitaplaştırmış.. Beş vakit namaz kılan, okuyan, yazan kültürlü, pırıl pırıl bir insan.. Ortak noktamız çok olduğu için iyi anlaştık, ilk karşılaşmamız olduğu halde uzun bir sohbetimiz oldu. Sağolsun bana kitabını hediye etti. Ciddi kitaplar okumaktan yorulduğum için ona öncelik verdim. Gün boyu okuyarak bitirdim. Şimdi bu kitaptan altını çizdiğim satırları ve tespitlerimi aktarmak istiyorum.
“Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı?” diye meşhur bir soru vardır. Söz konusu olan coğrafya ise elbette çok gezen bilir. Çünkü şehirler okunarak öğrenilemez. Hacca gitmeden önce Mekke ile ilgili bir sürü şey okudum, bir sürü şey duydum, ancak hiçbiri görmek kadar işe yaramadı. Şimdi Mekke denilince yaşadığım tecrübeler aklıma geliyor. Bu sebeple seyahat gözlem ve tecrübeye dayandığı için hem daha etkili hem daha kalıcı oluyor. Diğer taraftan seyahat etmek çok okumanın alternatifi değildir; ikisini de yapabilirsiniz, buna da engel yok.
Şimdi gelelim notlarıma:
- Avrupa şehirlerinin şöhretleri sizi yanıltmasın, çoğunun nüfusu bir milyona bile varmıyor. En kalabalık şehir Berlin, o da üç milyon civarında..Paris iki milyon.. İstanbul, Kahire, Pekin gibi 10 milyonun üzerinde şehir hiç yok..
- Türkün yaşamadığı yer yok.. Kuzey Avrupa ülkelerinin çoğunda neredeyse bir şehir oluşturacak kadar Türk yaşıyormuş.. Tabii toplam nüfustan bahsediyorum. Yine her şehirde Türk restoranları varmış.. Salim Yılmaz Bey “bu araştırma konusu olacak kadar ilginç” diyor. Neden başka bir şey değil de yeme-içme? Gerçekten enteresan bir tespit..
-Eyfel Kulesi’ni yapan Gustave Eiffel İzmir Basmane Garı’nın da mimarı imiş.. Açıkçası Basmane Garı Eyfel Kuskesi’nden daha güzel.. Eyfel Kulesi’nin şöhreti bana şöyle bir şey çağrışım yaptı: Malum Eyfel Kulesi demirden ve çok yüksek.. Biri gücü, diğeri de lüksü çağrıştırıyor. Çünkü yüksek bina yapmak Batı’nın en çok övündüğü şey.. Ancak hiçbir değer, duygu çağrımı yok. Batı güç ve lüks peşinde olduğuna göre Eyfel Kulesi bunu iyi temsil ediyor. Bana öyle geldi, sadece bir tespit.. Katılırsınız katılmazsınız, bu ayrı..
-Berlin Türk Şehitliği, 18. yüzyılda oraya görevli giden elçilerin cenazeleri için yapılmış.. Çünkü o zamanlar memleketlerine göndermek çok güçmüş.. Daha sonra bunlara 1.Dünya Savaşı’nda yaralanıp tedavi görmek için Berlin’e gelen ve orada vefat eden şehitler defnedilmiş.. Toplam 220 şehidimiz orada yatıyormuş.. Zamanla bir de cami yapılmış.. Ancak bu şehitliğe gerekli ilgi ve özen gösterilmiyormuş.. Salim Bey böyle düşünüyor.
-Norveç’te Flam isminde bir kasaba varmış.. 400 kişi yaşıyormuş, ancak 300 bin ziyaretçi geliyormuş.. Salim Bey Fiyort Turu yapmış ve çok etkilenmiş.. “Rüya gibiydi” diyor. İşte kitapta en çok heyecanlandıran ve merak ettiğim yer burası oldu. Norveç’e gittim ama bu tura katılmak nasip olmadı. Belki ileride olur, kim bilir!
-İsveç’te Gamla Stan isminde bir bölge varmış.. Bu şehir hiç işgale uğramadığı için hiçbir değişime uğramamış.. Tipik bir Ortaçağ şehri imiş.. Daha da ilginç olanı, 17. yüzyılda dönemin kralı İstanbul’a heyet gönderip Üsküdar’ı incelemelerini istemiş ve Üsküdar’ın dar sokaklarından etkilenip Gamla Stan’a uygulamışlar.
- İsveçli kimyager Alfred Nobel, dinamiti icad edince suçluluk duygusuna kapılmış, adının kötü anılmasını önlemek için kendi aşına Nobel Ödülleri vermeye başlamış.. Tabii bu bir yorum ancak alakasız da değil. Çünkü dinamit kötü amaçlar için de kullanılmıştır. Adam bunu başarmış gibi görünüyor.
- Beni en çok etkileyen Finlandiya’daki kütüphane oldu. Bu kütüphanede sinama salonu, restoran, ücretsiz wi-fi, internet ve kitap okuma salonları varmış.. Beş milyonluk Finlandiya’da 750 halk kütüphanesi varmış.. Bu müthiş bir şey.. Keşke bütün kütüphaneler böyle yaşayan mekanlar olsa.. Çok şey değişir..
- Dünyanın ilk eczanesi 1420’de Estonya’nın başkenti Tallinn’de açılmış.. Bu dükkan müze olarak ziyarete açıkmış..Osmanlı’da ise ilk eczane 1870 yılında bir Rum eczacı tarafından açılmış..
- 1989’da Estonya, Letonya ve Litvanya halkı el ele tutuşarak 600 kilometrelik bir çember oluşturmuşlar. Bu işe yaramış ve 1991’de Letonya Rusya’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanmış..
- Litvanya’da Karay Türkleri yaşıyormuş.. Bunlar Musevî Kırım Türkleri imiş.. Türkiye’den çok büyük beklentileri varmış.. Bizi unutmayın diyorlarmış..
- Yine Litvanya’da Müslüman Tatarlar Türklerinin yaşadığı bir köy varmış.. İsmi Nemezis imiş.. Köy çok fakir olduğu için hiç kimse kurban kesemiyormuş.. Kafile aralarında para toplayıp 21 kurban parası vermişler. Onlar da Kurban Bayramı’nda kurbanları kesip videosunu göndermişler. Çok etkileyici bir örnek davranış.. Bu olay birkaç sene önce yaşanmış..
- Polonya 1600 yılından 1945 kadar 43 defa işgale uğramış.. Nüfus artış hızı sıfırmış.. Polonyalı’lar gerçekten çok talihsizmiş.. Psikolojilerini merak ediyorum.
- İstanbul Polonezköy’de gerçekten Polonyalı’lar yaşıyormuş.. 1840’da bir işgalden dolayı buraya sığınmışlar. Polonya Lehistan ismi ile Osmanlı’nın bir eyaleti imiş.. Nerden nereye..
-Avrupa’nın değişik şehirlerinde Türk Şehitlikleri varmış.. Bunlar 1.Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşan askerlermiş.. Sayısı 1050 imiş.. Allah hepsinin rahmet eylesin..
-Kahveyi, Yemen Valisi Özdemir Paşa Kanunî Sultan Süleyman’a hediye olarak getirmiş ve kısa zamanda yayılmış.. Avrupa’da yayılması ise 2.Viyana kuşatması ile olmuş.. Zira Türkler geri çekilirken kahve çuvallarını bırakmak zorunda kalmışlar. Avusturyalılar da kahveye süt ve şeker ekleyip başka bir boyut katmışlar. Şimdi Yemen çoktan unutuldu, kahve denilince ünlü markalar akla geliyor. Bu da ayrı bir çelişki..
Salim Bey’in kitabından altını çizdiğim satırlar bu şekilde.. Salim Bey bir edebiyatçı değil, bir sosyolog ve öğretmen.. Bu anlamda büyük bir edebi değeri ve derinliği yok ama çok samimi ve çok sade.. Şahsen ben onun tutkusunu ve heyecanı hissettim. Bana seyahat etme hevesi aşıladı. Bu da kitabın amacına ulaştığını gösteriyor.
Kültürlü ve dindar insanlar beni çok etkiliyor. Çünkü böyle insanlar çok fazla değil. Çoğu bu dengeyi koruyamayıp kendini dünyaperest oluyor. O zaman da pek kıymeti kalmıyor. Kendisine bu güzel tur için teşekkür ederim..