İbrahim Arıkan, 1893 yılında Kırklareli’nin Akviran köyünde doğmuştur. Birinci Balkan Savaşı’nda Kırklareli’nin Bulgarlar tarafından işgal edilmesi üzerine ailesiyle birlikte önce İstanbul’a, ardından İzmit’in Büyükderbent köyüne göç etmiştir.
Sırasıyla Çanakkale, Galiçya ve Filistin cephelerinde savaşmıştır. Çanakkale Muharebeleri sırasında cepheye gönüllü olarak yazılmış ve Beyoğlu Jandarma Taburu’nda görev almıştır. 5 ay boyunca Çanakkale muharebelerinde görev almış, kahramanlık göstermiştir. Madalya ile ödüllendirilmiş ve düşmanın Çanakkale’den çekilişine şahit olmuştur. Çanakkale savaşlarından sonra Galiçya cephesinde görev almış ve 25 Eylül 1916 tarihinde Rusların başlattığı taarruzda üç yerinden ağır bir şekilde yaralanmıştır.
1917 yılında Filistin cephesinde, Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı bünyesinde İngilizlere karşı savaşmıştır. Eylül 1918’de İngilizlere esir düşmüştür. 17 ay iki günlük bir esaretten sonra Şubat 1920’de Türkiye’ye dönerek hatıralarını kaleme almıştır.
İşte o Hatıralardan bazı bölümler:
Biraz ileride bizim açıkgöz 3 neferi bir tilki ininde saklamış oldukları halde buldum. Bunları sipere getirdim. Bir müddet sonra düşman bombardımanı kesti. Biz de yerlerimize yani 2 hatta çekildik. Gizlenen 3 açıkgöz, bu gibi hallere bundan sonra meydan verilmemek ve tesirli bir ibret olmak üzere cezalarını çektiler (Arıkan,2007:55).
(…..) Ateş, 2. takıma da sirayet ettiğinden takımın 4. mangasına doğru gittim.Anavatan'dan Avusturya'ya tren yolculuğumuzda domuz sucuğu ile içki mezesi yapan 4. Manga Onbaşı Kasımpaşalı Büyük Piyale'den Rıza Nafiz, elinde bir kağıt, “Selaten Tüncina” duası okuyordu. 3. takım cephesinde bulunan Bölük kumandanı Kenan bey'in top dumanları arasından kaçtığını gördüm. (Arıkan,2007:103).
(…..)Kasımpaşa'dan Büyük Piyade'den Rıza Reis'in oğlu Nafiz Onbaşı gelerek bir gece bizde misafir kaldılar.Bunlar söze başlayarak “Biz Ruslarla konuşmaya gittiğimiz zaman geri dönmeyeceğiz, iltica edeceğiz.Sen de bizimle beraber iltica eder misin?” dediler.Nitekim birkaç gün sonra Bosnalı Süleyman Çavuş ile Kasımpaşalı Nafiz, Ruslara iltica ettiler (Arıkan,2007:147).
İbrahim Arıkan, Arap Abdullah Efendi’den ise şöyle bahsediyor: 8 Eylül 1916 günü Ruslar yeni bir saldırıya geçtiler.Bu ateş yağdırıcı toplar 4 saatten beri ateşe devam etmekteyken alayımızın ihtiyatı bulunan 1. tabur 2. bölük kumandanı Arap Abdullah Efendi, bölüğü ile beraber taburumuzu takviye emri aldığından siperlerimize yetişti ve bizim bölüğü takviye etti.
Tabii olarak bizim siperlerin önünün de zor durumda olduğunu gören Arap Abdullah Efendi “Süngü Tak, Arap'ın bölüğü.. hücum!” diye bağırdı. Askerlerimiz siperlerden fırlayarak “Allah Allah” sedası ile önümüze mevzi alan Rus askerlerinin tepesine bindi. Rusların yatmakta oldukları halde korkularından başlarını yerden kaldırmaya bile cesaretleri kalmadı. Bir süngü faaliyetidir devam ediyordu ki askerlerimiz bir tek mermi atmadıkları gibi bir tek Rus askeri de süngüsüyle süngümüze mukabele edemiyordu.
Ruslarla uğraşmaya ve boğuşmaya devam etmekteyken Bölük Kumandan Arap Abdullah Efendi gözüme çarptı.Bu cesur kumandan kaması elinde kurt gibi Ruslara saldırıyor, bir vurduğu Rus askerini yere seriyor, diğerine koşuyor.. Bunu gören askerimiz de şevkle Rusları fena halde mahvu perişan ediyordu.
Ruslar için kaçmak imkan harici olduğundan silah ve cephanesini atan Rus askerleri ellerine aldıkları şapka ve mendillerle teslim olduklarını anlatıyorlardı. Bugün en beceriksiz neferlerimiz bile birkaç Rus süngülemişti. Teslim ve esir olan Rusları alıp geri sevk etmekle vaki kaybetmeyerek yalnız bizim siperlere doğru gitmelerini işaret ediyorduk.Bu vesileyle Türk süngüsünden kurtulup yeni hayat kazandıklarını anladıkları için yukarı bakarak, yani Allah'ı göstererek lisanları ile dualar ediyor ve seviniyorlardı (Arıkan,2007:92).
(…..) Bugün Bölük kumandanı Arap Abdullah Efendi'nin Rus sürülerine karşı insanüstü bir gayretle cesurca ve kahramanca saldırışı ve her vurduğu Rus'u bir çam ağacı gibi yere sermesi askerimize numunei emsal olduğundan askerimizi bir kat daha galeyana getirmişti ve bundan mütevellit boğuşma hücum eden Rus sürülerinin imhasıyla neticelenmişti. (Arıkan,2007:94).
Galiçya’da bu şekilde kahramanlık gösteren Arap Abdulah Efendi, Filistin cephesinde bir çatışmada şehit olur.
(…..) İlerlemeye devam etmekteyken 10. bölük kumandanı Nedim Bey’in şehit olduğu haberi geldi. Az sonra birinci tabur Bölük kumandanlarından, Galiçya'da 8 Eylül 1916 günü Rus taarruzunda askerleri galeyana getirmesinin tesiriyle karşı taarruza geçen askerin önünde arslan gibi Ruslara saldıran Arap Abdullah Efendi’nin de şehit olduğu haberi geldi. Bunlar düşman mermilerinden değil, top mermilerinin taşlıktan havaya kaldırmış olduğu moloz taşları sebebiyle şehit olmuşlardı(Arıkan,2007:206).
(…..)Arap Abdullah Efendi, şimdi Tellifül tepesinin eteklerinde üzerinde mevcut bulunan üniforma ve elbiseler kendisini kefenlemiş bulunuyordu.Rahmeti Rahmana kavuşmuştu (Arıkan,2007:210).
Gönlüme Onunla ilgili bir şiir doğdu ve şunları yazdım:
(…..) Sen idin koşan Karpatlardan Arabistan'a/ Hayatın ebedir, Çünkü geçtin Milli Destana (Arıkan,2007:211).
33 bin mevcutlu bir kolordu ile Galiçya’ya ayak bastığımız halde 22.000 şehidimizi Galiçya topraklarına gömerek anavatana dönüyorduk.Beyoğlu Jandarma taburundan gönüllü olarak çıkan 96 mevcuttan ancak 11 kişi kalmıştı (Arıkan,2007:181).
İbrahim Arıkan,Filistin Cephesinde yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:
1-2 gün sonra hiç beklemediğim ve en çok güvendiğim neferlerden Erenköylü İskender firar etti. Tabur Kumandanına malumat verdim. Tabur Kumandan Tahir bey bana hitaben “Bu gidişle taburda galiba ikimiz kalacağız” dedi (Arıkan,2007:221).
(….) İngilizlere esir düşmüştük. Tabur kumandanı Tahir Bey, tercüman İngiliz askerine sual açtı: Sen güzel Türkçe biliyorsun. Türkçeyi nerede öğrendin?” dedi.
Bu genç asker “Ben Türk halkından ve Türk askeriydim. Gazze Muharebesi'nde kıtamla beraber İngilizler’e esir düştüm. İngilizce bildiğim için beni maaşla tercümanlıkta istihdam ediyorlar. Kudüslü ve Museviyim. İsmim Naim’dir” dedi ve bizden ayrıldı (Arıkan,2007:234).
………………………
Lütfi Bükülmez, Robert Koleji’nden mezun. Sonrasında İngiltere’ye gönderiliyor. Bükülmez, Londra’ya tahsile gidip bir yıl okuduktan sonra I. Cihan Harbi patlak veriyor ve ülkeye çağrılıyor. 1916 yılında İstanbul’a gelir gelmez süvari yedek subay olarak askere alınıyor. Trenle ve yaya olarak Doğu Cephesi’ndeki III. Süvari Tümeni’ne katılıyor. Rusların 1917 senesinde Doğu Cephesinden çekilmesinden sonra tümeni Filistin Cephesine gönderiliyor. Bu yıllarda günlük tutuyor.
Süvari zabiti olarak savaşan Lütfi Bükülmez, Filistin cephesinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
(…….) Gazino çadırından çıktıktan sonra Kolordu Emir zabiti, Almanların meşhur Süvari alaylarından Mülazım Foster kolumu dürttü. Bir şeyler söylemek istediğini anlayarak biraz geri kaldım. Yaver Tahl ve ordunun proteston hatibi de çadırda kalmışlardı. Bunları görünce Emir zabitinin gene bir içki ziyafeti vermek üzere olduğunu anladım. Babası Almanya'da şampanya fabrikatörü olan genç mülazıma Berlin'den muntazam sandık sandık şampanya hediye gelirdi. Mallar geldikçe de arkadaşlarına ziyafetler çekerdi. Mülazım Foster ile aram çok iyi olduğu için ben de şampanyaları çekerek gelip geçici bile olsa tatlı rüyalar ve bulunduğumuz feci vaziyeti birkaç saat için unuturdum. (Bükülmez,2025:129-130).
(…….) O gece toplanan arkadaşlardan hiçbirisinin nöbeti ve işi yoktu. Üstünde Kolordu'nun tarassut çardağı bulunan Azun tepesine çıktık.Geceleyin gözetleme çardağının altı serin olurdu, oraya çıktık. Neferler masa ve iskemleleri hazırlamış, mumlu kağıttan fener'in içindeki mumları yakmıştı. Bütün bir günün yakıcı güneşi ve düşmanın Tayyare bombasından tutun da piyade mermisine kadar her türlü ateşin altında dolaştıktan sonra serin çardak altında soğutulmuş şampanya içmek kadar lezzetli bir şey tasavvur edilebilir mi? (Bükülmez,2025:130).
(…….) Ortalıkta çıt bile yoktu. İngiliz topçuları sanki bizim bu geceki sessizlik ihtiyacımıza hürmet ediyorlarmış gibi susmuşlardı.Meğerse başımıza ne müthiş bir çorap örmek için hazırlanıyorlarmış. Çardakta Çin fenerinin ışığı altında gece yarısına kadar soğuk şampanyalarla kuru boğazlarımızı ıslattık ve beyinlerimizi sulandırdık.
Hiç unutmam gece yarısından sonra tam saat bir de müthiş ve kesilmeyen bir gök gürültüsü hepimizi çadırdan dışarıya fırlattı. Gözlerimizi göğe diktik. Orada gök gürültüsüne sebep olacak bir şey yoktu. Fakat kulağımıza çarpmakta olan derin uğultu ve gürlemeler de hiç eksilmiyor, gittikçe artıyordu.Birden sağımıza baktık ve gördüğümüz manzara yüreklerimizi yerlerinden kopararak boğazlarımıza tıkadı (Bükülmez,2025:131).
(…….) Falik nehrinden başlayarak ta Celculiye istasyonuna kadar dayanmakta olan 20. kolordumuzun cephesi üzerine 22 kilometrelik bir sahaya, sanki 3 yerden gaz dökülmüş ve kibrit çakılarak yakılmıştı. Aşağıda vadide hiç susmadan patlayan top mermileri şenlik yapar gibi hiç sönmeyen 3 ateş hattı teşkil etmişlerdi. Ortadaki ateş tam siperlerimizin üstündeydi. Buna tahrip yahut imha ateşi deniyordu.
500'den fazla topun, tam 3 saat müddetle devam ettiği, trampet ateşi, şampanyadan aldığım zevki pek kısa kesti. Osmanlı İmparatorluğu'nu değil yalnız Filistin'den hatta Suriye'den bile çıkaracak olan büyük ve son taarruz başlamıştı (Bükülmez,2025:136).
Kaynaklar:
Arıkan İbrahim (2007), Harp Hatıralarım, İstanbul: Timaş Yayınları
Bükülmez Lütfi, (2025), Doğu Cephesi Günlüğü ve Filistin Hatıraları,İstanbul:Yeditepe Yayınları,
(https://www.canakkaleharbi.com)