Mustafa Altınsoy*
Bu yaz Erzurum’a doğru giderken yol üzerinde uğradığım bir ilçemizde ilçe millî eğitim müdürüyle eğitim üzerine biraz hasbihal ettik. En çok şikâyet ve serzenişte bulunduğu konu, yeni nesil öğretmenlerin yetersizliğiydi.
Müdürümüz bu konuda diyor ki; “Hoca’m; yeni gelen öğretmenlerin akıllı tahtalar olmazsa ders anlatacak birikimleri, yetenekleri yok. Kültür ve irfandan yoksunlar. Kendi başlarına birkaç kelimelik cümle kuracak, kıssa anlatacak, öznesi yüklemi belli olan doğru düzgün cümlelerle konuşabilecek durumda değiller. Gönüllere hitap edemiyorlar. Ayrıca uzun süren KPSS ve atama süreçlerinden olumsuz etkilendiklerinden Bakanlık politikalarına karşı da önyargılılar…”
Oysa eğitim sistemi, her biri lider olması gereken öğretmenlerimizin kalitesi kadardır.
“Maarif demek, muallim (öğretmen) demektir. Talebeyi işleyen, şekillendiren, terbiye eden, talim eden ve talim ettirendir. Bir ömür taşıyacağı ruhu veren kimsedir. Şahsiyetlerin manevî cephesine şekil verip istikametini belirleyen kişidir. Dünyanın en zor mesleği olan öğretmenlikte farklı zekâ ve özellikleri olan çocukları idare etmek, bir arada tutmak, hem eğitici hem öğretici pozisyonunda onları motive etmek kolay iş değildir.”(1)
Ülkemizde son yıllarda eğitim alanında büyük yatırımlar yapıldı. Fiziki bakımdan çok güzel okul binaları inşa edildi. Sınıflardaki öğrenci ortalamaları düşürüldü. Pek çok alanda sağlanan önemli teknolojik yenilik ve gelişmenin yanında tabletler dağıtıldı. Ancak bu teknolojik yeniliklerin ve uygulamaların nerede, nasıl kullanılmasının daha faydalı olacağını çocuklarımıza anlatacak, uygulayacak, onları yönlendirecek, değişiklikleri yorumlayacak kişi; eğitimin en önemli bileşeni olan öğretmenlerdir. Öğretmenlerimiz iyi yetiştirilmiş, idealist ve donanımlı ise müfredat çok iyi hazırlanmamış olsa bile konuları sağlıklı bir şekilde yorumlayarak öğrencileri doğru yönlendirebilir.
Maalesef, yeni gelen öğretmenlerimizin çoğunun yaşanmış bir hayat hikâyeleri yok. İlk göreve gelirken ilkokul çağındaki öğrenciler gibi büyükleriyle geliyorlar. Kendilerine göre bir kibirlenme ve bencillikleri var, ancak özgüvenleri yok. Rahat yetişmiş, toplumun yükünü kaldırma konusunda bir idealleri, tecrübeleri yok. Hâliyle bu öğretmen, öğrencisine de herhangi bir idealizm aktaramıyor. Helikopter anneler ve babalar tarafından aşırı koruma ile yetiştirilmiş olan gençler mücadele etmesini bilmediğinden zorluklar karşısında hemen pes ediyor. Sorun çözme becerileri olmadığından sınıf hâkimiyetini sağlayamıyor.
Şu anda yeni gelip öğrencinin karşısına geçirdiğimiz öğretmenin kendisinin öğretmene ihtiyacı var. Daha kendisi olgunlaşmadan, pişmeden öğrenciyi pişirmeye çalışıyor. Bu durum evliliklerine de yansıyor. Otuz yaşına gelmiş, halen ‘evliliğe hazır değilim’ diyor. Neye nasıl hazır olunur bilmeyen, kendi problemlerini aşamayan, kendini yetkin görmeyen birisi başkalarına nasıl özgüven verebilir? “Taç başı akıllandırır, göç yolda dizilir.” derler. Şimdi ise iki kişinin sorumluluğunu üzerine alıp aile kurmak için yola çıkamıyorlar.
Ülkenin sosyolojisini bilmedikleri gibi öğrenmek için de çaba harcamıyorlar. Yerel halk ile iletişim kuramıyorlar. Bulundukları bölgenin sosyal hayatına uyum sağlamak yerine “sosyal hayat yok” diye çoğu alışveriş için daha büyük şehirlere gitmeyi tercih ediyorlar. Hayattan kopuk kişilik ve kimliği oturmamış kişilerin yüksek lisans ve doktora diplomaları ile sertifikalarının öğrenci karşısında bir önemi olmuyor. Kendisine güvenemediği için öğrenciyle iletişim kurmaktan, öğrencinin gözünün içine bakmaktan korkan bir öğretmen, araya mesafe koymayı tercih ediyor.
Anadolu kasabalarına yeni gelen öğretmenlerin pek çoğu hayatlarında ilk defa bahçede domates, biber; dalında meyve, bağında üzüm görüyor. Yirmi – yirmi beş yaş aralığındaki bu gençlerimiz eğitim fakültesi mezunu ve geleceğin öğretmenleri oluyorlar.
Geçmiş yıllarda öğretmene güven ve teslimiyet vardı. Öğrenciler, “Eti senin, kemiği benim.” anlayışıyla kendisine teslim edildiğinden kolay kolay saygısızlık görmüyordu. Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle öğrencilerin yok saydığı bir öğretmen profili ortaya çıktı. Öğretmene şiddet uygulandığında kimse ceza almıyor. Arkadaşını döven, dersi kaynatan, öğretmenleriyle dalga geçen, devamsızlık yapan öğrencinin okuldan gönderilmesi zorlaştırıldı. Disiplin kurulları öğrenci aleyhine karar vermeye çekinir hale geldi. Sessizliğe ve çaresizliğe gömülen, sadece dersini verip çocuğun eğitimine karışmayan öğretmenler ortaya çıkmaya başladı.
Hayatın zorluklarıyla yüzleşmeyen, hiçbir sıkıntı çekmeyen çocukların şımarıklığı, disiplinsizliğine ek olarak öğretmenlik mesleğine karşı yapılan itibarsızlaştırma da öğretmenlerimizi etkisizleştirmektedir. Ülkenin dört bir yanında veliden ve öğrencisinden şiddet gören öğretmenler var. Delikanlılık yaşlarında, aşırı özgüven (aslında ukalalık) yüklü, aileden yeterince sorumluluk eğitimi almamış, okumak istemeyen çocuklara zorunlu eğitim nedeniyle eğitim ve öğretim vermeye çalışmak öğretmenler için zulüm ve işkenceye dönmüştür. Talip olunmadan, talep etmeyenlere zorla eğitim verme garabeti ortaya çıkmıştır.
Zorunlu eğitim, hem yeni öğretmen ihtiyacı hem de fiziki alan ihtiyacından dolayı bütçeye ek yükler getirmiştir. “Hiçbir şey olamıyorsan öğretmen ol” anlayışıyla her yerde rastgele açılan eğitim fakültelerinden vizyonsuz ve misyonsuz bir eğitimden geçen, kendilerinin temel sorunlarını halledemeyen öğretmenler, lise çağındaki delikanlılar karşısında sınıf hâkimiyetini sağlamayarak yetersiz kalmışlardır. Öğrencilik yıllarının çoğunu kafelerde geçirerek mezun olan öğretmen adaylarıyla ülkemizin geleceğini emanet edeceğimiz, ufku açık, donanımlı nesiller yetiştiremeyiz.
Öğretmenlerimizin etkisiz ve yetersizliğinin sebeplerinden birisi de öğretmenliğe başlarken oryantasyon eğitiminden geçirilmeden sınıfa sokulmaları diyebiliriz. 2016 yılında Bakanlık güzel bir proje başlatmıştı. Ama 15 Temmuz sürecinden sonra bir daha uygulanmadı. Ataması yapılan arkadaşlarımız, 3-4 ay İl Millî Eğitim Müdürlüğü emrinde çalışıyordu. İlin Valisi başta olmak üzere ileri gelen etkili ve yetkili kişiler öğretmen adaylarına konuşuyor, seminerler veriyordu. Adaylarımız ilçeleri geziyor, devletin kurumlarını ziyaret ediyor, bölgenin kültürünü öğreniyorlardı. Dolayısıyla sınıflara girdiklerinde hem öğretmenliğe yabancılık çekmiyorlar hem de bölge kültürü ile ilgili sıkıntıları olmuyordu.
Öğretmenlerimizin artık birer rol modeli ve kanaat önderi olarak aramıza geri dönmeleri gerekiyor. Türkiye’de öğretmen yetiştirme konusu, devletimizin beka meselelerinden birisi olarak kabul edilmeli, tesadüfe bırakılmamalıdır. Polis, asker alırken dikkat ettiğimiz kadar öğretmen adayı alırken de baştan seçici olmak gerekiyor. Öğretmen yetiştirmenin önemi üzerine daha önce kaleme aldığım makalemi aşağıda linkten okuyabilirsiniz.(2)
1)Nurettin Topçu
2)https://www.maarifinsesi.com/mebin-en-buyuk-sorunuogretmen-yetistirme-idealimiz/
* Milli Eğitim Eski Müdürü * www.maarifinsesi.com