YAŞADIĞI ÇAĞIN ŞAHİDİ OLMAK!*

Uzm.Dr.Selahaddin Semiz Zor bir zamanda yaşıyoruz dostlar…. Büyükler, “Ahir zamana kaldık. Allah ahir zaman fitnelerinden korusun” derdi. Kimsenin kimseyi anlamadığı, söylenen sözlerin dinlenmediği, dost kim düşmanın kim tanınmadığı, zor  bir zamanda yaşıyoruz. İnsanların tekbirlerle düşmana saldırır gibi kardeşine saldırdığı, ölen de öldüren de Müslüman iken, kazananların hep mafya babalarının olduğu garip günler yaşıyoruz. Dünyanın bir kısmı çılgınlar gibi eğlenir, tüketir, sömürürken diğer kısmı aç, susuz, ilaçsız, güvencesiz, işsiz vs adeta ölümü bekliyor.

Dünyanın hâkim güçleri silah, ilaç, teknoloji satarak diğer ülkeleri sömürüyor. Silaha göre savaş, ilaca göre hastalık, teknolojiye göre pazar oluşturuyorlar. İnsanlar ölürken de öldürürken de vahşi kapitalizmin çarklarına kan ve can veriyorlar.

Yeni Bir Savaş Türü: Vesayet Savaşları

İslam Dünyasında yaşanan kaos, terör ve savaşlar içimizi daha çok yakıyor. İslam’ın zulme ve haksızlığa karşı mücadele demek olan zirve ibadeti cihad; ahlaksız ve hain ellerde terör ve vahşetle anılıyor. İslam dünyasında insanlar tekbirlerle birbirine saldırıyor, silah tüccarlarının ekmeğine yağ sürüyor. Adı üstünde ‘Vesayet savaşları’ ile başkalarının savaşını kendi topraklarında kendi insanlarına karşı uyguluyor.

İslam Dünyasında her türlü etnik, dini, mezhep, meşrep, tarikat, cemaat, parti, STK ..üzerinden ayrılıklar ve çatışmalar kaşınıyor, ateşleniyor. En genel planda ise İslam Dünyasının kadim Sunni-Şii mezhep farklılığı üzerinden çatışmalar körükleniyor.

Yemen’de, Bahreyn’de, Katar’da yaşananlar İslam dünyasının bu acı halini hepimize daha çok hatırlatıyor. Sosyal medyada gördüğüm bir karikatür durumu iyi anlatıyor. İki arap kıyafetli Müslüman konuşuyorlar, ‘Yemen de savaşıyoruz, Bahreyn de, Libya da, Suriye de savaşıyoruz, peki İsrail ile ne zaman savaşacağız’. Diğeri cevap veriyor;’ İsrail  Müslüman olsun o zaman onunla da savaşırız’

Suriye’de artık kimin kimle ve ne için savaştığı anlaşılmaz hale geldi. Esed’in Nusayri kökeni nedeni ile İran ve Hizbullah tarafından desteklenmesi İran’ın kendini İslam cumhuriyeti olarak tanımladığı günlerdeki sempatisini tüm dünyada yerle bir etti. Muhaliflerin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar tarafından desteklenmesi sanki bir sunni-şii  blok görünümünü oluşturdu. Amerika ‘nın PYD yi DAEŞ e karşı kullanması ve Esed’i diğer muhaliflerden daha kendi çıkarlarına uygun görmesi ile tüm denklem değişti ve kargaşa daha da arttı. Şimdi artık Türkiye, İran, Rusya birlikte hareket ederken, ABD, Suud, NATO ortak hareket ediyor. Suriye’nin en az üç ayrı parçaya ayrılmasından söz ediliyor.

Irak’ta yaşananlar, Libya’da,Mısır’da, Afganistan’da yaşananlar aynı filmin farklı versiyonları gibi. Ölenler ve öldürenler hep Müslümanlar… Kazananlar, silah satanlar, doğal kaynakları elde edenler global dünya güçleri oluyor.

BM güvenlik konseyinde daimi üye olan 5 ülke aynı zamanda dünyanın en çok silah satan beş ülkesi olunca dünyadaki mafya düzeni tüm açıklığı ile görülüyor. “Dünya 5 ten büyüktür” sözü bu açıdan bakınca daha anlamlı gözüküyor.

Arap baharı ile İslam dünyasında diktatörler devrilecek, demokrasi gelecek diye beklerken, Müslüman kardeşlerin iktidar olmasından korkan şer güçler kaos, darbe ve iç savaş ile ülkeleri bölüp parçaladılar. Arap Baharı İslam Dünyası için zemheri kışından farksız oldu.

İslam Dünyasında Çatışmaları Önlemek İçin Ne Yapmalı ?

İslam Dünyasında çatışmaları önlemek için neler yapılmalı? konusunda bir panel düzenlemiştik. Çatışmaları konuşmaktan çareyi konuşamadık. Her ülkede mezhep, meşrep, cemaat, STK..lar arasında var olan problemler, tefrikalar çok fazlaydı.  Var olan % 95 oranındaki birliktelikler ve kardeşlik anlayışı unutuluyor. % 5 oranında ayrılık noktaları ön plana çıkarılıyor, tartışma ve tefrika konusu olabiliyor, hatta birbirini tekfirle-dinden çıkma- ile suçlamaya kadar varabiliyordu.

Meşhur fıkradır. Bir İngiliz Londra Köprüsünde intihar etmek üzeredir. Özel aracı ile köprüden geçen bir başka İngiliz onu kurtarmaya çalışır. İkna etmek için hayatın güzel yönlerini anlatır, İngiltere’nin güzelliklerinden bahseder. “Tanrı’ya inanıyor musun?” diye sorar, “Evet” deyince ; “Ne güzel bak bende inanıyorum, Tanrı herşeyi düzeltir” der.  “Hristiyan mısın?” diye sorar, “Evet” deyince  “Bak İsa bizi kurtaracak” der. “Peki hangi mezheptensin?” diye sorar. İntihar etmek isteyen şahıs “Katolik” deyince aralarında tartışma başlar. Protestan-Katolik mezhep tartışması iyice şiddetlenir. Sonuçta kurtarıcı olan vatandaş “Madem benim mezhebimden değilsin, ölmeyi hak ediyorsun” deyip intihardan kurtardığı kişiyi köprüden aşağı atar.

Bugün İslam Dünyasında yaşananların bu fıkranın kötü bir versiyonundan farkı yok.Yüzde 95 ortak noktalarda anlaşan insanlar, mezhep, meşrep, cemaat, tarikat, parti..vs farkı yüzünden çatışıyor, birbirini düşman kabul ediyor.  Aradaki ihtilafları büyütüp tefrikaya ve çatışmaya çeviriyorlar. Kardeşlik ve uhuvvet şuurunu unutuyorlar.

Müminler Ancak Kardeştir

Allah CC İslam inancını taşıyanlara ‘Müslüman’ adını vermiştir. Kuran-ı Kerim de “Müslümanlar ancak kardeş olabilir, hasım, rakip, düşman olamazlar” diye emretmiştir. İslam ümmetinin birliği her türlü grup, mezhep, meşrep, cemaat , tarikat, parti,,vs kardeşliğinden, arkadaşlığından, yandaşlığından daha önemlidir. İslam ahlakı müminlerin birbirine dost ve kardeş olmasını, şefkat ve merhametle, yumuşak huyla, güzel ahlakla davranmalarını emreder. Peygamberimiz “Müminlerin bir vücudun azaları gibi olduğunu, birinin ağrısını, üzüntüsünü, diğerlerinin de hissedeceğini” söyler.

Kardeşinin derdiyle dertlenmeyen mümin, uyuşturularak koparılan bir uzuv gibidir. Biri diğerine düşman olan, birbiriyle kavga eden müminlerin durumu kendi eliyle kendi kafasını döğen sersem adam gibidir.

Hucurat Suresi 10. Ayette: “Mü’minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah’tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.” buyurulur. Müminler aralarındaki farklılıklara ve ihtilaflara rağmen kardeşçe yaşamak durumundadır. Bunun çarelerini, yollarını, sistemini kurmak zorundayız.

Alimler arasında kurulacak bir Şura ile ana hatlar (Akide ve uygulamada ) tespit edilmeli, ana mesele olmayan ihtilaflı meselelerde birbirimizi mazur görmeliyiz.

Âlimler Şurasında; Şii-Sunni mezhepleri temsil edecek sağduyulu alimler yer almalı, daha önce Kudus müftüsü Emin El Hüseyn’in başkanlığında 1931 de Kudüs’te sunni ve şii alimlerden oluşan alimler birliğinin yaptığı gibi tüm ‘İslam dünyasına Sağduyulu ittifak çağrısı’ yapılmalıdır.

1931’de Kudüs’te yapılan İslam Kongresi’ne aralarında Türkiye, Suriye, İran, Irak, Filistin, Yemen, Tunus, Trablusgarp (Libya), Mısır, Yugoslavya, Endonezya, Doğu Türkistan başta olmak üzere 22 ülkeden/bölgeden 153 delege katılmıştır. İslam Kongresi’nde mezhep ayrımı (Sünni, Şii, Alevi, Safii, Hanefi vb.) gözetilmeksizin İslam kardeşliğini geliştirmek ve Müslümanların menfaatlerini birlikte savunmak için İslam ülkelerinin temsilcilerinin kendi iradeleriyle bir araya gelmeleri çok büyük önem arz etmektedir.

Zamanın Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin ev sahipliğinde Kudüs’te gerçekleştirilen İslam Birliği Genel Kongresi’nde alınan kararlardan, günümüz siyasi arenasında örnek alınmasını istediğimiz en dikkat çekici ve en önemli gördüğümüz maddelerden bazıları şöyle:

“Madde 1: Dünyanın her yerinden Müslümanların katılımıyla düzenli ve genel bir kongre düzenlenecek ve bu kongre İslam Genel Kongresi olarak anılacaktır.

Madde 2: Kongrenin hedefleri şunlardır:

a) İslam inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliğini ve genel İslam kardeşliğini geliştirmek.

b) Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.

Farklı mezhep, meşrep, tarikat, Sivil toplum, parti, ayrılıkları ilmi bir zeminde tartışılmalı, sahih ana kaynaklarda yer almayan hurafe ve uydurma anlayışlar ayıklanmalıdır.

Mezhep ve cemaatler ana kaynaklara uygun, şeffaf, denetlenebilir olmalıdır. Menfaat temin etmek ve yandaşlarına çıkar sağlama birlikteliklerine dönüşmemelidir.

Mezhep ve cemaatler, sivil toplum kuruluşları siyasi çıkar ve menfaat ilişkilerinden uzak olmalıdır. Görevler liyakat, ehliyet ve sadakat ölçülerine göre verilmelidir.

Farklı düşündüğümüz konularda birbirimizi mazur görmeli, “İhtilaf rahmettir” diye düşünmeli, kardeşimize ve kendimize hakkı hakk olarak görüp hakka uymayı, batılı batıl olarak görüp ondan uzak olmayı tavsiye etmeliyiz.

İşte en güzel söz; Ali İmran Süresi 103. Ayet “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun yanında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”

 

* Bir Başhekimin Hayata Dair Notları,Tefekkür Düşünce Merkezi, İstanbul,2021

**Uzm. Dr Selahaddin Semiz

1962 yılında Sivas, Gürün’de doğdu. 1985 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kırşehir, Kaman’da mecburi hizmetini, GATA-Ankara hastanesinde askerlik hizmetini, İstanbul Haseki Hastanesi Radyoloji Kliniğinde ihtisasını tamamladı.

Hekimlik hayatı boyunca birçok STK’da aktif görev aldı. Deprem, sel ve tsunami sonrası Endonezya-Ace, Pakistan-Keşmir ve Pakistan-Pencap bölgelerinde, Sudan ve Nijer’de sağlık gönüllüsü olarak çalışmalara katıldı.

Afiyet Hastanesi, Afiyet OSGB, Biomekatronik Şirketinin Ortağı ve Biomedikal Ar-Ge kooperatifi Başkanıdır. Halen Özel Afiyet Hastanesinde radyoloji uzmanı ve başhekim olarak çalışan Dr. Semiz, Kutupyıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.

 

 

 

 




Güncel Haberler