Mustafa Altınsoy*
Ecdadımız, asırlar boyunca “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışıyla eğitimden sağlığa; imardan fakir fukara hizmetlerine kadar oldukça geniş bir yelpazede sivil toplum çalışmalarına imza atmıştır. Geçmişte sivil toplum kuruluşları, topluma hizmet etmek adına daha çok vakıflar kanalıyla varlığını devam ettiren kuruluşlardı.
Sivil toplum kuruluşları cumhuriyetten sonra rejimin baskısından dolayı bir süre örgütlenememiş, çok partili hayata geçtikten sonra vakıf ve dernek şeklinde daha çok ilim erbabı yetiştirmek veya yetişenlere yardımcı olmak için çalışmışlardır.
STK’lar, toplumun menfaat ve değerlerini merkeze alan, toplum yararına hizmet etmek için kurulmuş, bağımsız, sosyal ve kültürel kuruluşlardır. Ayrıca sivil toplum kuruluşları, düşünceleri örgütlü ve etkili olarak ifade etmenin ve doğruları söyleyerek topluma katkıda bulunmanın bir yolu olarak görülmüştür.
Bu nedenle insanımızın birçoğu da kendi mizacına uygun hayır kurumlarının içinde yer alarak sorumluluklarını hükümete, devlete veya başka yerlere havale etmeden, sağına soluna bakmadan “Ben varım” cesaretini göstermeye çalışmıştır.
Son yıllarda sivil toplum kuruluşları ve yardım kuruluşlarının sayısı artmaya devam ederken birçoğu kalıcı faaliyetler yapmak yerine günübirlik yardımlarla genelde insanları tembelliğe alıştıracak faaliyetlerde bulunuyorlar.
Oysa çözüm odaklı projeler, kalıcı bilim yuvaları, yetimhaneler kurarak toplumun geleceğini örgütlemeleri ve bitirilmiş fakirlik için çalışmaları gerekir. Doğal afet (sel, deprem, kuraklık vs.), savaş ve kitlesel göç durumları hariç; yapılan giyim, gıda, harçlık gibi yardımlar bir nevi köleliği içselleştirmektir. Bataklığı yok etmek yerine sivrisineklerle uğraşmaktır.
Şu anda devletin kurumları, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılama ve yardım dağıtımı noktasında sosyal devlet anlayışıyla gerekeni yapıyor. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının kalıcı bazı tedbirler alarak ahlaki, vicdani ve tarihsel kodlarımızın oluşturduğu birikimle hareket eden gençler yetiştirmesi, gençlerin gelişimlerine katkı sağlayacak çözümler üretmesi gerekiyor. Mesela; yetimhaneler, ilim adamı yetiştirecek vakıflar ve külliyeler kurmak için gayret ederek küresel boyutta kalıcı kurumlar oluşturulması gerekiyor.
Öte yandan STK’lar, sanki küresel bir projeyle kendi ülkelerinde gerçekçi çözüm yolları oluşturmaktan ziyade kendi yakın çevresini bırakarak dış ülkelere yönelmiştir. Afrika'da su kuyusu açmak, kurban kesmek gibi faaliyetler yaparak çok uzaklarda bir şeyler aramaya başlamışlardır. Yurt dışında sivil toplum faaliyeti yapmak kulağa hoş gelmiş olabilir. Ancak birçok dernek ve vakıf kendine buralarda alan açmaya çalışırken bazıları da suistimale yönelik faaliyetlerle güvenilirliğini kaybetmiştir.
Sivil Toplum Kuruluşları Ne Kadar Sivildir?
STK’ların sivil olmasının getirmiş olduğu sorumluluk gereği, doğruları ve hakkı ifade etme gibi bir sorumlulukları da var. Halifeye bile, “Yanılırsan seni kılıcımızla doğrulturuz” diyen, devlet başkanlarının ayağına gitmeyen, yöneticilerle menfaat ilişkisine girmeyerek hükümdarın, iktidarın, padişahın doğru yolda gitmesi için hakkı söyleyen, öğüt ve nasihat veren anlayıştan gelen bir kültüre sahibiz. Hadis-i şerifte; “En faziletli cihat, zalimlere karşı hakkı konuşmaktır.” buyurulmaktadır. Ama günümüzde insanlar yakınlarına, sevdiklerine ve dostlarına hakkı söylemekte çoğu zaman tereddüt içerisinde kalmaktadır.
Vakıflar, dernekler, sivil toplum örgütleri; gerçekten sivil düşünebilen insanlardan oluşturulmalı, zor zamanlarda yaraları sardıkları gibi yanlış gidişata karşı da gerekli ihtarları yapabilen kurumlar olmalıdır.
STK’ların sivil kalabilmesi, doğruları eğip bükmeden söyleyebilmesi için de kendi kaynaklarını üretmek üzerine çalışmalar yapması gerekiyor. STK'lar; başkalarının kaynaklarından veya iktidar nimetlerinden beslendikçe pasifleşmiş, ses çıkarma, hakkı söyleme, doğruyu vaaz etme melekesi yavaşlamıştır.
Yapılan her uygulama ve icraata; “hikmet-i hükümet” ya da “bir bildikleri vardır” anlayışı sonucu ses çıkarılmayınca iktidar çevreleri kontrolden çıkarken sivil toplum kuruluşları da iktidar nimetlerinden istifade oranını artırma yoluna gitmiştir.
Beslenmiş olduğunuz kaynağa karşı bir şey söylemek ve halkın gerçek isteklerini yansıtmak genelde zor olur. STK’ların sözünün ağırlığının hissedilmesi, iktidara, belediyelere doğruları söyleyebilmesi için sivil kalması ve onlardan bir şey almaması gerekir. Bağlantısı ve beklentisi olanlar rahat konuşamaz, doğruları ifade edemezler. Sivil toplum kuruluşları ile iktidar arasında yakınlaşma arttıkça etkili yerlere hükmetme isteğiyle yönetim erkine karşı daha pasif bir konuma geçilmiştir.
Sonuçta sivil toplum kuruluşları olan STK'lar, devlet toplumu kuruluşları (DTK) olmaya başlamıştır. Oysa STK’ler devletleşince hem kendine hem topluma hem de devlete zarar verir.
Bu anlayışın sonucu olarak “muhafazakar iktidar” ile birlikte her şey iktidara havale edilerek sivil toplumlardaki direniş ve karşı koyma cevheri yok olma noktasına geldi. Artık hiç kimse, yer yerinden oynasa bile kılını kıpırdatmıyor.
Muhalefet günlerinde Türkiye'de ve dünyada İslam’a ve Kuran'a bir saldırı olsa vakıflar, dernekler, cemiyetler; bu yapılan olayı protesto ederlerdi. Şimdi herkes, hepimiz, her şeyi iktidara bıraktığımızdan kimseden ses çıkmıyor. Birçok STK’nın içinde en etkin konumlarına kripto adamlar sızıp önemli koltuklara oturduğu için yanlışlar da söylenemiyor. Hemen camia adına birileri sizi hedefe koyup aforoz edebiliyor.
Elbette sorumluluk gereği doğruya doğru, yanlışa yanlış deyip ikaz görevini yapan az sayıda da olsa Alimlerimiz ve STK'larımız var. Ancak STK'ların temel görevi; her şeyin içine girmeden, antrenör gibi yönlendirici, toplumu aydınlatıcı ve doğruya yönlendirici olmaktır. Sivil toplum kuruluşlarının asli görevi; devlet kadrolarına taraftarlarını yerleştirmek, Ankara’da ihale peşinde koşmak olmamalı. “Cemaatler; cemaate değil, cemiyete-topluma adam yetiştirir” (1) anlayışıyla STK’lerin insan yetiştirmeye ve toplumun aşınan İslâmî kimliğini ve duyarlılıklarını pekiştirmeye odaklanmaları gerekiyor.
Harun Reşit, hiçbir kusuru konusunda onu uyarmayan bir vezirine “Sana ihtiyacım yok.” demiş.
Vezir: “Neden Hükümdarım?” diye sormuş. Harun Reşit’in cevabı :“Çünkü ben bir insanım. Sen bu kadar süre zarfında benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir. Örtbas ettiysen o zaman da hainsin demektir.” (2)
Sivil toplum örgütleri; kendilerini bir basamak gibi kullanıp siyasi rant peşinde koşan insanların yaptıkları suistimallere de sessiz kalmamalıdır. Özellikle sendikaların siyasilere ve siyasete çok angaje olmaması gerekir. Çünkü daha önce sendikacılık yapan arkadaşlardan şimdi devlet kurumlarında yöneticilik görevi alanlar, sivil olmaktan çıkıp masanın diğer tarafına geçince DTK evresine doğru yol almaya başladıkları gözlenmektedir.
Sözün özü; sivil toplum kuruluşlarımız, düşünce üreten Think-Tank kuruluşu gibi çalışarak kalıcı faaliyetlere imza atarak, ülkemizde ve dünyada ortaya çıkan haksızlıklara karşı koyma refleksine sahip olmanın STK’ların vazgeçilmez bir vasfı olduğunun bilincinde olmalıdırlar.
Etrafını her dediklerine “evet” diyen dalkavuklarla dolduranlar, fikrini dürüstçe söyleyen adamı hain zanneder. (Mehmet Zahid Kotku)
https://www.facebook.com/share/Gwz8hbwBgp5BdDVz/?mibextid=D5vuiz
* Milli Eğitim Eski Müdürü * www.maarifinsesi.com