Mahallenin Pamuk Dedesi, Camimizin En Sadık Cemaati; ABDURRAHİM AKINCI

Uzm. Dr. Selahaddin Semiz*

                                                                        

29 Ağustos 2024. Kayınpederim Abdurrahim Akıncı dünya imtihanını tamamlayarak 88 yaşında ahiret yurduna irtihal eyledi. Samimi bir mümin, dürüst bir tüccar, iyi bir aile reisi, sevilen sakin bir komşu ve her haliyle güzel bir insandı, güzel yaşadı ve güzel bir şekilde vefat etti. Beyaz sakalı, hafif mütebessim çehresi, aydınlık yüzüyle gören herkeste sevgi ve saygı hissi uyandırırdı. Birlikte yürüdüğümüz zamanlar insanların hürmet ve sevgiyle ona selam verdiklerini görürdüm. Yüzünde abdest ve namazın, doğruluğun ve samimiyetin verdiği bir nur ve güzellik vardı.

 

Hayatı boyunca en önemli işi çalışmak ve namazlarını camide kılmak idi. Sabah namazından sonra erkenden işine başlar, yoğun çalışır, beş vakit namazını camide ve cemaatle kılmaya dikkat eder özellikle sabah ve yatsı namazlarını da camide olmaya hatta ezandan önce camiye gitmeye gayret ederdi. Cuma günleri hiç terk etmediği adeti sünnet olduğu üzere sabah gusul abdestini alır, namazdan en az bir saat önce camiye gider, en ön safta Cuma namazını kılmaya çalışırdı.

 

Uzun yıllar Tahtakalede esnaf olarak çalıştı. Kemer ve cüzdan üretimi yapar, Mercan iş hanındaki dükkanında da toptan ve perakende olarak satış yapardı. Ticari hayatı boyunca dürüstlüğü ile tanınmış, saf ve samimi haliyle insanlara güven vermiş iyi bir tüccardı. Ticarette yaparken kul hakkına, işletmede yanında çalışan işçilerin hakkına riayet eder , bankaya ve faize bulaşmamaya çok dikkat ederdi. Mercan iş hanında ticaret yaparken müşterileriyle güven esasına dayalı olarak açık hesap şeklinde çalışır, çek ve senet kullanmazdı.

 

Abdurrahim dede mahalle sakinlerinin ve cami cemaatinin deyişiyle ‘Aksakallı pamuk dede’  1936 yılında Antalya Akseki Emiraşıklar köyünde dünyaya gelmişti. Babasının adı Hamza, dedesinin adı kendi adı gibi Abdurrahim olduğunu ve aile büyüklerinin bu isimlerle devam ettiğini söylerdi. Daha altı aylık bir bebek iken babasını kaybetmiş annesi tek evladı olduğu için O’nu ihtimamla ilgilenerek büyütmüştü bu yüzden çok titiz ve çok seçici olduğunu söylerken ‘yahu ne yapayım anneciğim beni böyle hassas yetiştirmiş’ derdi.

 

Ancak annesinin bu hassaslığı ve titizliğine rağmen hayatın yükünü çok erken yaşlarda yüklenmek zorunda kalmıştı. Daha yedi yaşındayken evinin geçimi ve iaşesi için yol yapımında çalışmış hatta üzerine yıkılan bir toprak yığınının altından zor kurtulmuştu.Kendi anlatımıyla sabah 5 km yol yürüyerek gider akşam 5 km yine yol yürüyerek gelir yedi yaşında yol inşaatlarında çalışırdım diye anlatırdı.

 

Çocukluğunda çok kısa bir süre okula gitmiş bu süre içerisinde okumayı yazmayı ve matematiği öğrenmişti. Matematik mantığını çok iyi bilir zor problemleri üzerinde düşünerek uğraşarak çözmeye çalışırdı. Hatta çocuklarının anlattığına göre ‘lise matematik ödevlerini bile babam hem bize öğretir hem de zor problemleri bile düşünerek çözerdi’ diye anlatırlardı

 

Küçük yaşlardan itibaren çalışmaya evini geçindirmeye gayret eden Abdurrahim Akıncı 15-16 yaşlarında iken seyyar satıcılık yapmaya başlamıştı. Bunun için köy- köy, ilçe-ilçe, Pazar-pazar dolaşıyordu. 16-17 yaşlarında Manisa-Turgutlu- İzmir panayırlarına gider orada seyyar satıcılıkla bir şeyler satıp eve yiyecek getirmeye uğraşırdı daha sonra İstanbul ve Bursa civarındaki panayırlara da katılmaya başladı. İstanbul’daki pazarları ve ticareti biraz tanıyınca artık İstanbul ve çevre panayırlarında daha iyi iş olduğunu düşünerek İstanbul civarında çalışmaya başlamıştı. Yıllarca gurbette çalışmış memleketine özellikle kış vakitlerinde gelebilmişti.

 

Bu sırada yine kendisi gibi öksüz ve yetim olan komşu köyü Sarıhaliller’deki Ayşe hanım ile evlendi. Ayşe hanım da köyde tek başına zor şartlarda yaşayan bir genç kız iken komşu köylerinden Abdurahim beyle evlenince sıcak bir yuvası olmuş, eşinin annesi ile birlikte kalmaya başlamıştı.

Ayşe hanım için artık köydeki yalnızlık günleri bitmiş sıcak aile yuvasında çocukları ve kayınvalidesi ile Abdurrahim bey’in yolunu gözlemeye başlamıştı. Bu yıllarda Abdurrahim beyin işinden dolayı gurbetlik hayatına ve 4 yıl süren askerliğin hasretine dayanmıştı. Bu sürede üç çocukları olmuş köyde zorluklar içerisinde çocuklarını büyütmeye uğraşıyorlardı

 

Abdurrahim bey İstanbul’da işlerini biraz yoluna koyunca eşinin ve annesinin de hastalıklarını tedavi ettirmeyi düşünerek onları da İstanbul’a getirmiş başka akrabalarının da olduğu Zeytinburnu’nda bir gecekondu da üç çocuğu annesi ve eşiyle beraber yaşamaya başlamışlardı.

İstanbul’daki hayatın zorluklarına rağmen ailesiyle annesiyle ve çocuklarıyla beraber olmanın verdiği mutluluk her zorluğu unutturmuştu. İstanbul’da bir semt pazarından diğer semt pazarına koşturuyor, zaman zaman çevre ilçelerdeki panayırlarda da nasibini arıyordu.

 

Semt pazarlarına giderken satacağı malzemeleri- çoğu zaman yemek takımları, çatal, kaşık, tabak vs- zorlukla götürdüğü tekerlekli seyyar satıcı arabası ile Zeytinburnu’ndan diğer ilçelere ve çevre ilçelere gitmek oldukça yorucu ve zor bir işti. Ama olsun zorluklarla da olsa çalışarak helalinden kazanıyor çocuklarıyla eşiyle ve annesiyle beraber huzur içerisinde yaşıyordu

 

Daha sonra bir arkadaşıyla beraber tahtakale civarında kemer atölyesi ve satış yeri açıp işletmeye başladılar. Beyefendi kemerleri olarak güzel bir marka oluşturup iyi iş yaparlarken ortaklar arası anlaşmazlıktan dolayı ayrıldılar. Daha sonra kendisi mercan yokuşunda mercan iş hanı içerisinde bir kemer satış yeri ve çevresinde kemer atölyesi açarak ticarete devam etti. Bu sırada Fatih cami çevresinde bir apartman dairesi satın alarak taşınmış ve artık Fatih caminin cemaati olmuş, Fatih’in ilim ve manevi atmosferinden de istifade etmeye başlamıştı

 

Uzun yıllar Fatih’teki evinden Mercan yokuşundaki dükkana sabah erkenden yürüyerek gider akşam namazından sonra da yine yürüyerek eve gelirdi. Artık işleri düzelmiş hayatını daha düzenli olarak yaşamaya başlamışlardı. Fatih’te Dersvekili sokakta Hicret apartmanında oturuyorlar, Ayşe Hanım Gönenli Mehmet efendinin, kızı ve eşim Esma hanım da adalar vaizi Fahrettin Efendi’nin sohbetlerine devam ediyordu.

 

Hakkımızda Hayırlısı Olsun

 

1985 yılında kızı ile evlendiğimizden beri tanıdığımda namazlarını daima camide cemaatle kılmaya gayret eder, alın teriyle çalışıp kazanmaya önem verir bankayla faizle asla işi olmaz kul hakkına çok dikkat ederdi. Tanıyan esnafların söyledikleri de sözüne güvenilir dürüst sağlam bir esnaf olduğu yönündeydi

 

1990 yılında itibaren Güngören merkez mahallesinde kendi yaptırdığı aile apartmanına taşındık. Çamlıca’da boğaza bakan manzaralı 4 dönümlük araziyi imar izni olmadığı için almamış, aynı fiyata Güngören’deki 400 m2 imarlı arsayı almıştı. Daha sonra aynı yerlere imar durumu değiştirilerek yapılan binaları görür ama hiç hayıflanmaz ‘Nasip işte, Hakkımızda hayırlısı neyse o olsun‘ derdi. Dünya malında gözü olmaz, çalışmak ve helalinden kazanmak dışında bir şey düşünmezdi.

 

Güngören’de aile apartmanına evlatları ve tanıdık dostları ile birlikte taşındık. Apartmanın  alt katını kemer atölyesi olarak yapmıştı. Giriş katında da bizim arkadaşlarla tıp merkezi/ poliklinik olarak düzenlediğimiz yer vardı. Abdurrahim dede Güngören’de Fetih camii yakınında oturduğu için vakit namazlarında bu camide kılardı. Sabah namazını her zamanki gibi camide kıldıktan sonra zikirler ve tespihlerle mırıldanarak evine gelir kahvaltısını yaptıktan sonra erkenden atölyesine iner ve yanındaki 8-10 gence işlerini tarif eder, usta başı olarak onlarla beraber kemer-cüzdan imal ederdi. Sadece namaz vakitleri dışarı çıkar namazını kılıp geldikten sonra yine çalışmaya devam ederdi. Onun için namaz kılmak ve çalışmak-üretmek birbirini tamamlayan ibadet hükümleri gibiydi.

 

Güngören Derneği adına bir çocuk yuvası açmaya karar vermiştik. Dernekten arkadaşlar ve Kayınpederim Abdurrahim Bey ile birlikte Tahtakale ve mercan çarşılarında esnaftan bağış olarak nakit ve kermes eşyası istemek için ziyaret ettiğimizde Onu tanıyan herkes hemen yardımcı oluyordu. Tanıyan tanımayan esnaflar ona güveniyor ve bağış yapmakta daha cömert oluyorlardı.

 

Artık yaşlanınca ve atölyeyi kapatınca 2010 yılında Çamlıca’da bize yakın bir ev alarak oraya yerleşti. Gümüşsuyu camii yakınında oturur, beş vakit namaza camiye ve cemaate gider cemaatteki herkesle sohbet ve muhabbet ederdi. Özellikle sabah namazlarında diğer arkadaşlarla yarışır gibi erkenden koşarak camiye gider, namaz sonrası dua ve evrada katılırdı. Cemaatteki arkadaşlarla da namaz sonrası gezintiler yapar sohbetlere katılmak için de can atardı.

 

Bulunduğu ortamlarda sakinliği, gülümsemesi ve hoş sohbeti ile huzur verirdi. Sohbetleri sakince dinler, sohbetin sonunda Fatihayı yüksek sesle ve gönülden söylemesi o sohbetlerin hoş hatıralarından olurdu. Dilinde her daim “Şükür” ifadeleri vardı hastalığı zamanlarında konuşmasının güçleştiği dönemlerde bile dilinle hep “şükür, şükür “zikri vardı.

 

Perşembe akşamı mahalle sohbetlerine gideceğimiz için mutlaka bir saat öncesinden beni arayarak ‘bu akşam sohbette nerdeyiz beni unutma sakın’ diye tembih ederdi. Sohbetleri dikkatle dinlemeye çalışır en son Fatihayı yüksek sesle ve gönülden söyleyişi herkesin hoşuna giderdi.

 

Pandemi döneminde de namazlarını camide kılmak istemiş ama camiler kapalı olunca buna bir türlü inanamamış ve bir anlam verememişti. Babama Pandemi döneminde camilerin kapalı olduğunu ve camiye gitmenin dışarı çıkmanın yasak olduğunu anlattık ama ikna edememiştik. Her vakit caminin kapısına gelir kapalı olduğunu görünce de söylenerek tekrar eve giderdi.

 

Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz

 

Bizim evde olduğu akşamlar da babacığım bu defa namazı istersen evde kılalım burada cemaat yapalım dediğim zaman kaşlarını çatarak kendine has üslubuyla ‘evladım yaşlanınca elimiz ayağımız tutmazsa o zaman evde kılarız şimdi gençken kuvvetimiz kudretimiz varken camiye gidelim’ diye bizi de ikaz ederdi

 

Vefatından birkaç sene önce beyine bir pıhtı atması sonucunda konuşmasında ve dengede problemleri vardı. Hastanede serviste yatarken kızı-eşim Esma hanım yanında refakatçi kalıyordu Anlattığına göre bir gece saat 3:00 civarında uyandım babam yatakta yoktu, etrafta kan damlaları ve  kan izleri gözüküyordu. Endişe ile korkarak nereye gitti acaba diye araştırdım meğer biraz kendine gelince kalkmış hastane koridorlarında tam şuuru yerinde olmasa da abdest almanın camiye gitmenin yollarını arıyormuş. Tabii kollarındaki serumları gayri ihtiyari çıkarmasından dolayı da etrafı kan olmuş. Babamı güçlükle uyandırıp ikna ederek yerine yatırmakta zorlandım diye anlatmıştı.

 

Son zamanlarında yaklaşık 2,5 ay hastanede çoğunlukla yoğun bakımda yattı. Bilinci yerinde olduğu zamanlar hep gülümseyerek bakar, dilinde belli belirsiz Şükür-Şükür ifadeleri duyulurdu.

 

Cuma günleri babam için çok özeldi ve çok özel hazırlıkların yapılması gerekiyordu. Cuma namazından önce güzelce hazırlanır gusül abdestini alır ve cuma ezanından 1 saat önce caminin ilk safında yerini alırdı.  Soğuk havalarda hasta olursun babacığım biraz daha geç bir vakitte ezana yakın camiye gitsen diye söylediğimizde ‘katiyen olmaz cuma günü erkenden camide olmam lazım’ diye söylerdi.

 

Nasıl Yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle haşr olunursunuz hadisi şerifinde anlatıldığı gibi bu haline uygun olarak vefatında da Cuma sabahı Karacaahmet gasılhanesinde dualarla yıkanmış ve cuma namazına yaklaşık bir saat kala cenazesi Gümüşsuyu caminin önüne gelmişti.

 

Devamlı cemaati olduğu Gümüşsuyu caminin önünde çok kalabalık bir cemaatin şahitliği ile Karacaahmet’deki mezarına götürdük. Mezarlıkta defin öncesi başlayan sağanak yağmur da rahmet ve dualarla onu yolcu ediyor gibiydi. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Rabbim cennetiyle ve Cemaliyle ikram eylesin çok sevdiği Resulullah efendimize komşu eylesin

 

*Uzm. Dr Selahaddin Semiz

Afiyet Hastanesi Başhekimi

 




Güncel Haberler