İSLAM DÜNYASI NEDEN GERİ KALDI?

Hüseyin Yürük

Türk fikir dünyasının önemli simalarından Mehmet Niyazi Özdemir'in sohbetlerinde zaman zaman tekrarladığı bir medeniyet mukayesesi var.

Özdemir'in iki arkadaşıyla birlikte yaptığı araştırmaya göre; 1.500 yılında Latin Dünyası'nın merkezi olan Sorbon'daki kütüphanelerde tıpla ilgili 11 eser var. Bunların 5'i Müslüman müelliflerden çeviri. Germen Dünyası'nın merkezi olan Frankfurt'taki kütüphanelerde tıpla ilgili 12 eser var. Bunların 5'i Müslüman müelliflerden çeviri.

Aynı günlerde İslam Dünyası'nın merkezi olan İstanbul'daki Fatih Medreselerinin kütüphanelerinde tıpla ilgili 926 eser var.

Mehmet Niyazi Bey bu rakamları verdikten sonra hüzünle '1800 yılında her şey tepetaklak olmuş. Biz çakılmışız. Onlar yükselmişler' diyor.

Bir zamanlar 'Alimin uykusunun cahilin ibadetinden daha üstün olduğu', 'alimin mürekkebinin şehidin kanından daha makbul olduğu' hadisi şeriflerini esas alan İslam Dünyası'nın son beş yüzyıl içinde derin bir kış uykusuna yattığı anlaşılıyor.

Bütün hayatını İslam Dünyasının dertlerinin çözümüne ve ilerlemesine adamış rahmetli Prof. Dr. M. Esad Coşan Hocaefendi de 1997 yılında İskenderpaşa Camii'nde yaptığı bir sohbette İslam Dünyasının halini bir hatırasıyla şöyle nakletmişti:Biz  Avustralya'dan gelirken Malezya Kualalumpur havaalanında indik, uçak değiştireceğiz. O arada baktım, çizmeli kadınlar, çizmeli erkekler... Gözlerime inanamadım. Şalvarlı, çizmeli, örtülü, sakallı mübarek insanlar bir sürü... Kualalumpur havaalanını doldurmuşlar, yerlere oturmuşlar garibanlar... Anladım işin ne olduğunu, yanlarına gittim;

'Türkistan?..' dedim.

'Çin..' dediler; Çin filan değil Türkistan... Belki o, kelimeyi bilmiyorlar. 'Çin!.. Çin!..' dediler, beni anlamadı zannettiler..

Türkistan'ı duymamış, bilmiyor, unutturmuşlar. İnsanlar unutturulmuş, kandırılmış.

'Kaşgar?..' dedim, hepsinin gözleri açıldı, yüzleri güldü. Tamam iletişim sağlandı.

'Mekke'ye mi gidiyorsunuz?' dedim, güldüler başlarını salladılar.

Hepsi mübarek insanlar, evliya gibi tertemiz insanlar ama üç asır dört asır gerideler... Çizmeler giymiş kadınlar, şalvarlı... Belli ki atın üstünden inmiş gelmişler. Dizine kadar çizmeli, adamlar da öyle...

Acıdım, ağlayacağım geldi, ağlamaklı oldum. Neden?.. Çevre o kadar gelişmiş ki, Kualalumpur, Malezya, Avustralya, HonkongYirmibirinci Yüzyıl'a ayak basmış, bizimkiler dört asır geri... Dört asır geri zavallılar... Yani neyi anlatmak istiyorum: Müslümanlar üç asır, dört asır, iki asır, elli yıl, otuz yıl geride...

Halbuki aynı coğrafyanın insanı Kaşgarlı Mahmut,1072 yılında yazdığı  ‘Divanı Lügatı Türk’ isimli kitabınınsonuna  o güne kadar ilim dünyasında varlığı bilinmeyen Japonya’yı gösteren bir harita dahi koymuş.

Şimdi, bilim ve teknolojide Kaşgar nerede, Japonya nerelerde?

İslam Dünyasının sorunlarına kafa yoran mütefekkirlerin tespitleri gösteriyor ki sözün tam manasıyla geri kalmışız. Ne yazık ki bu derine gitmiş geri kalmışlığımızı pek fark eden de olmamış.

Sultan Abdülaziz'in 1867 yılında Fransa'ya yaptığı seyahat sırasında açılan ve içinde bir Türk standı da bulunan fuarı gezen bir Türk münevverin hayretler içinde şunu yazdığını okumuştum: Ben 25 yaşındayım. Ancak ömrümde bir gerçek karşısında bu kadar sarsıldığımı hatırlamıyorum. Paris'teki fuarı gezince bizim ülkemizin ne kadar geri kaldığını, Avrupalıların ne kadar ileriye gittiğini hayretle gördüm.

Bahsedilen tarihin 1867 yılı olduğu düşünülürse geri kalmışlığımızın boyutuna dair kolayca bir fikir yürütülebilir.

Prof. Dr. Orhan Oğuz'un Hatıralarında okumuştum. Orhan Oğuz, 'Fransa'da doktora yapıp Türkiye'ye geldikten sonra bir teklif üzerine Afganistan'a gitmiştim' diyor.Burada bir okulda öğretmenlik yapan Orhan Oğuz, 35 yıl aradan sonra bir vesile ile yeniden Afganistan'a gidiyor. Orhan Oğuz gördüklerini kısaca şöyle özetliyor: 35 yıl sonra Afganistan'da neredeyse hiçbir şey değişmemişti.Aynı yokluk, aynı yoksulluk...

Önceki haftalarda  Afganistan'da bir dönem milletvekilliği yapmış, şimdi de siyasi bir hareketin öncüsü konumunda olan bir şahısla görüştük.Bu şahıs, Afganistan halkının ne kadar mübarek bir halk olduğuna dair kanaatlerini şöyle anlatıyordu: Rus işgalinden sonra bir çok Avrupa ülkesini gezdim gördüm.Afganistan'a dönünce benim halkımın cennetlik bir millet olduğuna kanaat getirdim .Çünkü sabah kahvaltısında bir yumurta dahi yiyemeden, bir bardak çay ve bir dilim ekmek ile yıllarını geçiriyorlar.

Bir belgeselde izlemiştim.Kutuplardaki Eskimolar havalar artı 5 derecede  iken -40 derecede yiyecekleri gıdaları hazırlıyorlardı.Hal böyleyken Afganistan halkının bir yumurta üretemeyecek kadar hayattan kopuk olması beni hüzünlendirdi doğrusu.

Afganistanlı şahısa bu anlamda bir soru sordum, ama tatmin edici bir cevap da alamadım. İslam ümmeti olarak yokluk ve yoksulluk şampiyonuyuz. Ancak bu halimizin bir marifet olduğuna dair bir de yanlış bir kanaatimiz var.

Afrika'daki  Nijer halkı çay ve ekmek de bulamıyor. Sadece kuş yemine benzer 'milet' isimli bir gıda ile ömürlerini geçiriyorlar.

Bunun için bütün İslam Alemi'nin üretimi Almanya'nın tek başına yaptığı üretime denk gelmiyor.

Kanaatimce İslam Alemi üretme yeteneğini kaybetmiş durumda.Ümmete yetecek kadar; fikir üretemiyoruz, ürün üretemiyoruz, adam üretemiyoruz, değer üretemiyoruz.Sonra da içine düştüğümüz derin yokluğu ve yoksulluğu içselleştiriyor ve bunun mübarek bir şey olduğu zehabına varıyoruz.

İstanbul'un Fethi'nde dönemin en yeni toplarının ve savaş teknolojilerinin kullanıldığını unutuyoruz. Suriyeli alim Cevdet Said'in yıllar önce Yeni Şafak Gazetesi'nde bir röportajı vardı. İslam Ümmeti'nin içine düştüğü hali anlatırken Cevdet Said şöyle diyordu:Bizim köye kurt inip bir koyunu götürünce, hocalar ve köylüler oturup 'kurdun ağzının kapanması' için dua ederlerdi.

İçine düştüğümüz derin çaresizliği anlatan bu kadar trajik  bir başka örnek olabilir mi?

Köyünüzdeki koyunu gözünüzün önünde yakalayıp boğazlayacak canavara karşı ‘ağzı kapanma duası’ yapmaktan başka tedbiriniz yok.

Bir millet her türlü geri kalmışlıktan çalışarak kurtulabilir.İşte Güney Kore bunun bir örneği. Ancak geri kalmışlığı marifet sayan milletlerin kurtulması çok zor.

Dün akşam dinlediğim bir haber, İslam Dünyası’nın ‘hali pür melalini’ gösteren bir başka manidar örnek oldu. Habere göre; geçen yıl Türkiye’den komşumuz Irak’a yapılan demir çelik ve çimento ihracatı azalmış,mücevher ihracaatı artmış.

Bu  vaziyet şu anlama geliyor: Iraklılar harap olmuş ülkelerini imar ve ihya edeceklerine  oyunda oynaşta, takıp takıştırma peşindeler.

Öte yandan Körfez ülkeleri, ‘ortalama su tüketiminde dünya birincisi’ imişler. Halbuki bu çöl ülkeleri suya en zor ulaşan devletler konumundalar

Bütün İslam Dünyasının üretimi, Almanya'nın üretimi kadar değilse,

bizler sadece birer tüketim odağı isek,

bu temel sorunları çözmeden,

daha iyi bir gelecek kurmamız mümkün gözükmüyor.

 

 




Güncel Haberler