Uzm. Dr. Selahaddin Semiz*
İnsanın hayatının anlamını kaybetmesi, hayatını kaybetmesinden daha önemlidir. ErichFromm
Dr. Victor Frankl’ın“İnsanın Anlam Arayışı” kitabını aldığımda popüler, çok satan, biraz acı biraz felsefe dolu bir hatıra kitabı okuyacağımı zannediyordum. Kitabın sayfalarını okudukça acılar ve hayat tecrübeleri ile pişmiş, tecrübeli, derin anlayışlı bilge bir hekimin insanı derinden düşündüren bilimsel ve etkili bir kitabıyla karşılaştım. Adeta dergâhlarda çile çeken bir derviş, fikir çilesinden muzdarip bir felsefeci, nefs terbiyesi için yollara düşmüş bir irfan yolcusunu okuyordum.
Hayatın anlamı ve gerçeğin peşinde olmak her zaman din, felsefe ve bilimin cevabını aradığı çok önemli sorulardan biridir. Cevabı her insanda ve kültürde değişse bile insanın hayatına anlam katacak bir nedeninin bulunması onu psikolojik ve biyolojik açıdan sağlıklı ve dengeli olmasını sağlayan güçlü bir dayanaktır.
Hayatın anlamı ve İnsanın varoluşsal anlam arayışı kitabında yaşadıkları acılardan ve tecrübelerden edindiği deneyimleri Logoterapi –Anlam tedavisi- olarak tıp dünyasına kazandıran psikiatrist Victor Frankl konuyu kendi hayatından tecrübeleri ve tedavi ettiği hastaları gözlemleyerek detaylı olarak anlatıyor.
Logoterapi, zihinsel ya da duygusal diye tanımlanan rahatsızlıklarının birçoğunun temelde bastırılmış bir anlamsızlık ve boşluk belirtisi olduğu fikrine dayanır. Dolayısıyla logoterapi ile kişi kendi biricik anlamını kavrayarak anlamsızlığın ve boşluğun yarattığı rahatsızlıkları ortadan kaldırır.
Dr.Frankl herhangi bir nedenle acı çeken hastalarının neden intihar etmediğini araştırır. Birçok durumda bu soruya verilen cevaplardan kendi psikoterapi yaklaşımının belirleyici ilkelerini bulur. Kimi hastada onu yaşama bağlayan çocuklarına olan sevgisidir, kiminde kullanılacak bilgi ve yetenekler, bir başkasında korunmaya değer canlı anılar.
Logoterapi’ninilkelerini 2. Dünya savaşı sırasındaki bir toplama kampındaki deneyimleri eşliğinde anlatırken okurlar Frankl’ın tasvir ettiği toplama kampının, dünyayı daha büyük bir hapishane olarak kavramamızı sağlayacak bir metafora dönüştüğünü fark etmektedir. İnsanın varoluşun çetin koşullarında anlam arayışını keşfetmemize yardım edecek süreci anlatan Frankl, İnsanı insan yapan nedir sorusuna da cevap vermeye çalışıyor.
İnsanın hayatında anlam arayışının önemini vurgulayan araştırmalarda intihar edenlerin yaklaşık % 30unda anlamsızlık duygusunun hakim olduğu bilinmektedir. Uyuşturucu bağımlıları ve alkolikler neredeyse % 90 oranında hiçbir şeyin anlamı olmadığından, dipsiz bir anlamsızlık duygusundan şikayetçi olmaktadır.
Bu insanların ‘Anlamsızlık duygusunun’ nedenine gelince insanların yaşamalarını sağlayacak çok şeyin bulunmasına karşı uğruna yaşayacakları bir şeyin olmadığı yani insanlar araçlara sahip olduğu ama amaçlarının olmadığı bir durumu ifade eder.
Hayatın anlamını aramak ve gerçeğin peşinde olmak, aynı zamanda bizim sosyal ve doğal çevreyle uyumumuzu sağlar. Tıptan psikolojiye, sosyolojiden antropolojiye, tarihten matematiğe kadar bütün pozitif bilim dallarının verilerini de kullanarak hayatın ve varoluşun anlamını aramamız gerekiyor.
Ancak sadece insan aklının eseri olan bilimsel bakış, aklımızın sınırlarından dolayı gerçeğin bilgisine ulaşmamızda yeterli olmayabilir. Mantığın yanında ruhsal bakışa, bilimsel verilerin yanında sezgisel değerlendirmelere, bilginin yanında irfan ve ahlaka, fiziğin yanında metafiziğe ihtiyacımız var.
Ünlü Türk filozofu Nurettin Topçu’nun çok sevdiği ve sıklıkla anlattığı fıkrada hayatın anlamı ince bir mizahla işlenmektedir. Bektaşiye “Erenler Gömleğinin yakası kirli, yıkasana” demişler. Yahu erenler” demiş, “Biz bu dünyaya gömlek yakası yıkamağa mı geldik.”
Fıkrayı anlatan Topçu’ya göre, “Gömlek yakası yıkamak” sadece masiva ile meşgul olmak; servet, şöhret ve devlet peşinde koşmakla ömrü geçirmek idi. Hâlbuki insanın yaratılış gayesine, varoluş gerçeğine ulaşması hayatının anlamını bulması en önemli gerçeklikti.
Bir hakikat arayıcısı, Gariplerin Kitabı’nda Abdulkadir Es Sufi, Londra kütüphanesinde edindiği bilgilerin, mevki ve makamın, konforun onu tatmin etmediğini, yüzeysel bilgilerin hayatın anlamı ve nasıl yaşanacağı konusunda ona bir yol göstermediğini söyler. Londra Kütüphanesi müdürü iken odasında bir hat levhasının manasını okuyunca çok etkilenir: “Her arayan bulmaz, lakin bulanlar ancak arayanlardır.” (Beyazid-i Bestami)
Bu sözle hakikat arayışı yolculuğuna başlayan Abdulkadir es Sufi daha sonra karşılaştığı bir sözle iyice etkilenir. ‘Eğer gökyüzünün altında marifet arayanların ilminden daha önemli bir bilgi olduğunu bilseydim, hayatımı bu yola adar, onu buluncaya kadar da kimseye bir şey söylemezdim” (Cüneyd-i Bağdadi).
Abdulkadir Es Sufi bu defa ‘marifet’ kelimesinin ve bilgisinin üzerine yoğunlaşır. Marifet bilgisi İslamda insanın kendini ve yaratıcısını bilmesi olarak tanımlanır; hayatın ve yaratılışın anlamı olarak kabul edilir.
Benzer şekilde günümüzde insanın anlam arayışını kendi hayat tecrübeleri ve gözlemleri ile birleştirerek Logoterapi ekolonü kuran Victor Frankl da bu arayışını “İnsanın Anlam Arayışı” isimli kitabında anlatıyor. “Logoterapi-İnsanın Anlam Arayışı” adıyla yazdığı kitap 15 milyondan fazla sattı ve 30'dan fazla dile çevrildi.
İnsanın Anlam Arayışı –Logoterapi
Almanya’da genç bir psikiatrist olan Dr. Victor Frankl 1942 yılının Eylül ayında, kendisini bir Nazi toplama kampının içinde bulur. Genç psikiyatristimiz insanlık tarihinin en korkunç deneyimlerinden birine yaşayarak şahit olur. Ama sonuçta umutsuzluk ve sefalet içinde geçen bu süreçte yaşadıkları acılardan güçlenerek çıkmayı ve hayatında bir anlam bulmayı başarır. Yaşadıkları, onu deneyimleriyle ilgili Logoterapi adı verilen yeni bir terapi türü geliştirmekten alıkoymaz.
Victor Frankl'ın yaşadıklarından çıkardığı sonuçlar ve hayatın anlamı üzerine düşüncelerini anlattığı kitabı "İnsanın Anlam Arayışı"nda okuduğumuz hikâye bu. Kitap boyunca Frankl, okuyucuyu ortalama bir mahkûm için hayatın nasıl olduğuna dair bir yolculuğa çıkarıyor ve kendi varoluşsal deneyimlerini aktarıyor. Bir psikiatrist olarak yaşadıkları acılar ve zorluklardan hayatının anlam arayışı ile kurtulması ona Logoterapi’nin birçok insanda etkili bir tedavi olacağını düşündürür.
Kendisini Logoterapi teorisini geliştirerek psikolojiye daha fazla katkıda bulunmaya adar. Yaşadığı zorluklarla mücadele ederken içindeki bir şeyler başarmak arzusu, eşine olan sevgisi ve çektiği acılardan pozitif dersler çıkararak daha güçlü olmak şeklinde ifade edilen Logoterapi’nin temellerini oluşturur.
Esir Kampında Kendi Yolunu Seçmek
Viktor Frankl, Auschwitz'e vardığında, neler olup bittiğine ya da ne yapması gerektiğine dair hiçbir fikri yoktur.“Austwitz adı dehşet verici olan her şeye karşılık geliyordu. Gaz odaları, Krematoryumlar (Ölü Yakma Odaları) katliamlar, dikenli teller. Dehşete kapılmıştım ama bu hiçbir şeydi. Çünkü adım adım korkunç ve sonsuz bir dehşete alışmak zorunda kalacaktık.”
Günümüzde Siyonist İsrail devletinin yaptığı soykırım Nazi Kamplarında yapılanlardan daha korkunç ve acımasız bir vahşet manzarası arzediyor. Dün yaşadıkları soykırımdan şikayet eden İsrail, bugün yeryüzünün tanık olduğu en büyük soykırıma imza attı. Bombalarla, açlıkla, hastaneleri ve okulları çocuklar ve kadınları acımasızca yok etti, yok etmeye de devam ediyor.
Ama Filistinliler imanları, hayattaki anlamları ve hedefleri nedeniyle Siyonist askerlerden ve bu zülme seyirci kalan tüm insanlardan daha cesur ve güçlü görünmektedir. Dr.Frankl gözlemlerini bugün yapsaydı soykırımcı zalimlerin anlamsızlık boşluğunda kaybolduklarını, mazlum ve haklı bir davası olan Filistin halkının ise tüm olumsuzluklara rağmen ayakta kaldıklarını yazacaktı.
İnsanı İnsan Yapan Nedir ?
Kitapta “İnsanın anlam arayışı yaşamındaki temel bir güdüdür. Bu anlam sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle eşsiz ve herkese özel bir yapıdadır. İnsan kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme ve hatta ölme gücüne sahiptir.” der. Bu sözler bana tasavvufta çok bilinen ‘Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir‘ sözünü hatırlattı.
Dünyada kişinin en kötü şartlarda bile yaşamını sürdürmesine yaşamında bir anlam olduğu bilgisi kadar etkili bir şekilde yardımcı olan hiçbir şey yoktur. Nietzsche’nin dediği gibi ( Yaşamak için bir nedeni olan kişi hemen her nasıl’a dayanabilir)
John Hopkins Üniversitesinde sosyal bilimcilerin öğrenciler üzerinde yaptığı bir araştırmada kendileri için neyin çok önemli olduğu sorulduğunda %16sı ‘çok para kazanmak’ derken buna karşılık % 79 ‘Yaşamımda bir amaç ve anlam bulmak” olduğunu söylemiştir. Logoterapi danışana ve hastaya kendi yaşamında anlam bulması için yardım etmeyi bir görev saymaktadır.
Gerçekten hayatımızın zor zamanlarında ihtiyaç duyulan şey yaşama yönelik tutumumuzdaki bir değişme olmalı. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve daha da ötesinde bunu umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyor.
Yaşamdan beklediklerimiz hakkında sorular sormayı bırakmamız bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün her saat sorgulanan/imtihan edilen birileri olarak düşünmemiz gerekiyor. Cevabımızın konuşma veya meditasyon yaparak değil doğru yaşam ve doğru eylem biçiminde olması gerekiyor. Hayatı bir imtihan ve dünyayı ahretin tarlası olarak gören İslam inancına ne kadar yakın görünüyor.
Logoterapi, insanların yaşamlarında anlam bulmalarına yardımcı olmaya odaklanan bir psikoloji okuludur. “Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu” olarak da isimlendirilen Frankl, Logoterapi’deFreud’dan(Haz Arayışı ) ve Adler'den (Üstünlük Arayışı) farklı olarak varoluşsal anlam arayışının (Anlam Arayışı ) bir insanın hayatındaki ana motive edici güç olduğuna inanıyordu. Logoterapi’nin insanın varoluşunun anlamı kadar insanın böyle bir anlama yönelik arayışı üzerinde de odaklanmaktadır.
Logoterapiye göre kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışı insanda temel güdülendirici güçtür. Freudcu psikanalizde merkezi bir öneme sahip olan haz ilkesine karşıtlık içerisinde olduğu kadar, Adlerci psikolojinin dayandığı Üstünlük arayışı‘na da karşıdır.
Bu nedenle, Frankl varoluşçuluğa odaklanan bir terapiye ihtiyacımız olduğunu savunuyor. Frankl, bu teoriyi toplama kampındaki deneyimleriyle destekliyor ve anlamsız yaşayanların kamptaki hayatta kalma mücadelesine yenik düştüğünü kitapta sıklıkla vurguluyor. Sanki bugünkü Filistin halkının direnci ve azminin onu nasıl canlı ve diri tuttuğunu gördüğümüz gibi.
Dr. FranklLogoterapi ile psikanalizi karşılaştırırken daha çok gelecek üzerine yani hasta tarafından gelecekte yerine getirilecek anlam üzerine yoğunlaşır. Logoterapi gerçekten de anlam merkezli bir psikoterapidir. Diğer terapilerden farklı olarak, insanın geçmiş yaşam tecrübelerine, şuur altına, çocukluğa odaklanmaktan ziyade, hayata ve yaşanılanlara dair farklı bir bakış açısı geliştirmeye ve anlam yaratmaya odaklanır.
Kendi anlamımızı nasıl bulacağız?
Logoterapi’ye göre yaşamın anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz.
• Bir eser oluşturarak ya da bir iş yaparak.
• Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
• Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.
Kısaca açıklayacak olursak: İlk madde, başarı yoluyla, yani ürettikçe, bir iz bıraktıkça anlama ulaşacağımızı söylüyor. İkinci madde, iyi ve doğru şeyler yaşayarak, bir doğayı, bir kültürü, bir insanı deneyimleyerek ve bunları severek anlamımızı bulacağımızı iddia ediyor.
Üçüncü madde ise umutsuz, değiştirilemeyecek bir kaderle yüz yüzeyken, bunları kucaklayıp bir zafere dönüştürerek de anlamımızı bulacağımızı açıklıyor.
Ünlü düşünür Victor Havel ‘Umut her şeyin iyi sonuçlanacağını hissetmek değildir, Umut; yaşam ve çalışmanın anlamı olduğunu hissetmektir.’ der
Varoluşsal Boşluk-Anlamsızlık Duygusu
Bir bireyin anlam arayışı başarılı olduktan sonra bu onu mutlu kılmakla kalmaz ona acıyla başa çıkabilecek bir yetenek de kazandırır. Peki kişinin anlam arayışı boşa çıktığı zaman ne olur? Bu öldürücü bir durumla da sonuçlanabilir.
Vietnam savaşında esir düşen Amerikan askerlerinin ve toplama kamplarındaki esirlerin anılarında anlamsızlık duygusu ise işe gitmeyi reddeden, barakada sidik ve dışkıyla ıslanmış samanların üzerinde yatan tutukluların davranışıdır. Artık hiçbir şey ne uyarılar ne tehditler bu insanların fikrini değiştiremez. Bunun yerine ceplerinde sakladıkları bir sigarayı içip bir anlık haz alıp uzanıyorlardı. Bunu gördüğümüz an bu insanların 48 saat içinde öleceğini biliyorduk. Anlam arayışı geri çekilmiş, anlamsızlık duygusu ortaya çıkmış ve sonuç olarak anlık haz arayışı duruma egemen olmuştur.
Bu durum günümüzde de karşımıza çıkan bir başka duruma benziyor. Kendilerine dünya çapında (no-Future -geleceksiz kuşak) adını veren gençleri düşünüyorum. Elbette sığındıkları şey sadece bir sigara değil uyuşturucudur.
Aslında uyuşturucu bağımlılığı varoluşsal ihtiyaçlarımızın engellenmesinden kaynaklanan ve sonuç olarak modern toplumlarda evrensel bir olguya dönüşen anlamsızlık duygusunun bir sonucudur.
Bugün yaşamın anlamsızlığı duygusunun Nevrozların kökeninde giderek artan bir rol oynadığını öne sürenler sadece logoterapistler değildir. Stanford Üniversitesi’nde psikiyatrik ayakta tedavi kliniğine başvuran 40 hastadan 12’si yani %30 u yaşamın anlamı ile ilgili önemli sorunlardan şikâyetçiydi. Yine araştırmalar Viyana ‘da nüfusun %29 unun yaşamlarında anlam olmadığından şikâyetçi olduğunu göstermektedir
-Anlamsızlık duygusunu nedenine gelince insanların yaşamalarını sağlayacak çok şeyin bulunmasına karşı uğruna yaşayacakları bir şeyin olmadığını düşünmeleri olarak anlatılabilir. Anlamsızlık duygusunda insanlar çeşitli araçlara sahip ama hayatlarını anlamlı kılacak amaçları yok, hatta bazılarının araçları bile yok gözükmektedir.
İşsiz insanların mutsuz olmaları üzerine yapılan araştırmalarda “işsizlik nevrozu” denilen şeyden şikayetçi genç hastalarda gözlenen özel bir tür depresyona ilişkin bir araştırmada İşsizlik nevrozunun gerçekten de ikili bir hatalı özdeşleşmeden kaynaklandığını gösterilmiştir. İşsiz olmak yararsız olmakla eşleştirebiliyordu. Yararsız olmak ise anlamsız bir yaşam sürmekle sonuçlanabiliyordu.
Sonuç olarak İşsizlik nevrozu olan hastaları gençlik dernekleri kamu kütüphaneleri ve benzeri işlerde gönüllü çalışma konusunda ikna etmeyi başardığında bolca sahip oldukları boş zamanlarını ücretsiz ancak anlamlı bir uğraşla doldurmaya başladıkları an ekonomik durumlarının değişmemesine ve duydukları açlığın aynı olmasına karşın yaşadıkları depresyon ortadan kalkıyordu. Bundan çıkan sonuç, insanın sadece refahla yaşamadığıdır.
Kitle Nevrozu-Depresyon-Saldırganlık ve Uyuşturucu
Dr. Frankl kitabında ‘Yaşamdaki anlamsızlık duygusu bir Nevruz’un belirtisi ve semptomu olmaktan çok insan olmanın bir kanıtıdır diyebilirim. Genç kuşakta böylesine yaygın olan kitle nevrozu sendromunun üç komponentinin (depresyon, saldırganlık ve uyuşturucu alışkanlığı) logoterapi de varoluşsal boşluk denilen boşluk ve anlamsızlık duygusundan kaynaklandığını gösteren gözlem mahsülü çok sayıda kanıt mevcuttur.
Bu her depresyon olayının anlamsızlık duygusuna bağlanabileceği anlamına gelmediği gibi –(intihar da bazen depresyon sonucu ortaya çıkar) her zaman varoluşsal boşluktan kaynaklanmaz. Her intihar girişiminin arkasında anlamsızlık duygusu bulunmasa da uğruna yaşamaya değer bir anlam ve amacının farkında olması halinde bireyin kendi yaşamına son verme dürtüsünün üstesinden gelinebilecektir.
Genç bir doktorken Avusturya’nın en büyük devlet hastanesinde çoğunluğu intihar girişiminden sonra kabul edilen ağır depresyon hastaların bulunduğu bölümün sorumlusu olarak dört yıl çalıştım. Böyle bir insana hastaların intihar girişimleri başarılı olmadığı için ne kadar mutlu olduklarını tekrar tekrar söylediklerini anlatırım. Haftalar aylar yıllar sonra sorunlarına bir cevap bulunduğunun yaşamlarında bir anlam olduğunun farkına vardıklarını söylerler. Ama her şeyden önce bunu görmek için yaşamak zorundasın. Şu andan itibaren yaşama sorumluğu seni terk etmez diye onları yaşamlarında bir anlam olduğuna ikna etmek en iyi çözümlerden birisidir.
Kitle Nevrozu Sendromu’nun ikinci yanı olan saldırganlıkla ilgili olarak deneyde izci grupları arasında yapay olarak karşılıklı saldırganlık oluşturmayı başarmış ve saldırganlığın sadece gençler kendilerini ortak bir amaca yani kamplarına yiyecek getiren bir arabayı çamurdan kurtarma görevine verdikleri zaman ortadan kalktığını gözlenmiştir. Bu amaç ortaya konur konmaz bunu bir meydan okuma olarak almakla kalmamış bir anlam etrafında birleşmişlerdir.
Üçüncü konuya yani uyuşturucu alışkanlığına gelince, istatistiklerin gösterdiği gibi araştırılan alkoliklerin %90’ı dipsiz bir anlamsızlık duygusundan şikayetçidir, uyuşturucu bağımlılarının %100’ü her şeyin anlamsız göründüğüne inanmaktadır.
Trajik bir iyimserlik tartışması
Kitapta bahsedilen Trajik iyimserlik, yani üzücü bir olay karşısında iyimserlik durumunu anlatıyor. Bu her zaman için trajik bir acıyı (1) insan başarısına dönüştürmeye (2) suçluluk hisseden kişinin kendisini daha iyiye yönelik olarak değiştirme fırsatını kazanmasına (3) yaşamın geçiciliğinden sorumlu bir tavır almaya yönelik girişim gücü kazanılmasına imkân vermektedir
Bu anlamın keşfedilmesi için acının vazgeçilmez olduğu anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır.
Logoterapi acının kaçınılmaz olması durumunda acıya karşın hatta acı vasıtasıyla acıda ve hayatta anlam bulunabileceğini vurgular. Eğer acıdan kaçınabiliyorsa yapılacak en anlamlı şey nedenini ortadan kaldırmaktır çünkü gereksiz yere acı çekmek kahramanca değil mazoşistce bir tutumdur
Yale Üniversitesi’ndeki araştırmacılar Vietnam savaş tutsaklarını olağan dışı ölçüde stresli işkenceyle ve hastalıkla, yetersiz beslenme ve tecritle dolu tutsaklık dönemleri olmasına karşı bundan nasıl yararlandıkları ve güçlü çıkabildiklerini anlattıklarını gördüklerinde şaşırmışlar
Bu konuda sokaktaki insanın da aynı görüşte olduğunu gösteren gözlem mahsülü bulgular söz konusudur. Avusturyalı kamuoyu araştırmacıların son günlerde en çok saygı duyan insanların büyük sanatçılar ünlü bilimciler büyük devlet adamları ya da sporcular değil yaşadıkları kötü hayat şartlarının efendisi olmayı başaran insanlar olduğunu göstermiştir
Trajik üçlünün ikinci yanına yani suçluluk kavramına gelirsek. Tutuklulara hitaben yaptığım bir konuşmada “sizlerde benim gibi insansınız ve bu nedenle suç işleme suçlu olma özgürlüğünüz vardı. Ne var ki şimdi de suçluluğunuzun üstüne çıkarak kendinizi aşarak daha iyiye doğru değişerek suçlu oluşunuzun üstesinden gelmekle sorumlusunuz” demiştim, anlamışlardı.
Trajik üçlünün üçüncü yanı ölümle ilgilidir ama aynı zamanda yaşamla da ilgilidir. Çünkü yaşam oluşturan anların hepsi ölmektedir. Yaşanan bir gün asla geri gelmeyecektir. Yaşamımızın her anını olabilecek en iyi şekilde değerlendirmemizi anımsatan da geçicilik değil mi? Elbette öyle. Dolayısıyla vazgeçilmez ilkemiz ikinci defa yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşamaktır.
Bu kavram bana tasavvuftaki ‘Hayatımız üç gündür, biri geçmiş gündür asla geri gelmez, biri içinde bulunduğumuz bu gündür onu değerlendirebiliriz, diğeri yarınki gündür o henüz elimize geçmemiştir, onun için endişe etmeye gerek yoktur.’
Yaşamın Nihai Anlamı-Hayat ve Ölüm Gerçeği
Her şeyden önce Logoterapist kişinin yaşamı boyunca göğüslemek zorunda olduğu her bir durumda potansiyel anlamla ilgilenmektedir. Benzetme yaparsak bir film binlerce bağımsız görüntüden oluşur. Bunlardan her biri bir şey ifade eder ve bir anlam taşır yine de son karesine gelmedikçe filmin tamamının anlamı ortaya çıkmaz. Ne var ki bileşenlerden her birinin anlamını bilmeden de filmin tamamını anlayamayız.
Aynı şey yaşam içinde geçerli değil mi yaşamın nihai anlamı da en sonunda ölümün eşiğinde ortaya çıkmıyor mu? Ve bu nihai anlamda her bir durumun potansiyel anlamının ilgili bireyin bilgisi ve inancının elverdiği ölçüde en iyi şekilde gerçekleştirip gerçekleştirilmediğine bağlı değil mi? Bu tesbitte bize ‘İnsana Nasihatçi olarak ölüm yeter ‘sözünü hatırlatıyor.
Azizler ve Şeytanlar
Freud bir yazısında “Birbirinden çok farklı insanları aynı şekilde açlığa terk edin bütün bireysel farklılıklar kaybolacak ve doyurulmamış bir güdünün tek biçimli dışa vurumu görülecektir” der. Freud bunları söylerken rahat koltuklarında ve sıcak odasında söylüyordu, toplama kamplarını zor şartlarını bilmiyordu.
Toplama kamplarında zor şartlarında bireysel farklılıklar kaybolmuyordu, orada hem azizlerin hem de domuzların maskesi iniyordu. Bugünde Siyonist yönetimin katliamlarına destek olanlar olduğu gibi , bu vahşete karşı çıkan sağduyulu ABD’li, batılı ve İsrailli vatandaşların olduğu görülmektedir. Hatta ABD nin Siyonist katliam politikalarını desteklemeyen bir Abd askeri kendini yakarak intihar etmiştir.
Azizleri anmaya gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını elbette sorabilirsiniz sadece onurlu insanları anmak yeterli olmaz mı? Bu insanların azınlık olduğu doğrudur dahası hep azınlık olarak kalacaklar. Ama ben burada azınlığa aziz ve/veya onurlu insan olmaya katılmaya yönelik bir çağrı anlıyorum. Çünkü dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek. Bu nedenle daima uyanık olmalı, baskı ve zulumlere karşı bilincimizi diri tutmalıyız.
Kitaptan Çıkarılacak Dersler
1-İnsanın Hayatında bir anlam ve hedef arayışı onun bütün hareketlerini etkiler, akıl, beden ve ruh sağlığını korur.
2-İnsanın hayattaki esas temel yaşam güdüsü anlamlı bir hayat sürme arayışıdır. Bu konuda insana yardımcı olmak onu birçok hastalıktan ve yanlıştan alıkoyar. Freud’a göre Haz duygusu, Adler’e göre Üstünlük duygusu temel güdüdür. Frankl’ın insanın anlam arayışı hayattaki temel dürtüdür teorisi hayata daha olumlu ve anlamlı bakmamızı sağlar
3-Hayatta karşılaştığımız acılar ve zorluklar bizim için birer imtihandır ve hayatı daha anlamlı yaşamamıza vesile olurlar.
4- Yaratılmış her şeye karşı içimizdeki sevgi ve muhabbet bizim hayatı daha anlamlı yaşamamızı sağlar.
5-Başarmaya çalıştığımız bir iş ve hedef bizi hayata bağlar ve güçlü kılar.
6- Ölüm, hayatı anlamlandıran, onu özel ve güzel kılan bir sondur. Mevlana’nın deyimiyle “Allaha kavuşulan düğün gecesidir.”
7- Dünyada onurlu ve iyi insanların çoğalması için gayret edelim. Şeytanlar ve zalimler her zaman var olacaktır.
* Akit Gazetesi/ 1.7.2024
*Uzm. Dr Selahaddin Semiz
1962 yılında Sivas, Gürün’de doğdu. 1985 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kırşehir, Kaman’da mecburi hizmetini, GATA-Ankara hastanesinde askerlik hizmetini, İstanbul Haseki Hastanesi Radyoloji Kliniğinde ihtisasını tamamladı.
Hekimlik hayatı boyunca birçok STK’da aktif görev aldı. Deprem, sel ve tsunami sonrası Endonezya-Ace, Pakistan-Keşmir ve Pakistan-Pencap bölgelerinde, Sudan ve Nijer’de sağlık gönüllüsü olarak çalışmalara katıldı.
Afiyet HastanesiBaşhekimi, Afiyet OSGB, Biomekatronik Şirketinin Ortağı ve Biomedikal Ar-Ge kooperatifi Başkanıdır. Halen Özel Afiyet Hastanesinde radyoloji uzmanı ve başhekim olarak çalışan Dr. Semiz, Kutupyıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.