FİTNE AHLAKI *

 Prof.Dr Mustafa Samastı**

Müslüman toplumu ayakta tutan en önemli şey aralarındaki güven ilişkisidir. İslam’da iman bağıyla bağlı olanlar kardeş sayılmıştır. Kardeşler bir bedenin organlarına yahut sağlam bir binanın birbiriyle kenetlenmiş parçalarına benzetilir. Bir uzvu rahatsızlandığında bundan bütün vücut etkilenir.

 

Kardeşlik birbirini sevmeyi, güvenmeyi, dayanışmayı, birbirine sırt dönmemeyi gerektirir. “Bir mü’min kendisi için dilediğini kardeşi için de dilemedikçe gerçek iman etmiş olmaz.” (Buhârî)

 

Mü’minler birbiri hakkında ancak hayır ve esenlik dilerler. Bunun mücessem hali aralarındaki selamlaşmadır. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız. Size birbirinizi sevdirecek şeyi haber vereyim mi? Selamı aranızda yayınız.” (Müslim, Tirmizî, Ebu Davud)”. Selam pozitif iletişimin ilk adımıdır. Bunu birbirine değer vermek, değer katmak, adalet ve ihsanla davranmak izlemelidir.

 

Kardeşlik bağını zedeleyecek her türlü davranış yasaklanmıştır. Müslümana yakışan kardeşinin eksiklerini, kusurlarını telafi etmeye, ayıplarını örtmeye çalışmaktır. “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulüm ve haksızlık yapmaz, onu tehlikeye atmaz, yalnız ve sahipsiz bırakmaz. Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse Allah da onun ayıbını örter.” (Müslim)

 

Kardeşlik hukukuna riayet etmeyen, müslümanlar arasında güvensizlik, nefret, düşmanlık duygularının yerleşmesine neden olanlar bütün toplumu ciddi bir tehlikeye (fitneye) sürüklemiş olurlar. Fitne kişilerle sınırlı kalmaz, toplumun bütününe yayılır. Bu nedenle fitnenin öldürmekten beter olduğu Kur’an-ı Kerim’de belirtilir. (Bakara 101)

 

Nasıl ki toplumda bir deprem bilincine ihtiyaç varsa bundan çok daha fazlasına fitne blilinci (ahlakı) için ihtiyacımız bulunmaktadır. Fitne kazananı olmayan bir savaştır. Kurtuluş, ona bulaşmamak veya ondan kaçmaktır. Peygamberimiz “Fitne uykudadır, onu uyandırana lanet olsun!” buyurmuşlardır.

 

Fitne müslümanların bir imtihanıdır. İnsanların iyi ve kötü hallerinin açığa çıktığı bir süreçtir. Altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saf halde elde edilmesi için ateşte eritilmesine de fitne denilmiştir.

 

Kişi için en büyük fitne kaynağı kendisinin de baş düşmanı olan kendi nefsidir. İnsan sahip olduğu haset, kıskançlık, bencillik, şehvet, ihtiras vb. gibi kötü huylarından arınmak için imtihan edilir ve kendisine verilen bütün imkânlar, mevki ve makamlar birer imtihan aracıdır.

 

Yeryüzünün ilk fitnesi Hz. Âdem’in iki oğlu arasında yaşanmıştır. Bu olayla ilgili Kur’an’ın bize mesaj olarak yansıttığı husus, kıskançlık nedeniyle kendisini öldürmeye kalkan kardeşine karşı Habil’in takındığı takva tavrıdır.

 

“Sen beni öldürmek için elini kaldırsan da, ben seni öldürmek için elimi kaldıracak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Mâide, 28) Hz. Osman (r.a.) da fitnenin daha fazla büyümemesi için öldürmeyi değil öldürülmeyi tercih etmiştir.

 

Fitne kötü düşünce zemininde filizlenir. Zan, iyi bilmeden tahminlere göre fikir yürütüp konuşmak; kötü zan (suizan) ise art niyet aramak, yanlış düşünüp yanlış yorumlamaktır. “Zan hakikat adına hiçbir değer ifade etmez.” (Necm, 28) “Ey inananlar, size fasık biri önemli bir haber getirirse iyice araştırıp doğruluğunu anlamadan hareket etmeyin, yoksa farkına varmadan bir topluluğa kötülük yapar da sonra pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)

 

Kötü zan insanlar arasındaki güveni yıkar, birbirine karşı düşmanca davranışlara neden olur. “Ey iman edenler, kötü zandan şiddetle kaçının, zannın bir kısmı günahtır, birbirinizin gizli hallerini araştırmayın, birbirinizin gıybetini etmeyin. Sizden kim ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir.” (Hucurat, 12)

 

Peygamberimiz “Her duyduğunu söylemek, kişiye günah olarak yeter” buyurmuşlardır. Önyargı ve peşin hüküm gerçeklere kör ve sağır kalınmasına neden olur. Benzerlikler bizi aldatır. Emin olunmalıdır. Pek çok kişi tatlısına benzeterek zehirli mantardan hayatını kaybetmiştir.

 

Bilgi eksikliği, arka planı ve bütünü görememek, yanlış adımlara neden olur. Bu konuda Kur’an’ın mesajı açıktır: “İyice bilmediğin şeyin peşine takılma, zira kulak, göz ve kalp, bunların hepsi eylemlerinden sorgulanacaktır.” (İsrâ, 36)

 

Mü’min kardeşimiz hakkında beslediğimiz zanlar gerçekte kendi kişiliğimizin, karakterimizin bir yansımasıdır. Hz. Âişe (r.a) hakkındaki iftira ile ilgili âyet bu konuda çok ciddi bir uyarıda bulunmaktadır: “Bu iftirayı işittiklerinde erkek ve kadın mü’minlerin kendi vicdanlarında hüsn-ü zanda bulunup da, bu apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi.” (Nur, 12)

 

“Şeytan, mü’minlerin kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiş, ancak onları birbirine düşürmekten asla vazgeçmemiştir.” (Tirmizî)

 

Başkalarına karşı davranışlarda empati esas olmalı, nefsine hoş gelmeyen şeyi başkalarına reva görmemelidir. Kusur araştırmanın, kusurları anlatıp yaymanın, o kusurlardan çok daha vahim bir kusur olduğu asla unutulmamalıdır.

 

Müslüman öncelikli olarak, islamın evrensel ahlak ilkelerini günlük hayatta yaşama üslubuyla ilgili, ahlaki bütünlüğe sahip olmalı, bu genel çerçeveyi indirgeyerek özel alanlara, özel gruplara münhasır kılan kısır anlayıştan uzak durmalıdır. Zira bütünden koparılmış bir grup ahlakı çok kolay şekilde yerini bireyselliğe ve bencilliğe bırakabilir.

 

Müslümanın tavır ve hareketlerinde iki temel şart mutlaka birlikte olmalıdır. Birincisi iyi niyet, diğeri de meşru yöntemdir.

 

Belli bir davranış veya hükme esas olan nedenler hakkında şüpheden uzak net bir delilin bulunması, ayrıca bunun maslahata uygunluğu önem taşır. Şüpheli şeylerden kaçınmak imanın kemalidir.

 

Adaletten sapmamaya, hem ahlaki ve hem de hukuki çerçeveyi korumaya özen gösterilmelidir. Ahlaki çerçeve vicdanımızda, hukuki çerçeve ise insanların nezdinde meşruiyet sağlar. İnsanları suizana düşürecek davranışlardan kaçınılmalıdır. Akıllı insan, kendisinin kusurlarına, başkasının iyi yönlerine odaklanandır.

 

Dünyayı kendimize göre dizayn etme hevesi yerine rolümüzü İslam’a uygun şekilde oynamaya özen göstermemiz çok daha önemlidir.

 

“Ey iman edenler, siz kendinize çekidüzen verin, siz doğru oldukça sapıtan size zarar vermez.” (Mâide 105)

 

“Kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Ancak, kim affeder ve barışı sağlarsa mükâfatı Allah’a aittir.” (Şura 40)

 

“Muhakkak ki mü’minler kardeştir. (O halde araları bozulduğunda) derhal aralarını düzeltin, Allah’tan sakının ki merhamet olunasınız.” (Hucurat 10)

 

“Allah’a ve Peygamber’e itaat edin, aranızda çekişmeyin, sonra yılgınlığa düşer de gücünüzü kaybedersiniz, sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)

 

“Ey inananlar, Allah için adaleti ayakta tutan (gerçekleştiren) şahitler olun, bir gruba karşı öfkeniz sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Allah’tan sakının, muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide 8)

 

Barış sağlamak müslümanların öncelikli ahlaki sorumluluğudur. Buna güç yettirilemiyorsa fitneye bulaşmamak, sıkıntılarına sabır göstermek, zarar vermektense zarar görmeyi tercih etmek tavsiye edilir.Kimin haklı, kimin haksız olduğu belli olmayan durumlarda hiçbir tarafa destek vermemek, en azından dilini tutmak, fitne çıkaranları yalnız bırakarak fitnenin yayılmamasına çalışmak gerekir.

 

“Fitne zamanında yürüyen koşandan, ayakta duran yürüyenden, oturan ayakta durandan hayırlıdır.” (Müslim)

 

İnsanın iradesini zihinsel bir esarete sürükleyen fitne şartlarına karşı duygusallığa kapılmadan, ilahi iradeyle bütünleşen, ilkeli, sabırlı ve temkinli bir tavır sergilenmeli; bireyselliğe kapılmadan, birey haklarını da gözardı etmeden, toplumsal hassasiyeti muhafazaya çalışmalıdır.

 

“İşlerinizi en güzel şekilde yapın, muhakkak ki Allah (c.c) muhsinleri sever.” (Bakara 195)

 

* Bir Bilge Hekimin Zamana Şahitliği, Tefekkür Düşünce Merkezi, İstanbul,2021

**Prof.Dr Mustafa Samastı

Prof. Dr. Mustafa Samasti 1951 yılında Hasanbey'de doğdu. İlkokul'u Büyükyoncalı İlkokulu'nda Ortaokul ve Lise'yi Vefa Lisesi'nde okudu.

1975 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'da uzman oldu.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında doçent oldu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 1996 yılında Profesör oldu.Klinik Mikrobiyoloji, Bakteriyoloji, Dezenfeksiyon, Hastane İnfeksiyonları üzerine çalışmalar yaptı.

SAĞLIK-SEN İstanbul İl Başkanlığı yapmış olup halen Kutup Yıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.

Uluslararası ve ulusal makalelerinin yanı sıra yayınlanmış kitapları da bulunan Prof. Dr. Mustafa Samastı İngilizce ve Almanca bilmektedir.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı iken emekli olmuştur.




Güncel Haberler