ÇAĞDAŞ BİR DAVETÇİ, NİMETULLAH HOCA’NIN ARDINDAN

Dr. Selahaddin Semiz

Tercümei Hali:

Kamuoyunda ‘Nimetullah Hoca’ ismiyle bilinen Nimetullah Halil İbrahim Yurt, 1931 yılında Amasya'nın Taşova ilçesinde İbrahim ve Hatun Yurt çiftinin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Genç yaşında babasıyla alimlerin ve ariflerin sohbetlerine katılarak ilmini artırmıştır.

1955 yılında Sultanahmet Camii'nde müezzinlik hayatına başlayan Nimetullah Hoca, İslam alimi ve tasavvuf ehli Mehmet Öğütçü (Gönenli Mehmet Efendi) ile Seyyid Şefik Arvasi'ye imam vekilliği görevlerinde de bulunmuş, Mehmet Zahid Kotku, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Ali Haydar Efendi, Mahmud Efendi gibi tasavvuf ehli zatlarla görüşmüş ve onlardan istifade etmiştir.

Nimetullah Hoca,Sultanahmet Camii günleri dönemine ait bir hatırasını şöyle anlatır: ‘Sultanahmet Camii’nde müezzin ve yardımcı imam olarak görevliydim. Binlerce mümine saatlerce vaaz ve nasihat ediyorum. Gönlüme bir büyüklenme bir kendimi beğenme duygusu geldi. “Bu halin çaresi nedir? Kime sorayım?” diye düşünürken  aklıma Mehmed Zahid Kotku  Hocaefendi geldi. İskenderpaşa Camiine Mehmet Zahid  Hocaefendi’yi ziyarete gittim. Ben daha henüz bu konuda bir şey sormadan O zat sohbet esnasında “Biz neyimize güvenelim, neyimize kibirlenelim? Hz Ebubekir gibi sıdk ve samimiyetimiz mi var, Hz.Ömer gibi adaletimiz mi var, Hz Osman gibi edep ve ahlakımız mı var, Hz. Ali gibi ilim ve cihadımız mı var? Neyimize güvenelim”  dedi. Ben aradığım cevabı soruyu sormadan almıştım.”

Nimetullah hoca, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki görevinden emekli olduktan sonra babasının yanına giderek Mekke'ye yerleşmiştir. Burada 33 sene kalan ve Nur Dağı yakınlarındaki Seyitler Mahallesinin camiinde hocalık yapan Nimetullah Hoca, aldığı bir davet üzerine Japonya'ya giderek Japonya İslam Merkezi'nin baş imamlığına başlamıştır.

20 seneyi aşkın süre kaldığı Japonya'da yüzlerce cami ve mescit açan Nimetullah Hoca, farklı inanç gruplarından binlerce kişinin Müslüman olmasına vesile olduğu için ‘Japonya mücahidi’ olarak anılmaya başlanılmıştır. Nimetullah Hoca,Filipinler’de de 3 yıl tebliğ faaliyetinde bulunmuştur.

1981 yılında Çin'de 20 bin Kur'an-ı Kerim dağıtan Nimetullah Hoca, İslam'ı tebliğe adadığı ömrü boyunca 50'den fazla ülkeyi ziyaret etmiştir.6 dil bilen Nimetullah Hoca, dünyanın farklı noktalarında yüzlerce camiyi hizmete açmıştır. Nimetullah Hoca, 30 Temmuz 2021 günü tedavi gördüğü Çengelköy Devlet Hastanesi'nde kalp yetmezliği sebebiyle 90 yaşında hayatını kaybetti. Müteakiben Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Nimetullah Hoca ve Davet Usulünden  Notlar

Bendeniz Nimetullah Hoca ile ilk kez 2009 yılında tanıştım. Afiyet Hastanesinde tedavi etmiştik. Günlük işler ve toplantılar sonrası serviste hastaları ziyaret ederken Nimetullah Hoca’ya da uğrar hal hatır sorar tedavisi konusunda konuşurduk. Bembeyaz giysiler içerisinde uzun ak sakalı ile insanda saygı ve hürmet uyandıran güleç yüzlü, tatlı dilli, ağzı dualı mübarek bir insandı. Her ziyaretimizde kısa dualar ve nasihatler eder, vaktimiz varsa bazı hatıralarını anlatırdı.

Tedavisi bitince taburcu olacağı zaman hekimleri ve bizi hayrette bırakan bir olay oldu. Nimetullah Hoca hastanede kalmak istiyor, taburcu olmayı kabul etmiyordu. Tedavisi bitmesine ve kendisini seven zengin bir dostunun vasıtası ile iyi bir otelde yer ayırtılmasına rağmen hastaneden çıkmak istemiyordu. Doktorlar ve hemşireler Hocayı bir türlü ikna edememişler ve benden onu taburcu olmaya ikna etmemi istemişlerdi.

Aslında ekip de onu sevmişti, ayrılmasını istemiyorlardı. Duaları ve tatlı dili ile tüm çalışanların sevgisini kazanmıştı. Ama uzun süre hastanede kalması riskli olabilirdi.

Nimetullah Hocayı ikna etmek için önce doktorların tavsiyelerini söyledim, sonra da kendisi için hazırlanan otelde daha rahat ve konforlu olacağını anlattım. Hasta olursa her zaman bize müracaat edebileceğini söyledim. O her zamanki mütebessim çehresi ile beni dinliyor, tamam der gibi başını sallıyordu. Ama yine de hastane de kalmak istediğini söylüyordu. Israrlarım üzerine hastanede kalmak istemesinin esas nedenini söyledi:“Evladım müsaade edin ben hastanede kalayım, hastaları ziyaret edeyim, onlardan dua alayım ve dua edeyim. Gönlü kırık olanlara nasihat edip,ferahlık vereyim, sevap kazanayım” dedi. Nimetullah Hoca, yaşlı ve hasta halinde bile başka insanların gönlünü yapmak, onlardan dua almak ve sevap kazanmak peşindeydi.

Daha sonraki dönemlerde de sık sık hastanemize uğrar, biz tahlil ve tedavileri ile ilgilenirken, o sürekli insanlara tebliğ etmek, hayır dua almak, gönül kazanmak için gayret ederdi. Her gördüğüne gülümseyerek selam verir, sonrada elinde tuttuğu kartları uzatırdı. Kartlarda birkaç dilde ‘Cennetin anahtarı La ilahe illallah, Muhammedün Resulullahtır’ hadisi yazardı. İnsanlara bu kartları verirken “Evladım cennetin anahtarını sana vereyim”diye söylerdi.

Bembeyaz kıyafeti , uzun beyaz sakalı ile Kabe’den gelmiş bir hacı dede görünümündeki bu güzel insana her yaştan ve anlayıştan insan saygı gösterir, verdiği kartları dikkatle okurlardı.

Bir defasında hastane önünde yürürken, modern giyimli bir hanımefendi ile karşılaştık. Nimetullah Hocam hemen selam verip, elindeki kartı uzattı. “Evladım sana cennetin anahtarını vereyim” dedi. Hanımefendi şaşkınlıkla bir beyaz önlüklü doktor kıyafeti ile bana bir bembeyaz giysili beyaz sakallı Nimetullah Hoca’ya bakıyordu. O ise işine devam ediyor, gayet rahat ve tabii bir şekilde diğer insanlara kart dağıtıyordu. Modern giyimli hanımefendi hayretle bana sordu. “Bu zat kim acaba,yoksa Hızır mı?” Ben de ne diyeceğimi bilemedim. “İyi bir insan, Siz Hızır diye bilin” dedim. Ne de olsa arifler ‘Her gördüğünü Hızır bil, Her geceni Kadir bil ‘ demişler.

Nimetullah Hoca ile bazı sohbet ve toplantılarda da görüştük.O her yerde görünüşü ve mütevaziliği ile gönüllere hitap eder, ilgi odağı olurdu. Sorulan sorulara mütevazi bir şekilde “Evladım ben tebliğciyim, siz bu soruları hocalara sorun” derdi. Tartışmalı konulara girmez, insanların gönüllerini ısındıracak, birlik ve beraberliğe davet edecek konuşmalar yapardı.

Bir yemek davetinde duadan sonra yaptığı kısa konuşmayı unutamam. Özetle şunları söylemişti: Muhterem kardeşler! Allah CC her yemekte yüzlerce nimetle beraber üç şükür edilecek nimet yaratmıştır. Birincisi bu envai çeşit nimetleri bizlere lutfetmiştir. Bu nimetleri bulamayan milyarlarca insan var dünyada. İkincisi bu nimetlerle beraber sağlık ve sıhhat nimeti vermiştir. Sağlığımız yerinde olmasa ne kadar çok nimet olsa da yiyemeyiz, tad alamayız.

Üçüncüsü bu nimetleri birlikte yememiz için gönlümüze kardeşlik ve muhabbet vermiştir. Yoksa kan kardeşi olsak bu muhabbet olmasa bir araya gelipte yiyemeyiz. Ben miras yüzünden birbiriyle darılıp 20 yıldır görüşmeyen kardeşler bilirim.

Nimetullah Hoca hayatını tebliğ ve kardeşliğe adamış çağdaş bir dervişti. Yaşlı haliyle dünyanın bir çok ülkesini dolaşır, insanlara İslam’ı anlatmak için gayret ederdi. Son yıllarda Japonya ve Güney Kore’de İslam’ı anlatmaya çalışıyordu. Dili döndüğü kadar Arapça, İngilizce, Türkçe anlatıyor, yetmezse gönül dili ve dua ile devam ediyordu.

O bu halini Allah’ın kendisine lütfettiği üç nimete bağlıyordu. “Allah CC bana sayısız nimetlerine ilaveten üç nimet vermiş. Biri dinlemek. Nerede salih bir insan, alim bir kişi varsa onu bulup dinlemeye çalıştım. Bu nedenle çok büyük alimlere talebe olmak nimetine eriştim. İkincisi anlatmak. Öğrendiklerimi diğer insanlara anlatmak için gayret ettim. Allah CC bana Mescidi Nebevi dahil yeryüzünde bir çok yerde İslam’ı anlatmak şerefini nail etti. Üçüncüsü de gezmek. Allah beni Dünyanın 50’den fazla ülkesini gezerek İslam’ı anlatmayı nasip eyledi elhamdüllüllah” derdi.

Yıllarca Sultanahmet camiinde daha sonra da Mescid-i Nebevi de vaazlar verdikten sonra 1995 yılında Seyyid Cemil adında bir tebliğci ısrarla onu Japonya’ya tebliğ ve vaaz için davet eder. Japonca bilmediği için faydalı olamayacağını düşünen Nimetullah Hoca, bir dizi tevafuk sonunda Japonya’ya gider ve sonrada defalarca Japonya’da bulunur. Çin ve Güney Kore’de de tebliğ seyahatleri yapar.

Nimetullah Hoca’nın çok anlattığı bir hatırası vardı. Japonya’ya gittiği ilk yıllarda dil bilmediği için kimseye İslam’ı anlatamadım diye üzülüyor, ağlamaklı bir halde yol kenarında oturuyormuş. Onun halinden, kıyafetinden, yaşlı gözlerle dua etmesinden etkilenip merak eden 4 Japon genci yanına gelip “Bir ihtiyacın var mı?” diye sormuşlar. Tabii Nimetullah Hoca’nın derdi İslamı anlatmak. Bu gençlere çat pat İngilizcesi ile Müslüman olmalarını söyleyip, elindeki ‘Cennetin Anahtarı La ilahe illallah, Muhammed Resullullah’tır’ yazan kartlardan vermiş.. Yine onun meşhur deyimi ile ‘Kul La ilahe İllallah, All problem finish’ deyip onlara kelimei şahadeti söyletmiş.

Bu kısımda tekrar o anı yaşıyor gibi hece hece kelime-i şehadeti söyler bize de söyletirdi. Gençler bu garip ihtiyarı biraz merak birazda hayretle dinleyip, söylediklerini tekrarlayıp, dil ile ikrar edip  ayrılmışlar. Daha sonra merakla kartların üzerinde yazan İslam merkezlerinin telefonlarını arayıp, bilgi almışlar. Sonradan müslüman olan bu Japon gençlerin isimlerini Nimetullah Hoca, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali koymuş. Bu dört genç İslamiyeti tam öğrenip yıllar sonra Hacc’a gelmişler.Medine de Mescidi Nebevi de Nimetullah Hoca ile karşılaşıp, gözyaşları içerisinde elini öpmüşler.

Nimetullah Hoca, bu karşılaşmayı gözyaşları ile  anlatırken onların “Hocam ben senin evladın Ebubekir’im , ben Ömer’im, ben Osman’ım, Ben Ali’yim deyişlerini duydukça sanki Hz.Ebubekir, Ömer, Osman ve Hz, Ali ile karşılaşmış gibi oldum” derdi.

Nimetullah Hoca, başka bir hatırasında Güney Kore’de tren istasyonunda yaşadığı bir hadiseyi anlatmıştı.  Tebliğ için başkent Seul’den başka bir şehre tren ile gideceklerken istasyonda uzun boylu sarışın bir hanımefendinin üzüntülü ve düşünceli bir halde beklediğini görür. Nimetullah Hoca dertli insanların tebliğe daha açık olduğunu söylerdi. Tebliğ etmek içinde önce gönle girmeli, gönül kapılarını açtırmak içinde tebessüm etmeli ve ettirmeli idi. Böyle bir dertli insan görürde Nimetullah Hoca ona tebliğ etmeden durabilir mi.?

Hemen yanına gidip selam verir, birkaç güzel cümleden sonra muhatabı hafif tebessüm edince gönül kapısının açıldığını anlar. Hemen “Kul La ilahe İllallah, All problem finish”der.Ve elindeki cennetin anahtarı yazan, aynı zamanda Kore İslam merkezinin adresi olan kartı uzatır.

Daha sonra gelen trenlerle herkes yoluna gider. Nimetullah Hoca tebliğ için diğer şehirleri dolaşırken birkaç gün sonra Seul İslam merkezinden sürekli telefonla aranmaktadır. Ne zaman geleceği, mümkünse çabuk gelmesini istemektedirler. Ama onun proğramı yoğun, yapacağı işler çoktur. Yaklaşık 10 gün sonra döneceğini söyler. Dönüşünde Tren istasyonunda büyük bir sürpriz ile karşılaşır. Üç tesettürlü hanımefendi ellerinde çiçeklerle istasyonda onu karşılarlar.

Meğer o dertli hanımefendi oldukça sıkıntılı ve zor günler yaşamakta imiş. Nimetullah Hoca ile karşılaşınca ve onun “La İlahe İllallah de, tüm problemler çözülür” sözünü öğrendikten sonra, Allah’ın lutfu ile problemleri birer birer çözülür. Bunun ilahi bir yardım olduğunu anlayan hanım, elindeki karttan İslam Merkezini arar ve Nimetullah Hoca’yı sorar. Şehir dışında olduğunu öğrenir, o gelene kadar İslamiyet’i öğrenmeye karar verir ve kendisi ile beraber iki hanımefendiyi daha Müslüman olmaya ikna ederek, on gün içerisinde istasyonda karşılamaya gelirler.

Nimetullah Hoca’ya göre Japonlara, Çinlilere, Korelilere İslam’ı anlatmak çok kolaydır. Yüzlece, binlerce tanrılara tapan insanlara şöyle hitap eder:“Yüzlerce, binlerce tanrıya inanmak, onu memnun etmek için çalışmak çok zor, başaramazsınız. Ama tek olan Allah CC inanmak ve onu memnun etmek çok kolay. Gelin kelime-i tevhidi söyleyin, Müslüman olun” derdi.

Nimetullah Hoca, Japonların çok saygılı ve edepli olduğunu söylerdi.“Az yiyor, az konuşuyor, çok geziyorlar çabuk Müslüman olurlar. Zaten selam verirken Allah cc isimlerinden olan Hayy diyolar ve saygıyla eğiliyorlar” dedikten sonra şöyle ilave ederdi: Bize de onlara secde etmeyi öğretmek kalıyor.

Kendisini dinlemeyen ve uzattığı kartları almayan Japonlara arkalarından “Omma Mori” (Bu seni kurtaracak!) diye seslendiğini ve o insanların bunu duyunca merakla dönüp geldiklerini söylerdi. Bu konuda Peygamberimizin ‘Kelime-i Tevhid sizi sıkıntılardan kurtarır’ hadisini örnek alırdı.

Nimetullah Hoca'nın "Japonya'da 50 cami yaptıracağım" dediği, 401 cami ve mescidi ibadete kazandırdığı, buradaki hutbelerin Japonya'daki bazı televizyon kanallarında naklen yayınlandığı, binlerce kişinin de kendisinin vesilesiyle Müslüman olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

Nimetullah Hoca’dan Hatıralar

Nimetullah hocanın vefatının ardından çeşitli mecralarda onunla ilgili metinler yayınlandı. Hakkında üniversitelerde çalışmalar yapıldı. Bir rahmete ve tahattura vesile olur ümidiyle bu yazımda Onunla ilgili bu hatıra ve metinleri de sizlerle paylaşmak istedim.

 

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan Hocaefendi, Nimetullah Hoca’dan şöyle bahsediyor: “Ankara'da havadar, manzaralı, düzenli, geniş asfalt sokakları, güzel bahçeli evleri, villaları olan yeni bir mahallede oturuyorduk.

Burada okul, çocuk bahçesi, dinlenme parkı, açık hava sineması, yeraltı sığınağı, çarşı dükkanlar, su deposu... Her şey vardı ama bir camii yoktu; koca mahalle için bir ibadethane düşünülmemiş planda yeri ayrılmamıştı.

 

Güzel bir yaz günü semtimize, uzun kumral sakallı, güler yüzlü, sempatik, zeki bir hoca, Nimetullah Hoca Efendi geldi. Diyanet teşkilatında resmen görevli değildi; ülke ülke, şehir şehir gezip her türlü topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Çok değişik fikirleri, orijinal bir kişiliği vardı; görgülü ve tecrübeliydi. Çok girişken ve çalışkandı; güçlüklerden yılmıyor, yolundan dönmüyordu. Tatlı konuşuyor, zevkle dinleniyor, karşısındakinin hemen ilgisini ve sevgisini kazanıyordu.

 

Sabah namazımızı onunla birlikte, aşağıdaki eski köye yapılmış camide kılmış, avluya çıkmıştık. O misafir Nimetullah Hoca Efendi bize sordu:

“—Sizin mahallede cami yok mu?”

“—Maalesef yok, her türlü sosyal ihtiyaç düşünülmüş, ama planda cami yeri ayrılmamış.” diye cevap verdik.

Hoca efendi gayet sakin ve kararlı:

“—O halde hemen bugün yapalım!” deyiverdi.

Biz şaşırdık, tebessüm ettik, bu iş o kadar basit ve kolay mıydı! Mahallede hiç boş arsa olmadığını izah ettik, o diretti:

“—Madem ki evleriniz bahçeli imiş o takdirde biz de camiyi sizin bahçelerinizden birine kurarız!” dedi.

Belediye elbet böyle plansız, düzensiz bir yapıya izin veremezdi; ama o buna aldırmıyor,

“—Siz bana bir bahçe gösterin, gerisi gelir.” diyordu.

Ben düşündüm, güzel bir fikirdi. Bizim hiç hatırımıza gelmemişti.

“—Pekâlâ, bizim evin bahçesine gelin, yapalım!” dedim.

 

Rahmetli bir dost itiraz etti:

“—Sizin ev aşağıda ve kenarda, biraz daha ortalarda olmalı!” dedi.

Sonunda değerli bir komşunun evi uygun bulundu; bahçe müsait değildi, ama evin altında mescid olabilecek geniş bir bodrumu vardı, orası boşaltılıp sıvanır düzenlenebilirdi.

Biz, "Olur, inşaallah önümüzdeki günlerde hazır ederiz." diye düşünürken, Hoca efendi:

“—Hayır hemen şimdi yapmalıyız, hayırlı iş tehir edilmez!” demesin mi!

 

Uzatmayayım herkes battaniyeler getirdi, sararmış otların üzerinde sokak kenarındaki düz ön bahçeye serdi. Orası yazlık açık hava mescidimiz oluverdi. Hoca efendi elini kulağına koydu, çok tatlı bir eda ve seda ile öğle ezanını okudu. Yakın evlerin pencereleri açılıyor, herkes hayretle bizlere bakıyordu. Önümüze mahallenin küçüklü büyüklü çocukları da birikmiş merakla bizleri seyrediyorlardı. Belki içlerinde hiç cami, cemaat görmemiş, ezan, Kur'an duymamış, olanları vardı. Hoca efendi onlarla ahbaplık kurmağa başlamıştı:

“—Uzak durmayın, haydi abdest alın, siz de gelin!” diyordu.

Çekinip tereddüt edenlere:

“—Cennette kuşlar gibi pır pır havalarda uçabileceksiniz, ne hoş değil mi, istemez misiniz?”

"—Haydi nazlanmayın, gelin!" diyor; iltifatlar ediyor, onları güldürüp, kendisine ısındırıyordu. Onlar herhalde şimdiye kadar hiç böyle bir hoca efendi görmemişlerdir.

Kısa zamanda açık hava mescidimiz, bir bayram yerine dönmüş, çocuklar için bir açık hava okulu haline gelivermişti.

 

Hoca efendi akşama kadar onlara Cennet'in anahtarı olan "Lâ ilâhe illa'llàh"ı ve kendileri için Cennet içinde dört duvarlı, çatılı, sevimli bir ev yapmayı öğretmiş bulunuyordu.

 

Çocuklar akşam eve dönerken, onlara şöyle tenbih ediyordu:“—Çocuklar, “Lâ ilâhe illallah” sözü cennetin anahtarıdır. Bu cennet anahtarlarını alınız, ceplerinize doldurunuz; anne, baba, kardeş ve daha başka sevdiklerinize de bu anahtarlardan birer tane veriniz ki onlar da Cennet'in kapalı kapılarını açsın, sonsuz güzellikteki Cennet bahçelerine girsin!” diyordu.

 

Hakikaten duyduk ki, mahallenin çocukları, evine koşan, çocukluk duygusuyla sevine sevine, “Al anne, sana cennetin anahtarı! Al ağabey, sana cennetin anahtarı...” diye hepsine Lâ ilàhe illa’llàh dağıtmışlar. Evlerinde çok güzel bir hava oluşmuş. (Gül Çocuk, Sayı:3. /12.04.1981, İskenderpaşa Camii, Hadis Dersi.)

 

Onunla bir hacc vazifesi sırasında tanışan Dr.Selçuk Engin, “Gizemli Bir Dervişe Penceremden Tanıklığım” başlıklı yazısında Ondan şöyle bahsediyor: Yüce Rabbim, 2000 senesinin Hac mevsiminde Hicaz’da olma saadetine eriştirdi. Sanırım o sene Haccı ekber’e tevafuk etmişti. Ama daha önemlisi, o Hac yolculuğu boyunca tanışma nimetine eriştiğim şifalı insanlar ömür boyu benliğimde iz bırakacaklardı.

 

O yıl hacda bir kuruluşta sağlık görevlisiydim. Mekke'de başlayan gruptaydık ve yoğun çalışıyor, mesai ve nöbet bölüşümleri konusunda sık sık sürtüşme yaşıyorduk. Medine grubu kısa bir süre için aramıza katıldığında bir doktor ağabeyle tanıştık. O geldikten sonra birden bir muhabbet havası hakim olmuş, herkes birbirinin nöbet saatlerinde yardıma gelmeye başlamıştı.

Doktor Mehmet Ali Ağabeyi bir gün  ziyaretine gelen uzun beyaz kıyafetleri, upuzun beyaz sakalları, bol bol gülümseyen yüzü ve her zaman olumlu yaklaşımlarıyla ilk görüşten itibaren sıra dışı bir şahsiyetle karşı karşıya olduğumuzu hissettiren amca. Diğer yandan da alabildiğine silik birisi gibi sessiz, sakin ve mütevazi bir hali vardı. Az konuşuyordu. Kendisinden nadiren bahsederdi. Yeni tanıştığınızda bile yanında son derece rahat davranırdınız.

Unutamayacağım diğer bir şey de, her zaman ve zemini tebliğ vasatı haline getirmesiydi. Kendisinden bahsetmez, bahsederse de kınardı ama girdiği ortama göre bir nasihat ve irşad konusu bulur ve, odanın veya salonun boyutlarına göre her oktava çıkabilen sedasıyla herkesin duyacağı şekilde nasihat ederdi.

Kliniğimize girerken bekleyen hastalara hastalığın, hele hacda hastalanmanın nasıl bir nimet olduğunu, sabrın faziletlerini kısa bir konuşmayla anlatıverir, bir vesileyle kendisine yemek ikram etmek için yemekhaneye gittiğimizde bütün yemekhaneye selam verip sonra da nimetin şükrüyle ilgili kısa bir nasihat verirdi. Müjdeleyici yönü bariz olarak ağır basıyordu.

O hacda beraberliğimiz devam etti, sonraki yıllarda da hacca gittiğim zamanlarda onu gerek Haremi şerif'te, gerekse Mescidi Nebevi'de belirli yerinde bulmak mümkün olduğundan kolayca karşılaşırdık. Beni arkadaşlarıyla tanıştırırdı, her renk ve milletten.

Nimetullah hoca efendi “ben pek okuyamam, pek yazamam, dil pek bilmem” der, bunu –Hicaz’da senelerce imamlık yapan birisi olarak- ciddi bir şekilde söylerdi ama böyle beynelmilel dostlukları vardı.

Pakistan'dan hocalara “bu benim doktorum, dizlerim için tedavi veriyor” dediğinde gülerek takıldılar, meğerse “seni genç taylar gibi yapar artık” demişler.

Bir seferinde Türkiye'ye geldiğinde gelen geçen herkese selam veriyordu, hatta arabayla mahalle arasında bir yere giderken pencereyi açarak yanından geçtiğimiz insanlara da selam veriyordu. Bu bana ibret oldu ve ben de bir süre yolda insanlara selam verdim, gördüm ki dış görünüşünden hiç ummayacağınız insanlar da selamı alıyorlar. O zaman için bu ders, kalbi bir hastalığıma şifa olmuştu. “Bu bir nimettir, insanları mahrum bırakmamak lazım. Avrupa’da birisi tek bir selam sonrasında Müslüman oldu” demişti.

Selam demişken, bir dönem telefonunu açarken o gür ve tok sesiyle “Selamun aleykum bima sabertum ve ni'me ukbeddâr” veya sonuna “tıbtum, feddhulûhâ halidîn”, “ve ni'me ecrul âmilîn” gibi cennetliklere meleklerin hitabı olan kelimelerle selam verir, insanı o günlük koşuşturma içinde dahi adeta başka alemlere misafir ederdi.

Ayasofya'nın ibadete açılması için büyük bir sabah namazı organizasyonu yapılmıştı.O mahşeri kalabalıkta bile onu gördüm ya, herhalde herkes bir ara görmüştür zannediyorum. Bir ara filmlerden fırlamış gibi otantik kıyafetler içerisinde birkaç dervişle karşılaştı.O sabah onlara son derece ciddi bir ifade ile “Siz hangi bahçenin gülüsünüz derler” demişti. Bu hoş anı da hafızama kazınmıştı.

Bir umre dönüşü beni Üsküdar'da bir dergâha çağırdı, gittim. “Sen şimdi günahlarından temizlenmişsindir, beraber dua edelim” dedi. Bizim gibiler kazandıklarını henüz oradayken kaybetmeye başlamasa dönüş yolunda hatalara başlıyorlar oysa. Buna karşın bu olay bana, Nimetullah hoca’nın insanlara hüsnü zannı ve ayrıca hayra olan iştiyakının derecesini göstermiş oldu.

Hiç şaka yaptığını hatırlamam, hatta vefatından sonra anılarımı yazmaya oturunca fark ettim ki dua, irşad, tebliğ, nasihat dışında hiç konuştuğuna şahit olmamışım. Ta ki birisi bir şey sorana kadar, onların dahi hepsine cevap vermeyip sükut ettiği olurdu. Herhalde bu söylediğinde de ciddi idi. İnsanları kötü alışkanlıklarından kurtulmaya ikna etme konusunda hırsı vardı. Bu konuda kendinden değil, ama başkalarından menkul bir şöhret sahibiydi de.

Dünya konusunda ise kalenderdi. Entari ve çıplak ayaklarına giydiği sandaletlerle kıtalararası dolaşırdı. Ayakkabı hediye etseler de bir dahaki gelişinde ayaklarında göremezdiniz. İnsanlardan saygı beklemez, herkese eşit davranır, saygısızlık edene de tavrı değişmezdi.

Türkiye'ye geldiği zamanlar İstanbul'da bolca akrabaları olduğu halde bu şekilde ilginç yerlerde kalır, sorulunca “Burada vazife verdiler” derdi. Bir keresinde Okçular Tekkesi'nde de kalmıştı. Orada bir sohbetine katılma imkânım da olmuştu. Metni görsel olarak da sunmak için, powerpoint sunumu yapacaktı.Ama sistem açılmadı bir süre. Yine gayet ciddi bir şekilde “Olsun, birbirimize bakmak da sevap” deyişini unutamıyorum. Yine kimseden çıt çıkmadı, ama kısa süre sonra sistem çalıştı. Hoca efendi de “Rabbinizden istiğfar edin, hakikaten o çok bağışlayandır” mealindeki ayeti kerime ve devamında istiğfarla gelen nimetleri (Nuh suresi, 10-12) tefsir ederek adeta zihnimize kazıdı o gün.

Hoca efendinin kalp, tansiyon ve şeker hastalığı vardı. Göz ve prostat sorunları da cabası. Onu tanıyan doktorlar hastalıklarıyla kendisinden çok daha fazla ilgilenirlerdi. Bir keresinde yurt dışına da gideceği için uzun süre yetecek ilaç tedarik etmiştik, sonradan öğrendiğime göre ihtiyaç sahibi birisine vermiş. İlaçlarını kullanma ve perhiz yapma konusunda sıkıştırdığımızda haklı olduğumuzu, adam olamadığını, kendisine bakamadığını, iradesine sahip olamadığını söylerdi. Yalnız her zaman yardımına koşacak birisi bulunurdu.

Sıkışık bir zamanda bizde yapılamayan tetkikler için başka bir hastaneye göndermiş, bir taraftan da o hengâmede yaşlı hocamız işlerini nasıl halledecek diye üzülmüştüm. Yanında el pençe divan duran bir adamla geldi, hepsini halletmişler. Bu kimdir diye sorduğumda kendi oğlundan bahsedercesine doğal olarak “Hizmet ediyor” demişti. O kişi o hastanenin yakınlarında dükkanı olan bir kuyumcu idi. İşi gücü bırakıp o gün hoca efendinin işlerine yardımcı olmak için peşine takılmıştı. Bir süre sonra artık bu şaşırtıcı hallere alışacaktım.

Aile sağlığı merkezinde çalıştığım dönemde yine tahliller için misafir etmiştim. Orada işim zaten yoğundu. Ama o gün nasıl yoğunluk olduysa, tahlillerini istemek dışında kendisiyle pek ilgilenemedim. O gün doktor olan oğlum da ziyaretime gelmişti. Odamda ben hastaları alır, işlerini görürken hocam beni kendi halime bırakıp uzun uzun oğlumla sohbet etti ama neler dediğine kulak verme şansım olmadı. Yalnız bir ara ayağa kalktı, oğlumu da ayağa kaldırdı, her tarafını sıvazlarcasına uzaktan ellerini aşağı yukarı hareket ettirerek “Benim velim, Kitab'ı indiren Allah'tır ve O ancak salihleri dost edinir” mealindeki ayeti kerimeyi (A'raf suresi, 196) okudu. Ben o kadar meşguldüm ki bu kadarını algılayabildim.

Bir kongre için Malezya'ya gidecektim. Birkaç gün öncesinde beni bir vesile ile aradı. Kuala Lumpur'a gideceğimi söylediğimde, bana orada bir mescidin adresini verdi (Sri Petaling), oradakilerle tanışmamı salık verdi. Onlar da Nimetullah hocanın adını verdiğimde beni misafir ettiler.

Japonya’daki çalışmalarına çok önem verirdi. Yılın çoğunda oradaydı.“Japonya İslamlaşacak, o zaman Dünyaya da örnek olacak” derdi. Sağlık sorunları Japonya'daki faaliyetlerini yürütmeye engel hale geldiğinde artık tamamen Türkiye'de mukim olmuştu.

Yine de ben fazla görüşemiyordum kendisi ile.Bazı işadamı ağabeyler her türlü sağlık sorununu takip ediyor ve gerektikçe benden veya başka doktorlardan yardım istiyorlardı. Hocamızın kalp, tansiyon ve şeker hastalıklarına metastatik kanser de eklenmişti. Beyin ve akciğerde metastazları vardı. Hafızasını kaybettiği dönemde bir ziyaretimde o ağzı dualı ve müjdeleyici tutumunu hiç yitirmediğini görmek beni duygulandırmıştı. Demek ki bunlar beyin işlevlerinden bağımsız hale gelmişti hocaefendide.

Yatağa bağımlı hale geldiğinde, kimseyi tanımaz olduğunda bile hiç huysuzluk, uyumsuzluk göstermeden hastalığını çekti. Sonunda, bu dünyadan ömrü boyunca “Ben talebeyim” diyen bir hoca efendi de göçmüş oldu. (kutupyildizidernegi.org.tr)

Nimetullah Hocanın uzun süre hizmetinde bulunan İşadamı Ömer Faruk Ocakzade Ondan şöyle bahsediyor: Nimetullah Hocamızla yıllar önce Türkiye'de tanışmıştık. Daha sonra Mekke'de görüşüp misafiri olduk, hocamızın, Medine-i Münevver’de birlikte bulunduk. Cebeli Nur'daki evinde defalarca misafiri olduk. Çok sayıda dostu ile bizi orada tanıştırdı. Seyitler Mahallesi'nde, Ehl-i Beyt‘ten güzel insanlara birlikte misafir olduk. 

Cebeli Nur Dağı'na çıktık ve çıkışın nasıl olduğunu gördük ve bir proje hazırladık. Yaklaşık olarak ölçtüğümüz mesafeyi (2000 metre gibi tasavvur edip) buraya gidip gelmek için bir teleferik projesi yaparak, Mekke'yi Mükerreme belediyesine hediye edelim istedik. Projemizi hocamıza iyice izah ettik. Mekke Belediyesi'ne projeyi hocamız götürdü verdi, çok da uğraştı, olumlu görüşler aldı. Ne var ki belediye olumsuz cevap verince, beraber üzülmüştük.

Başka bir zaman Hocamız bizi babası İbrahim amca ile bizi tanıştırdı ve cenneti Mualla’da Onun misafirhanesinde bizi misafir ettiler. Harem'e yürüyerek giderdik. 3+1 büyükçe eşyalı bir daire idi. İbrahim amca emekli, güler yüzlü, salih bir hoca amca idi. Onda da ümmetin derdi vardı. Cihat şuuru vardı, davet şuuru ve dervişlik vardı. Sivaslı İhramcı-zade İsmail Hakkı (Toprak) Efendi'ye intisabı olduğunu söylemişti.

1975 yılından beri yakın dostluk edip çok kere davetlere beraber giderdik.Hocamız, dünyanın İslamlaşmasını istiyordu. Hedefi İslamı herkese ulaştırmaktı.Japonya başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde İslamı yaymak için bulunmuş olmasına rağmen, “Ulaştıramadım” diye zaman zaman ağlardı..

Nimetullah Hoca tebliğ cazibesine sahip bir insandı. Bir kandil gecesi Ümraniye’de araçtan inerek “İşte ben müşterilerimi buldum” deyip bira içen 5-6 gence “Hem sağlığınızı, hem dünyanızı, hem ahiretinizi kaybetmeyin.Gelin bundan vazgeçin” demiş.O kişilerin de ona saygıyla davranmışlardı.

Nimetullah Hoca Urduca ve Arapça’yı çok iyi bilirdi. Suudi Arabistan'da Urduca tam 8 saat ayakta vaaz etmişti. Bir defasında da 6 saat ayakta Arapça vaaz etmişti.  Suudi Arabistan'da 33 yıl, Japonya'da 20 yıl, Filipinlerde 3 yıl kalmış ve tebliğ ve irşat faaliyetleri yapmıştı. Mehmed Zahid Efendi  ona “Evladım Nimetullah! Sen Japonya'nın islamlaştırılması için çalışmalar yap” Deyince bu vesileyle Japonya'ya gitmişti. Mekânı cennet olsun….

Onu vefatından önce hastanede ziyaretine gitmiştim. “46 yıllık arkadaşım, kardeşim, vefalı dostum!” diye iltifat edip yanındakilere tanıtmıştı bendenizi, ağlayarak….

Sonra şöyle devam etmişti: 46 yıl oldu. Bazı zamanlar ben uzaklaştım ama bu kardeşim vefalı olup beni bırakmadı. Çok yere beraber gittik, çok davete beraber çıktık, çok sofra da beraber yedik, evinde çok misafir olduk. Çocukları bizim torunlarımız oldu” diye anlatmıştı.

Nimetullah Hoca ile ilgili  İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde bir çalışma icra eden Sümeyra Boyalık Ondan şöyle bahsediyor: Nimetullah Hoca da Hakka davetin gerekliliğini kavramış, daveti görev bilmenin ötesinde bunu  meleke haline getirmiş bir modern zamane dervişidir.

Hoca, peygamberi usule önem vermiş, hem yaşantısında hem anlatımlarında sünnet vurgusunu çokça yapmıştır. Peygamberin mücadele metodundan referans almayan hiçbir çalışma şeklinin meşru olamadığı bilinciyle hareket etmiştir. Kuşatıcı, hoş, tatlı üslubun hakim olduğu davetin insanlar üzerinde etkisi büyüktür.

Nefret dilinin ise  kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Nimetullah Hoca bunu bilir; davetinin dilini gönül dili, sevgi dili olarak şekillendirirdi.

Nimetullah Hoca’nın davetinin temel noktası Kelime-i Tevhid’dir. Farklı dillerde La İlahe İllallah'ın yazılı olduğu  kartvizitlerden cebinde taşır, muhatabına   Tevhidi söyletir ve okuyan herkesin müslüman olduğunu söyler. İsimlerini Ayşe Fatma Hatice, Ebubekir Ömer Osman Ali gibi Müslüman isimleri  koyardı. Bu kimseler bu olaydan  sonra İslam'ı merak eder ve kartvizitte numarası olan İslam merkezini arar bilgi alırlardı. Bu şekilde yüzlerce kişi Müslüman olmuştu

Japonya’da tebliğ faaliyetleri ile geçirdiği gündüzlerin gecelerinde ise Tokyo’daki diğer camileri gezer, yol masrafını cebinden karşılayarak birçok şahsı Tokyo Merkez Camii’ne sabah namazına getirirdi. Japonya İslam Merkezi ona bir kuruş dahi ödeyemediği halde kendi imkânlarıyla bu hizmetleri gerçekleştirmiştir. 

20 yıl boyunca Nimetullah Hoca ile beraber Japonya ve diğer ülkelerde İslam’ı tebliğ etmeye gayret etmiş ve  Hoca’nın davet usûlüne yakından vâkıf olmuş Salih Samarrai, Nimetullah Hoca’nın devamlı olarak: “Her Müslüman bir şekilde davete niyetlense İslam bütün dünyaya hakim olur.” dediğini söylüyor.

Buradan hareketle Hoca’nın davetinin en temel özelliğinin niyet olduğunu söyleyebiliriz. O her durumda ve  her ortamda İslam'ı anlatmaya, tebliğe niyet etmiş ve önünde kapılar açılmıştır. "Japonya'da 50 cami yaptıracağım." diye niyet ettiği , 401 cami ve mescidi ibadete kazandırdığı, buradaki hutbelerin Japonya'daki bazı televizyon kanallarında naklen yayınlandığı, 100 bin kişinin de kendisinin vesilesiyle Müslüman olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

Nimetullah Hoca şevkini ve ümidini hiç kaybetmeden Allah yolunda var gücüyle çalışmanın, mazeret üretmeden hayırlı işlere koşmanın, her kuldan kendini sorumlu hissetmenin en güzel örneklerinden birisini bizlere bırakarak bu dünyadan geçti. Onun bıraktığı bayrağı yeni gelen davetçilerin devralması ve İslam’ın tüm kıtalara yayılması duasıyla…

Son söz yine Nimetullah Hocamızın olsun: “İnşallah bütün dünya Müslüman olacak, çünkü vakit geldi. İslam`dan başka yollara sapanlar huzursuzluk içinde. İnsanlık arayış içinde. Huzur ve saadetin tek adresi İslam. Rabbim bizi bu yolda daim kılsın.  Amin!”

 https://www.yeniakit.com.tr/           20. 08.2021




Güncel Haberler