Zağra Müftüsünün Hatıraları


Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi

 

(Tercüman 1001 Temel Eser)

 

 

 

YAYINCININ ÖNSÖZÜ

Kültürümüze yeniden kazandırmaya çalıştığımız bu eser, milli acı ve milli kinin eşsiz bir abidesidir.

Yazar, Rusların eski Zağra'ya girmesinden sonra, kasabanın ileri gelenleri ile beraber hükümet konağında hapis olunmuştur. Süleyman Paşa kuvvetlerinin kasabayı kurtarması üzerine serbest kalmış, hicretin başlaması ile de ailesiyle birlikte İstanbul'a göçmüştür. (S 13)

Vaka sırasında sekiz yaşında olan oğlu Necmi Raci Bey ise kitabı ancak İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra, 1910 yılında bildi ki, bu sırada yazar ihtimal ki yıllar önce vefat etmiş bulunuyordu. Eser, askeri harekata dair olan bahislerinde tarafsız değildir. (S 14)

Bütün harp boyunca gerek Anadolu ve gerek Rumeli cephesinde kumandanlar birbirlerini çekemediklerinden, emir dinlememiş ve müştereken hareket etmemişlerdir. Vazifelerini yapsalardı Rusyalı, Tuna'dan geçemezdi. Esasen bunu bilen Ruslar, yalnız Tuna'yı geçebilmek için 50 bin asker feda etmeyi göze almışlardı. (S 25)

30 Temmuz günü 23 bin asker ve 58 toptan ibaret kuvveti ile Osman Paşa, 50 bin asker ve 184 topluk Rus kuvvetini püskürttü. Ruslar 7 bin ölü bıraktılar. Rus ileri harekatı durdu. Çar, Romanya'dan yardım istedi. “İmdadımıza gel! Türkler bizi mahvediyor! Hristiyanlık davası kaybedilmiştir!”

Plevne'deki 30 bin mevcutlu Türk kuvvetine Ruslar 100 bin asker ve 432 top ile 7 Eylül sabahı hücum ettiler. Dört günlük topçu ateşinden sonra, 11 Eylül günü sabahtan akşama kadar devam eden taarruz, Rusların bozgunuyla sona erdi. 3 General, 350 zabit ve 15 bin nefer kaybettiler.(S 26)

DÜŞMANIN TUNA'YI GEÇİŞİ

1876 yılı Haziran'ın on ikinci günleri, mağrur düşman Tuna'yı geçerek Ziştovi'yi zabt etti. Burayı koruyan askerlerden dört yüz kadar müslümanı al kana boğdu. Ahali ağlayarak, şaşkın ve perişan yollara düşüp dağıldı. Yatak köyü halkını tamamen katliam ettiler. Servi ahalisi dahi Ziştovililerden beter bir halde, ninni ve türkülerle, şefkat kucaklarında beslemekte oldukları, ömürlerinin meyvesi çocuklarını yollara atarak, Şıpka Balkanı'ndan aşıp Kızanlık'a döküldüler. (S 62)

Zamanın ehemmiyeti sebebiyle Edirne'den Yeni Zağra'ya giden taburlar tayın almadan ve aç olarak hareket etmişlerdi. Askerlere yirmi ikişer deste fişek verilmişti. Zaten elbiseleri de iki üç kat idi. Hava ise o gün son derece sıcak olduğundan o dağ parçası yiğitler hazan yaprakları gibi yollara dökülüp kaldılar.Açlık ve susuzluktan pek çoğunun Eski Zağra'ya gelemeyecekleri, yolculardan haber alındı. İslam ve Yahudilerden genç ve dinç olanlar ve bazı ihtiyarca İslam kadınları torbalarla ekmek ve testilerle su yetiştirdiler. Çanta ve tüfeklerini yüklenip taşıdılar. Akşam üzeri güç hal ile Eski Zağra'ya vardılar. Yine de yollarda dökülüp kalanlar bütün gece gelmeye çalıştılar.

Ertesi gün gelecek askeri karşılamaya daha mükemmel şekilde tedarik ve hazırlık görülerek çıkıldı. Hatta Yahudiler bile, araba dolusu ekmek katık, sigara ve fırçalarla su çıkardılar.Tırnova Naibi, Dersaadet'e giderken Zağra ve Kızanlık'tan geçti. Tırnova'nın teslimini, Ziştovi ve Servi ahalisinin düşmandan gördükleri mezalimi yana yakıla anlattı.

Fakat söylediklerine inanılamadı. Kendisinin korkaklığına verildi ve ürkmüş halde bulunduğu için öyle konuştuğu sanıldı. Hicret etmek isteyen ahali hükümet tarafından men edildi, kaçanlar yollardan çevrildi. (S 65)

Hakikaten, barbarlık devirlerinde bile hiçbir zalim devletin yapmadığı gaddarlıklar rivayet  edildiğinden, inanamamakta haklı idik. Ne kadar gafil imişiz.Halbuki Rusya'nın bu seferki maksadı adeta haydut ve eşkıya tarzında bir savaş ve Bulgarlar vasıtasiyle Balkan'ı zapt ve geçmek imiş. Bu anlaşılamamıştı. (S 66)

Kaymakam yeis ve şaşkınlık içinde idi. Hükümet avlusunda silah ve cephane sandıklarını dökük saçık gördüler. Meğer o sabah Rus öncüleri Hayın köyüne çıkarak süvarileri Yeni Zağra ovasında görünmüş. Ahali, Yeni Zağra'yı vuracaklar korkusuyla, çekmecelerindeki paraları bile almaya elleri varamayıp, telaş ile şimendüfere dolmuş.Kumpanya razı olmadığı için, telgrafla istirham olunup izin alınarak, halkın parasız nakline müsaade çıkarılmış ve sabahısı Edirne'ye çekilmişler. (S 67)

ZAĞRA'DA ŞAŞKINLIK

Bulgar hainleri ise müslümanların bu telaş ve perişanlığından istifade edip haz duymakla beraber, onların çıkıp gitmelerini politika ve menfaatlerine de uygun bulmuyorlardı. Müslümanları salıvermeyip, fırsat elverirse hakkıyla intikamlarını almayı düşünüyorlardı. Müslüman ahalinin ayak takımını ve karışıklık isteyen serserileri tahrik için, suret-i haktan gelerek sadakat ve hulus göstererek: “Komşular! Korkmayınız, hiçbir taraftan sizlere zarar gelmez. Hem Moskof buralara gelemez. Gelse bile onun işi devletledir, ahaliye dokunmaz. Nasıl dokunabilir? Hiç devletler bırakırlar mı? Siz giderseniz, evleriniz, mülkleriniz yazık mahv olur! Sonra elinizde bir şey kalmaz. Yeni Zağra ne oldu, işitmediniz mi? Bizi dinleyiniz, kendinize yazık etmeyiniz, bizden size dostluk, oturun gitmeyin” Diyorlardı.Böyle çeşit çeşit teminatlar verip yaltaklanarak pek çoklarını, hatta Emin Paşa ve taraftarlarını kandırıp gitmemek tarafına çevirdiler. (S 69)

Sözün kısası içimizde bu şekilde fitne uyandı, maldan geçilemedi ve neticenin dehşeti bilinemedi. Oturmaya karar verildi. Ve zorba takımı:Her kim gidecek olursa, paralarız! Cevabını diktiler. (71)

Bu durumda, tahkik edip doğru bir haber alabilmek için Yeni Zağra ve Hayın köyü cihetlerine iki kol süvari jandarması gönderilmek lazım geldi. Fakat zabıtanın başı boşluğundan bir nefer bile gönderilemedi. Ahaliden fedai süvari tertibine kalkışıldı, bu da mümkün olmadı. Ve her ne tedbire teşebbüs edildi ise muvaffak olunamadı. Bu acizlik ve tedbirsizlik, korkunç akibeti artık gösteriyordu. Memleketin muhafazasını düşünen olmadığından ahali dümeni kırık gemi gibi orsa boca gitmekte idi. (S 73)

Şıpka istihkamlarına gitmek üzere yüz yirmi nefer topçu ile gelmiş olan bir adet top, cephanesi olmadığından, Zağra'da durmasından bir fayda görülmeyerek Şıpka'ya gönderilmek istendi. (S 75)

Top ve topçularla bu derinti asker Derbend köyü sırtlarında düşmanın evvelce pusuya yatırdığı bir miktar askerin ateşine maruz kalmışlar. Böyle gaflet içinde iken taarruza uğrayıp birkaç şehit ve üç beş yaralı verilince topçu yüzbaşısı kaçmış ve askeri de dağılmaya yüz tutmuş. Top ve mühimmat arabaları bile zabt olunmak tehlikesine düşmüşken Eski Zağra'nın Aladağlı köyünden Abdülkadir Efendi yanındaki iki Çerkes ve bir şehirli delikanlı ile sebat ve cesaret göstermiş. Topu, bir şehidi, yaralıları ve mühimmat arabalarını kurtarıp akşam ezanına yakın kasabaya getirdiler.

Topçu yüzbaşısı pek baygın bir halde olduğundan, başına dökülen üç kova su ile ancak aklı başına gelebildi. Ve Topu ve mühimmatı ben kurtardım.» Diye, utanmadan çektiği telgrafa taltif ve takdir ile cevap geldi. (S 76)

Garip şey ki, ahali o gün miri silahlarla donatılarak yirmişer deste fişek verilmişti. Halbuki ekserisine fişekler uymayıp kapsül ise ancak beşer altışar tane verilebildi. Daha fazlasını temin de mümkün olamadı. Çırpan yahut Edirne'den getirtmek de şaşkınlıkla kimsenin aklına gelmedi. Bunlar hep acizlik eserleridir.

Bu silahlar Edirne'den Kızanlık ahalisi için gönderilmişti. Fakat yollarda emniyet kalmadığından daha doğrusu bir memur bulunmadığından, bir takımı Yeni Zağra'da ve bin sekiz yüz kadarı da Eski Zağra'da kalmıştı. Bunların bir kısmı eski şeşhanelerden, bir kısmı da kapsüllü tüfeklerden olduğundan kapsül ve fişek uymaması tabii olup sevk memurlarının beceriksizliği idi. (S 77)                                      

Top arabalarını çekmek için kasabadan tedarik edilen hayvanlar işe yaramadığı ve mermiler ise birkaç atımdan ibaret bulunduğu için Karadere'de dahi müdafaa mümkün olamadı. (S 81)

Böyle zamanlarda pek çok hafiye ve casus bulundurup, hiç olmazsa içimizde bulunan Bulgarlar'ın niyet ve fikirlerine vakıf olmak lazım gelirdi.

Aksine, Rus'un kılavuz ve casusları olan Bulgarlar daim içimizde gezip yüreklerimizin en gizli köşelerindeki esrara vakıf olarak hareketlerimizi teferruatiyle düşmana bildirirlerdi. Davetçileri ve ateşli feryatnameleri Kızanlık'taki Gurko'ya gidip gelirdi. Bir takım yabancı Bulgarlar ise kasabanın sokaklarını ve etraftaki tepe ve hendekleri dolaşırlardı.Bir taraftan da müslümanlara edilen zulüm iftiralarını, garazkar muhabirler, gazeteler vasıtasıyla Avrupa'ya yayarak bütün milletleri aleyhimize tahrik ediyorlardı... (S 86)

Ama Rusya devletinin katil ve yağma gibi medeniyete sığmaz zulüm ve yolsuzluklar yapmasına, Düvel-i Muazzama'nın müsaade etmeleri imkansız sayılıyordu.Hey hat!Halbuki Rus Çarı ve kumandanları, resmi nutuk ve beyanlarında, bu muharebeye «Din ve Haçlı Savaşı» adını veriyor ve bütün Hristiyanları İslam alemi üzerine tahrik ve teşvik ediyorlardı. (S 88)

RUSLARIN KIZANLIK’I İŞGALİ

Osmanlı askeri Kızanlık'a geçerken Yahudiler ekmek ve sularla asakir-i şahaneyi karşılamış ve güzelce hizmet eyliyerek sadakat göstermişlerdi. Bulgarların ise kin ve gazapları yüzlerinden belli olmakta bulunmuştu.

Hatta o zaman bazı genç Bulgarlar, Yahudilere:- Rus geldiği vakit de askerini böyle karşılayacak mısınız?»Demişler.Yahudiler de maskaralıkla cevap ve karşılık vermişler imiş ...

Hiç umulmadığı halde Rusların Zağra'ya gelmeleri üzerine, canlarını korumak niyetiyle bir hayli Yahudi, Rusları da sularla karşılamışlar.

Bulgarlar ise onları kötü duruma düşürmek için:« - Yahudiler sulara zehir ve sıçan otu katıp zehirlemişlerdir, kimse sularını içmesin!,.Diye Rus askerlerine tenbih etmişler.

Rus askerleri birkaç gün İslam ve Yahudi mahallelerindeki çeşmelerden su içmediler.

Hatta:«- Yahudiler, Moskof ve Bulgarları zehirlemek için su haznelerine iki çuval zehir döktüler!» Diye Amerika gazetelerinde yalan haberler neşrettikleri sonradan öğrenildi. (S 90)

Ruslar Eski cami-i şerifi soyup, kandillerini kırdılar, büyük mumları dışarı attılar, kilim, eşya vesairesini aldılar.Minber kapısı ve mahfil trabzapları tahrip olundu. İnsan ve hayvan pislikleriyle müminlerin secdegahı telvis edildi ve Kazakların atlarına ahır yapıldı.Kuran-ı Kerim ve cüzleri parça parça edilerek ayaklar altına atıldı. Vallahu azizün züntikaam! Hey gidi medeniyet ve insaniyet yayıcısı koca Moskof hey!.

Minarelerden bütün gün edepsizler bağrışır, Ezan-i Muhammed'iyi -haşa- alaya alır ve İslamiyet'e hakaret ederlerdi. Müslümanları gözler, toplu gördükleri yere kurşun atarlar, kalabalık evlere hücum edip yağma ederlerdi.

İkinci istiladan sonra bu cami minaresini, Bulgar hainleri barutla kubbesi üzerine yıktılar. Büyük kubbelerin kenarlarını tahrip ettiler. Bir zaman da kilise olarak kullandılarsa da bir gün ayin yaparken papaz çarpılıp ölünce terkettiler. Cephanelik yaptılar.

O gün saraç ve kavaf dükkanları yağma edildiği gibi, akşam ezanından dört saat sonra gece vakti de kadın ve çocukları çarşıya dökülerek müslüman ve yahudi mağaza ve dükkanlarını yağmaladılar. (S 93)

Emin Paşa kasabada zengin ve itibarlı idi. Bulgarlarla arası iyi olup, onları kayıran bir kimseydi. Bir ay önce ise mirlivalık rütbesi ile taltif olunmuştu. Bu sebeple hatırı gözetilir ve konağına taarruz olunmaz diye tahmin edilirdi. Heyhat! (S 95)

Devlet ve millet hizmetinde kullanılmak üzere istiladan önce bütün kasabada sekiz on beygir bulunamamış iken, Moskof istilasında yedi yüzden fazla binek ve araba hayvanı toplandı.

Dosttan esirgenenleri düşman cebren ve kahren aldı. «İbret alın, ey basiret sahipleri!» ?

Eşrafı ve müslüman halkı, evvelce teminat vererek hicretten alıkoyanlar ve:- Kılımıza zarar gelirse, bizi asınız! Diyen itibarlılardan Hacı Gospodin, Minçu ve Hacı Andon çorbacılar bu hadise üzerine çağırılıp, Emin Paşa'nın konağına geldiler.

Kendilerine:- Hacı ağalar, hani ya bu fenalıklar olmayacaktı! Mani olmaya niçin çalışmıyorsunuz? Sözünüz böylemi idi?»

Denilince:-- Ne yapalım, elimizde ne var? İş bizde değil, fenaların önü alınmıyor. Hem bunların kanununda bir kasaba alınınca, yirmi dört saat yağma etmek varmış. Biz bilmiyorduk. Yine çalışıyoruz, korkmayın, artık bir şey olmaz!» Dediler. (S 97)

General ise ara sıra Bulgarlara tekdir edermiş gibi, mülayemetle:-- Eza etmeyin künaftır (günahtır)!Derdi.

Bu general, Rus kahramanı ve müslüman düşmanı General Skobelef idi.

O vakit intikamcı askerinin kumandanı ve kasabanın muhafızı bulunuyordu. Türkistan'da Türkmenleri tenkil ile de uğraştığından Türkçe biliyordu. (S 102)

Zağra'nın istilası üzerine intikamcı ve yağmacı Bulgarlar, Yaka Boyu'ndaki Hriste, Külbe, Bükülmük,Hızır Bey Canbazören köylerine yürüyüp para umdukları zengince müslümanları işkencelerle öldürüp, kadın çocuk demeyip ele geçenleri katliam eylediler! Kurtulabilenler ise çırıl çıplak Zağra'ya can atabilmiştir.Bükülmük Bulgarları, yüz iki müslümanı bir samanlığa doldurup yaktılar. İçlerinden dört tanesi yaralı olarak kaçıp Yeni Zağra'ya Rauf Paşa'ya çıkmışlar. Zulümden şikayet edip hallerini bildirmişlerse de benzerleri gibi bunlar da tekdir olunarak hapsedilmişlerdir.

İşte bu köylülerden, kılıç artığı müslümanları, birçok serseri, ellerinde bıçaklarla aralarına alarak, hükümet konağına doldurup yalın ayak ve başı kabak güneş altında, Kazak atları arasında saatlerce tuttuktan sonra hapse atarlardı.Birkaç gün sonra ellerine bir kağıt (idam ilamı!) ve yanlarına bir zabıta neferi (cellat!) verilerek: Haydi gidin, işinize bakın ...Diyerek yollanırlar, kasaba dışına çıkarılınca kolları bağlanıp öldürülürlerdi.Evlere girmek, adam öldürmek, o derece arttı ki, sokaklara çıkılmaz ve yalnız evlerde durulamaz oldu. (S 109)

Azgın Bulgarlar ise, kuduz canavarlar gibi İslam mahallelerine saldırıp müslümanların onar, on beşerini birden hanelerinden kaldırıyor, kollarını bağlayarak, kasaba kenarında küskülerle, bıçaklarla gaddarca öldürüyorlardı.Kimse sokağa çıkmasın, öldürürüz! Dedikleri için şikayete de kimse gelemez olmuştu. Hapiste tutulan müslümanlardan yedi kişiyi seçerek, müslümanları korkutmak için Eski Cami-i Şerif önü ve Debbağhane gibi yol üstü yerlerde astılar!  (S 120)

Ruslar Balkan'ı geçmekte iken, memuriyet yerlerini terk etmemeleri, Balkan havalisindeki memurlara telgrafla emr olunmuştu.Böyle olduğu halde Çırpan Kaymakamı, istifasının kabülünü beklemeyerek kaçmış ve Yeni Zağra kaymakamı da gitmişti.Eski Zağra istila olunduktan sonra, yağmacı Bulgarlar, Kazak kıyafetinde Çırpan civarındaki İslam köyleri ile çiftliklerini yağma edip yakmaya başlamışlardı. (S 121)

BULGAR MEZALİMİ

Eski Zağra kazasının Bükülmük köyü müslüman ahalisinden iki yüz on iki kişi katl olundu!

Katliam şöyle olmuştur: Zahire taciri Yanko (*) adında bir habis Zağra'nın istilasından sonra kendisine Rus zabıtası süsü vererek arkasına aldığı yağmacı ve intikamcı Bulgar haşaratıyla Müslümanları mahvetmek için Bükülmük' e gelmiş. Bulgarlar müslümanları köy altına, yola, Yanko'nun karşısına çıkarmışlar.Bunlar üç gün mahpus tutulduktan sonra, dördüncü gün samanlığın etrafına çalı çırpı yığılarak gazla ıslatılmış. Müslümanlar hali anlayarak derhal samanlık kapısını zorla açıp dışarı fırlamışlarsa da, samanlığın etrafını sarmış olan silahlı beşyüz Bulgar asileri bunlara ateş açarak birkaçını öldürmüş ve çoğunu yaralamışlar.Yaralıları ve dışarı çıkanları tekrar samanlığa doldurup her taraftan ateşe vermişler. Biçareler feryatlar ederek birbirlerine sarmaşıp helalleşerek cayır cayır yanmışlar! Bu sırada Bulgar mel'unları ise gayda çalarak hora oynar ve Kebap pişiriyoruz! Diyerek gülerlermiş. (S 170)

Cami ve mektebe hapsedilen erkeklerle, kadın ve çocuklardan yüz on kişi de türlü işkencelerle öldürüldü.Hızır Bey, Külbe, Canbazören, Hriste, Çoranlı köyleri müslüman halkı hep katliam edildiler. Ve Hacı Ali'yi kendi çobanları gazla sakalından tutuşturup yaktılar. Çoranlı köyünde yetmiş iki müslümanı bir harman içinde kolları bağlı olarak, hepsini birden öldürdüler. (S 171)

Evvela -müslümanlara kendilerinin mezarı demek olan- bir büyük kuyu kazdırdıktan sonra hepsini öldürüp o kuyuya doldurdular!Bu kuyu, Şıpka'nın doğu tarafındaki iki öyüğün arasındadır. Tepede, Şıpka istihkamlarının civarında orman içinde onikimüslümanı daha ateşe yaktılar. Birtakım aileleri ise kapılarını çivileyerek, evleriyle birlikte yaktılar.Aşağı Sarıhanlı'dan da yetmiş kişi katl olundu. Osmanlı askeri Şıpka'da iken İngiltere'nin Edirne konsolosu Mösyö Blont burasını gezip, beraberindeki gazete muhabirlerine göstermiştir. Bulgarların müslüman vatandaşları hakkında reva gördükleri mezalimin burada ancak yüzde onu yazılabilmiştir. (S 176-177)

KURTULUŞ VE HİCRETİN BAŞLAMASI

Keşif ve tahkikat gibi mühim bir hizmetin tecrübeli, harp görmüş ve en cesur adamlara verilmesi, böyle kimselerin seçilip tayin olunması elzemdir. Ama ne çare ki bu muharebede öyle işbilir fedakarlar azdı.Bulgarlar ise aksine, tebdil-i kıyafetle ordu ve askerlerimizin içinde haftalarca kalır, kuvvet ve fikirlerimizi tahkik edip düşmana bildirirlerdi. Böyle verilmiş mükemmel malumat sebebiyle düşman, Rauf Paşa'yı Çoranlı korusunda abluka edercesine meşgul ederek, Süleyman Paşa kuvvetiyle birleşmesine mani oldu ve birlikte Zağra'ya hücum etmelerini önledi. (S 134)

Ordumuz en nihayetinde kasabaya girince üç yüz kadar düşman Yeni Kilise'ye sığınarak teslim olmamakta inat ettiler. Nasihat etmeye gidenlere kurşunla mukabele edip, kuvvetlerine güvendiler. İslam askeri mecburen top danesi ile hepsini telef etti. Geri kalan bu gibi muhalifler de temizlendiler. Bu kilisede, anlatıldığı şekilde telef olanların kemikleri yakın zamana kadar konsolos ve sair ecnebilerden Zağra'ya gelenlere gösterilir, Türklerin barbarlığına şahit tutulur idi...Halbuki kendi halinde ve hanesinde oturan, katiyen karşı koymaya hazırlanmayıp tamamen teslim olan müslümanlar ve bilhassa çocuklar, şehrin kenarında, vahşiyane sopalarla öldürülüp cesetleri kuyulara istif edildi. Her şeyden el çekmiş yatan mevtalarımızın, beş yüz senelik mezar taşlarını kırıp kemiklerini kazıp çıkardılar. İbadethanelerimize hakaret edip, taassup ve hırçınlıklarından on dört minare ve cami yıktılar.

Bütün bu yaptıklarını hilekar Bulgarlar sakladılar. Konsolos cenapları da galiba böyle şeyleri görmeye ve öğrenmeye tenezzül etmediler. Değil müslümanların, hatta en vahşi adamlarınn bile hayal ve hatırına getiremeyecekleri birtakım kanlı sahnelerle Zağra'nın istirdadını tasvir ve resm ettiler. Bu müthiş ve iğrenç muharebe resim ve tablolarını dükkan ve kahvehanelerine asarak onları hususi tarihlerine derc ettikleri görüldü.

Zağra'nın istirdadı ve Çoranlı muharebesi günlerini, fevkalade günlere ilave ettiler. Her sene Temmuzun on dokuzuncu ve yirminci günleri yortu ve matem edip, bu mevkilerde nutuklar irad ve dua ederler... (S 153)

Beride ise ahalinin çoğu zafer neşesiyle akılları zıvanadan çıkmış halde idiler. Evlerine sığmayarak her biri bir tarafa dağılmışlardı. Ganimet malı zannederek Bulgarların terk ettikleri malları, hatta birbirinin malını, günah ve veballeri gibi yük yük evlerine taşımaya koyulmuş idiler. Takva ehli sayılan ve ulemadan geçinen ademcikler bile bu gaflete düşmüşlerdi. Öyle hicret belası hayallerinden bile geçmemişti. (S 164)

Hasılı kelam, on iki bin müslim ve yirmi dört bin gayri müslim nüfusu bulunan ve fethi tarihinden 1787 yılına kadar beş yüz yirmi dokuz sene imarına gayret sarf edilen, o eşsiz şehir, o ma'mur ve münbit kaza, on gün içinde, mahv ü heba olarak bir kabristana ve haşir meydanına döndü! Rus elinde bulunduğu on gün zarfında aslı Bulgar olan Kazak ve İntikamcı Bölükleri'nin, Bulgar vahşilerinin türlü eza ve hakaretle idam edip öldürdükleri müslümanların sayısı kasabanın içinde bin beş yüz ve köylerde bin sekiz yüz kişi olarak tahmin edilmiştir. (S 168)

Süleyman Paşa ordusu Şıpka'yı zabt ile yukarıdaki istihkamlara hücum eylemiş, hatta Osmanlı askeri İsveti Nikola adlı tabyaya girmişlerdi. Böyle iken imdat gönderilmediği ve yaralanmış bir mülazımın, neferine «cenazesinin bırakılmamasını» rica eylemesi üzerine erlerin bu yaralıyı hep beraber ve süratle aşağı indirmeleri, diğer askerin bozulmasına sebep olmuştur. Gabrova'dan Moskoflara imdat yetişmiş, düşman tabyayı tekrar zabtetmiştir. (S 187)

NEDEN YENİLDİK?

Bu muharebede Rusya'dan başka, karşımıza Ulahlar, Sırplar, Karadağlılar, Bosna ve Hersek reayası Bulgarlar, Yunanlılar düşman olarak çıktıkları gibi, Fransız, İngiliz, Sardunya, Avusturya, Mısır; Tunus yardımlarından da mahrum idik. Gerçi Mısır'dan üç tabur asker geldi ise de kendilerinden katiyen istifade olunamadı. (S 190-191)

Şer-i şerife riayet adeta kabahat sayılıyordu. Dini vazifelerini ifa edenler, garaz ve ivazsız iş görenler doğru söyleyenler ayıplanıp kötü görülüyordu. Dini salabet sahibi vera sahibi temiz kimseler tekdir olunurdu. Dindarlık ve milliyetin devletin kuvveti, doğruluk ve sadakatin bereket ve saadet sebebi olduğu unutuldu. Allah korkusunun, hikmetin başı olduğu gönülden silindi. Şer'i cezalar icra olunmayıp herkes kendi keyfine bırakıldı. Fısk u fücur aleni ve mübah gibi işlenir, ar ve namus sözü manasız addolunurdu!

Allah u Tela buyurur ki: Bir şehri helak etmek istediğimiz zaman, ileri gelenlerine emir veririz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz. (İsra süresi, 16. ayet)

Eşraf ve ileri gelenler beyhude yere menfaat kavgaları ve münakaşalarla itibar ve iktidarlarını tükettiler. Halk arasında nüfuz ve haysiyet kalmadı. Şarlatanlar, hak söyleyenlere galebe etti. Halk baştan çıktı. Her sınıfın nizamı bozuldu. Kanaat azaldı, hırs ve tamah çoğaldı.

 Cenabı Hak buyurur ki: «Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez.» (Ra'd suresi, 11. ayet) (S 193)

Bu sebeplerden naşi nihayet, bu büyük felakete uğranıldı. Memleketimiz de harab ve nice masum ve bi günah zulüm ateşinde kebab oldu. Hele cimrilik ve kötülükleriyle aleme meşhur olan Kırcaali dağlıları, yanmış mıhları, kuyu ve kıyıda buldukları basit eşyaları hırdavatı bile yük yük, ganimet malı diye, etraftaki kazalara taşıyıp sattılar. Yağmayı önlemek ve muhafaza için memur olanlar bile dağlılara kıptilere rahmet okuttular. Hak ve hukuku unuttular, habaseti yüklendiler: yağmacılığı adet edindiler. Büyükler arasında garaz ve nefsaniyet ise artıyordu. «Kardeşlerin birbirine düşmanlığı, mahvolma alametidir» hikmetinin anlaşılamamasına teessüf olunur. Halbuki milli ahlakı bozulan milletlerin mahv ü inkırazını tarih bize haber veriyor. (S 194)

Rusya'nın bu defa beklenenin fevkinde olan hazırlığına karşılık tedbirsiz harekatımızla taarruz eden kuvvetli düşmana, birlikte ve ciddi bir müdafaada bulunamadık. Bu yüzden Tuna'dan İstanbul kapısına kadar olan mamur beldelerimiz alt üst oldu, tahrip edildi. Bir milyondan fazla Müslüman katl veya esir edildi, üryan ve giryan hicret felaketine uğradı. Bu hal bütün İslam alemini sarsıntıya uğrattı.

Rusya, Eylül ortalarına doğru bir o kadar daha kuvvet getirip yığdı. İmparator bizzat Plevne'ye gelerek Osman Paşa ve maiyetini esir almaya uğraşıyor, Şıpka'da ve Hezargrad taraflarında sahte hücumlarla oradaki askerlerimizi meşgul ediyordu. (S 203)

Plevne'nin sukutundan sonra kuvvetlerimiz Edirne'ye çekilse idi, mubarebenin belki ilkbahara kadar uzatılması müyesser olurdu .(218)

En ziyade endişeye sebep olan Şıpka kolordusundan telgraf hatlarını Ruslar kesmiş olduğundan haber alınamıyordu. Meğerse onlar, o gün teslim-i silah ediyorlarmış ...Rus kumandanı mütareke filan dinlemeyip ilerlemekte ve muharebeye devam etmekte idi.

Rauf Paşa'nın «Mütareke oldu, kimse mevkiini terk etmesin>> diye düşünmeden verdiği emirler, Şıpka kolordusunun harp aletleriyle ve pek çok mühimmat ile esir düşmesine, askerimizin tamamen bozulmasına Rusya'nın Ayastafanos'a kadar serbestçe yıkarak yakarak gelmesine ve bunca müslüman nüfusun telef olmasına pek güzel hizmet etti!...Kanunuevvel'in yirmi dokuzunda Şıpka ordusunun teslim-i silah eylediğini Süleyman Paşa'ya Çırpan Telgraf Müdürü haber verdi. (S 233)

Ordu Filibe yanında Kadıköyü'ne ta'biye edildi. Ordunun mevcudu tabur olarak yüz onüç tabur idiyse de, mevcudu ancak yirmi beş bin neferdi. Çünkü Rumeli kıtasına mensup olan Redif ve Müstahfaz taburlarıyla Nizamiye askerleri, daha Tatarpazarcığı'na toplanılmazdan önce ailelerini koruma endişesiyle silahlarıyla beraber savuşmuşlar, ve bu taburlarda yalnız zabitler kalmışlardı.Anadolu ve Arabistan halkından pek çoğu da Selanik, Edirne, Kırcali taraflarına ve sahillere kaçmışlar idi. Yalnız Selanik iskelesinde sekiz bin firari nefer toplandığı anlaşılmıştır.Süleyman Paşa ordusunun Filibe'ye vardığı gün, General Skobelef'in Edirne'ye gitmekte olduğu, Sekbanlı'ya vardığı ve şimendüferizabt ettiği haberi geldi. Şimendüfer telgraf memuru bu haberi verdikten sonra, artık o tel de kesilmiştir. (S 235)

Ordu daha Pazarcıkta iken Rauf Paşadan istenilen katarlar gelmediğinden, Filibe'de bulunan binden fazla hasta ve yaralı, mecburen Filibe'deki İngiltere Konsolosu'nun himayesine terk edilmiş, Süleyman Paşa da askeri harekatın merkezinde bulunan Kumat köyü gerisindeki çiftliğe giderek, verdiği emir ve talimatların icrasına müntazır olmuştu. (S 237)

Meğerse Filibe o gece tahliye olunduğundan, bir bölük Rus süvarisi Meriç'i yüzerek geçip, Safvet Paşa'nın dağıttığı silahlarla mücehhez bulunan Bulgarlar da onlara katılıp, Filibe istasyonunda gafilane silah çatıp oturan askerlerimizi basmışlar!. Bu baskıncı kuvvetin az bir şey olacağını düşünmeyen Safvet ve Ali Paşalar hemen top arabalarına binip İstanimka yolunu tutmuşlar. Bir kısım askerler de şuraya buraya savuşmuşlar! Ferik Sabit Paşa kalan mevcudu toplayarak ertesi gün İstanimka'ya götürmüştür. (S 238)

Bunlar o köyde gecelemeyi tasarladıkları halde etraflarına nöbetçi koymaktan gaflet etmişlerdi. Gece yatsıya doğru bir liva düşman askeri, ansızın üzerlerine hücum edince, zaten firar etmek için fırsat bekleyen müstahfazlar «Gavur geldi!,.yaygarasıyla dağılıp kaçmaya başlayınca evvela Şükrü Paşa, sonra Necib Paşa livaları dağılmış, Ali Paşa livası da biraz dayandıktan ve Ali Paşa'nın şehid düşmesinden sonra ötekileri takip etmişler ve hepsi İskeçe'ye doğru dağılıp kaçmışlardır. (S 239)

Çünkü düşman otuz kadar piyade taburu ve dört beş alay süvari ile orduyu takip etmekte, orduda ise pek çok muhacir bulunmakta idi. Düşman süvarileri de dağ eteğine yaklaşmıştı.Asker ahaliye karışmış, nizamsız ve intizamsız bir hale girmiş, artık ceza tehdidi de kar etmez olmuştu! (S 241)

Muhacirlerin bir kısmı henüz ovada ve Ketenli köyünde iken Kazaklar yetişip, kadın ve çocuk demeyerek hepsini kılıçtan geçirdiler. Bu hali artçılık eden Osman Paşa görmüş ise de yazık ki önlemeye muktedir olamadı.Taburlarından firar ederek Balkanlara ve sahillere dağılan Anadolu ve Arabistan halkından firari askerler dahi, kazakların Gümilcine'ye kadar takip etmesi üzerine Karaağaç'a toplandılar. Bu firarilerle, ordunun mevcudu kabararak otuz dört bini buldu. Bunların sekiz binden fazlası Gelibolu'ya on altı taburu o sırada hududu geçen Yunanlıların üzerine ve geri kalanı Dersaadet'e sevk olundu. Süleyman Paşa da Kanunusani'nin on yedisinde Gelibolu'ya çıktı. (S 242-243)

 

RUSYA'NIN ŞIPKA'DAN TECAVÜZÜ

Veysel Paşa, Rauf Paşa'nın: Mütareke oldu, yerinizden ayrılmayınız ..Emrine uyarak orduyu ric'at ettirmedi. Ancak Rusların düşmanca ve şiddetli hücumlarını görünce çaresiz müdafaaya girişti. Düşman, istihkamları şiddetle dövdü. Pek çok telefat verdikleri halde tabyaları birer birer zapt ettiler. Omurculu köyünün doğu tarafındaki tabya teslim olduğu halde, teslimden sonra dört yüz kadar asker süngülenip şehid edildi!... Nihayet iki gün sonra da, yirmi sekiz Kanunuevvel'de teslim-i silaha mecbur kalındı.

İşte burada dahi sekiz bin kişi ile kumandan Ferik Veysel Paşa ve erkan-ı harp hey'eti, birçok top, tüfek, külliyetli miktarda mühimmat ve erzak düşmanın eline düştüler. Muavine askerleri dahi dağıldı.Bu muavine firarileri Çırpan ve Eski Zağra ahalisine, İzladi ve Karlova taraflarından yollara dökülen binlerce muhacirlere bir kat daha dehşet verdiler. Kabacık ve Sekban'lı istasyonlarına mahşer meydanı gibi toplanmış ve karlar üstünde şimendüfer bekleyen biçare ahali bu korkuyla karadan Edirne'ye ve Kırcaali dağlarına yürüdüler. Yollarda ve istasyonlarda terk olunan kıymetli eşyaların, heybe ve terkisi üstünde ve gemi ağzında at ve hayvanların had ve hesabı yoktu.

Evladını taşıyamayanların «araba getirip sizi alacağız>> diye aldatıp bıraktıkları masumlar karlar üstünde bekleşe kalmışlardı. Herkes canı derdine düştüğünden, geriden gelip bu faciayı görenler de bir ah-ı teessüfle yanlarından geçer giderlerdi!...

 Bu muharebede İslam muhacirlerine yardım için İngiltere'de teşekkül eden «Şefkat-'i Osmaniye adlı cemiyet, sonradan faaliyetlerini anlatmak üzere neşrettiği risalede, harbin sebep olduğu felaketleri saymaktadır.

England Gazetesi bu kitaptan naklen şöyle yazmıştır:«Asyayı tahrip eden Cengiz Han ve Timurlenk'in hücumlarından beri böyle bir tahrip vuku bulmamıştı. Bin sekizyüzyetmişyedi ve sekiz senesinde Rusya'nın istilası sırasında yapılan mezalim haberlerine İngiltere'de önceleri inanılmamıştı. Fakat bu husustaki şahitlikler, çok arttığından artık şüpheye yer kalmamıştır. Rusya'nın vahşilerden fazla barbarlıklar ettiği, İngiltere'de halk nazarında da sabit olmuştur. Rusya askerinin Dersaadet'e doğru hareketi sırasında insanlık aleyhine vuku bulan elem verici haller tasavvur harici olup bunların çoğu matbuat vasıtasıyla neşr olunmuştur. (S 245-246)

İstilacı askerlerin eline düşen zavallıların başına gelecek malum olduğundan, ahali, hicret felaketini tercih ediyordu.Skobelef kumandasında bulunan süvariler Rodop dağları civarında Harmanlı'ya vardıklarında, birtakım çoluk çocuktan ibaret olan kafile üzerine top ateşi açarak, biçareleri Meriç nehrine atılmaya yahut karlı dağlara kaçmaya mecbur ettiler.

"Rusyalının bu hareketleri kendilerinden umulacak şeylerdi. Rusya matbuatı isyan ve ihtilali teşvik etmekte idi. İmparator nutuklarında, muharebeye, bir Ehl-i Salip muharebesi şeklini verip, Rus generalleri dahi müslümanları Avrupa kıtasından çıkarmak fikri ile her türlü mezalime girişmişlerdir.Ruslar, Bulgaristan'a girince, Bulgarları isyan ve intikama davet ettiler. Müslümanların silahları alınıp Bulgarlara verildi. Bulgarlar da hu silahları kıtal için kullandılar. Kazaklar ve Rus askeri bu hususta Bulgarlara yardım etmişlerdir. Bu zulüm en çok, geride kalan aciz kadın ve çocuklara isabet etti.

Rus askerinin yanında Bulgarlardan tertip olunmuş bir fırka vardı. Bunlara (intikamcı) adı verilmişti. Yani bunlar müslümanlar aleyhinde her türlü mezalim yapmaya hazır idiler. Bunlar tarafından köylerinin yakıldığını, mallarının yağma edildiğini ve dindaşlarının öldürüldüğünü gören müslümanlar, fevcfevc muhaceret etmişlerdir.

Balkanları güneyinde dahi müellim vak'alar olmuştur. Gurko meşhur hücumu sırasında zabt ettiği yerlerdeki Bulgarları isyana davet ederek, müslümanlardan aldığı silahları bunlara dağıtmış ve ehl-i İslam üzerine saldırtmıştır. Bu suretle biçare müslüman ahaliye, Rusya'nın himayesi ile her türlü müthiş mezalim icra olunmuştur.(S 247-248)

«Rus kumandanlarından Lihnanşayn süvari olarak etrafı gözden geçirirken Bulgarların Osmanlı yaralılarını öldürdüklerini görmüştür. Biz de bir yerden geçerken Bulgarları, öldürdükleri müslümanları soyarken gördük. Bulgar kadınlarının Osmanlı esirlerini katl etmek üzere işaret vermeleri, insaf sahiplerinin nefretini celp etmiştir. Böyle katliam ve yağma ile lekeli olan bir gurüha mert askerler tarafından teveccüh gösterilmesi caiz olur mu? Diye yazmıştır. (S 249)

 Bir kuyuda kadın ve çocuk cesetleri bulundu. Dönüşümüzde süngü yahut kılıç ile öldürülmüş yüz yirmi kişinin cesetlerini gördük! Bunların birçoğu ihtiyar idi. Muhacirlerin söylediğine göre, on oniki gün önce Kazaklarla Bulgarlar bu köye gelerek katliam, yağma ve diğer rezaletleri icra etmişler. Bu sebeple Süleyman Paşa ordusu ilerleyince Bulgarlar sürü ile dağlara firar etmişlerdir. Rusların takibinden kaçan yüz binlerce ahali, sel önündeki çerçöp gibi, imkan nereye müsait olursa o tarafa akıp gitmekte, ana baba evladını ve evlad, ana babayı terk etmekte, o şiddetli kışta kırlarda karlar üstünde yatmakta idiler. (S 250)

Murahhas paşalar, Sekban'dan öteye araba ile ve bin zahmet ve güçlükle Kızanlık'a varmış ve iki gün sonra da Grandük'le görüşebilmişlerdir. Bunlar taşıdıkları memuriyeti beyan ederek, konuşmak ve mütareke yapmak istemişler. Ancak neş'e-i zaferle sermest-i gurur bulunan Grandük «birkaç güne kadar Edirne'ye gideceğini, konuşmak için oraya gelmelerini ifade etmiş. Bundan da birşey kazanılmamıştır!

Moskof orduları her taraftan Edirne'yi kuşatmış, öncüleri ise, Dimetoka, Keşan, Tekfurdağı'na, bir taraftan da Çatalca'ya erişmişlerdir. Bunlar, yollarda yetiştiklerini ve Bulgar ve Rum köylerinde geceleyen muhacirleri soyarak, vahşetle katl ettiler. Zaten yollarda bitap kalan ve soğuktan donan; izdiham yüzünden ve vagonlardan dökülerek ölenler sayısızdı.

Dersaadet ahalisine son derece korku ve dehşet geldi. İktidarı olanlar Asya taraflarına ve Anadolu içerlerine nakil için Üsküdar, Çamlıca, İzmit ve civar kasabalarda kendilerine mesken hazırladılar. Bazıları da evlat ve ıyalini İstanbul'dan çıkardılar. İşte bu buhranlar içinde, Edirne'de düşmanın arzu ettiği gibi, esas mütareke kararlaştırılıp, resmen harbe son verildi.Fakat Rus, Edirne'yi geçerek İstanbul üzerine yürümekten ve her çeşit fenalığı icra etmekten hiçbir vakit geri kalmadı. Hele Bulgar edepsizlerinin azgınlıkları her an artarak önleri alınmak imkansız oldu.

Server Paşa'dan sonra onun yerine Hariciye Nazırı olan Safvet Paşa, kısa zamanda sulh şartlarını kararlaştırmak üzere Edirne'ye giderek General İgnatiyef ve diğer Rus murahhaslarıyla müzakereye girişti.

 Rusya Devleti, uzun zamandan beri gözettiği ve şimdi ele geçirdiği fırsattan, tamamiyle istifade etmekten vazgeçemiyor, Devlet-i Aliyye'nin mahvına sebep olacak istekler ileri sürerek bunlarda ısrar eyliyordu.

 Hal ve istikbal ise pek vahim görünüyor, devlete sahip çıkan da bulunmuyordu. Rusya'yı tehdit ederek, tekliflerini redde veya tadile iktidarımız kalmadığından, düşman ise Çatalca istihkamlarını da kolayca alıp geçerek Ayastafanos'a geldiğinden, Ayastafanos muahedesi mecburen imza edildi. Asayişin tekrar kurulması ise çok müşküldü.

Rus'un Tuna'dan Ayastafonos'a kadar işgal altına aldığı memleketlerde tutulan müslüman ahalinin, gördüğü sayısız eza, cefa ve zulmün anlatılması bu risale ile mümkün olamaz. Olanlar yazıldığı zaman bu asrın medeniyet tarihi lekelenecektir!

Çünkü Cengiz Moğollarının, Timurlenk Tatarlarının haya eylediği habaset ve rezaleti Bulgarlar pervasızca icra eylediler. Halbuki medeni devletler bunları görürken ses çıkarmıyor, medeniyet değil insaniyete bile yardımları görülmüyordu. Rumeli'den boşanan yüz binlerce ahali, araba, hayvan, şimendüferle yahut yaya olarak gece ve gündüz demeyip lstanbul'a döküldüler. Son nefesteki canlarını emin diyar ve dertliler sığınağı olan Payitaht-ı Saltanata ve Dersaadet ahalisinin ağuş-u merhametlerine attılar.

Sirkeci mevkii, Ayasofya, Ahmediye, Yenicami, Nuruosmaniye ve diğer camii şeriflerle birçok mektep ve binaların avluları ve bütün meydanlar, mahşer alanından bir nümune-i dehşet oldular.Şimendüfer katarları tasavvur olunmaz bir halde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insan kesilmiş idi. Soğuktan donarak düşenler istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı. Bunların büyük kısmı açlıktan ve soğuktan telef oldular.Allah'ın hikmeti, o günlerde şiddetli fırtınalar kar ve yağmurlar durmayıp devam ederek hep o biçarelerin üzerinden geçti.  (S 251-252-253)

Gazabından Allah'a sığınırız! Müslümanlar üzerine bela yağmakta ve her cihetten felaket akmakta idi! İstanbul ahalisinin zengini fakiri Sirkeci istasyonuna indiler. Yardım, merhamet ve şefkat göstererek aciz ve biçareleri evlerine aldılar; iltifat ve ikram eylediler. Çok zaman misafirlerini beslediler, muazzez tuttular.İngilizlerin, Şefkat-i Osmani Cemiyeti ile Hilal-i Ahmer heyeti tarafından muhacirler giydirilip doyuruldu.

Asakir-i Milliye efradı -ki Dersaadet'in bütün müslümarı ahalisinden teşkil olunmuştu- gece gündüz, yağmur kar demeyip, muhacirleri yerleştirmeye kendilerini vakf ettiler.Ellerine dolu mendil almayan kibarzadeler, hiç kimseyi ayırt etmeden ihtiyarları ve masumları, sırtlarıyla ve kucaklarıyla taşıdılar.İşbu fedakarlıklar, İstanbul'un düşman atlarının ayakları altına düşmesine karşı, bir sedd-i manevi oldu.

 Dedeağaç, Gelibolu, Tekfurdağı, Karaağaç vesair iskelelerden Anadolu, Mısır ve Arabistan'a vapurlarla muhacirler gitti. Her yerde bunların iskan ve iaşesine gayret olundu.Ama ne çare, yollarda çekilen zahmet ve şiddetli soğuktan ve izdihamdan, humma ve tifo hastalıklarına tutularak ve pek tabii bakılamayarak binlerce aileler az zamanda mahv oldu. Kargaşalıkta zevç, zevcesini ve oğul, baba ve anasını kaybederek nice aileler perişan oldu. O sırada, Kıbrıs açığında bir de vapur batıp dört yüz muhacir tamamen helak olup gitti!.

Hülasa, Rumeli kıta'sının hercümerci, dört asırdan beri emsali görülmedik feci bir vak'a ve müthiş bir inkılaptır.Bu felaket yüzünden Rumeli müslüman nüfusundan yarım milyon telefat ve malca milyonlarca lira zayiat verildiğini kayda lüzum bile yoktur!.

Bu felaketlere: «Herşeyi kadere yüklemek aczin alametidir» kaidesinde çaresiz takdir-i Rabhani ve tecelliyat-ı Sübhani deyip sözü kesmekle beraber hüküm vermeyi, yukarıdan beri derc olunan vukuatı mütalea buyuran insaf ve dikkat sahiplerinin mahkeme-i vicdanlarına havale ederek sözümü bitiririm.

Ey Rabbimiz, şüphesiz senden başka tanrı yok! Seni tesbih ederiz; elbette biz zalimlik ettik  (S 254-255)

Güncel Haberler