Yönetim Sistemimizin

Yeniden Düzenlenmesi

(Recep Yazıcıoğlu, Denizli Valisi)

 

“Osmanlı'dan devren alınan ve cuımhuriyet döneminde pek az değişikliğe uğrayan yönetim yapımız tamamen eskimiş, tükenmiş, çağın gelişmelerinin çok uzağında kalmıştır. Bugün tüm kamu hizmetleri merkezden plânlanmakta ve programlanmakta, tüm gelirler merkezde toplanmakta, tüm ödenekler merkezden gönderilmektedir.

“Yerel hizmetlerin merkezden plânlanması, yerel halkın ihtiyaç ve önceliklerinin belirlenememesi, halkın istekleri doğrultusunda etkili bir programlama yapılamaması, karar vermede, uygulamada kırtasiyecilik, gecikme, duyarsızlık gibi idari etkinliği ve verimliliği olumsuz etkileyen sorunlara neden olmaktadır”. (Dr. Selçuk Yalçındağ, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:21, Sayı:3).

Devlet büyümüş, hantallaşmış (Mamudizm hastalığı) ve kaynak yutan bir yapıya dönüşmüştür. Bugüne kadar sürdürülen Devleti küçültme iddialarının tam aksi gerçekleşmiştir. Bugünkü merkezi bürokratik idari yapı; sosyal ve ekonomik kalkınmanın en büyük engeli olup, antidemokratik, katılımsız, halksız, heyecansız, statik, insan haklarına ve çağın gelişmelerine cevap vermekten uzaktır. Osmanlı'daki cemaatçi yapı, katılım ve insiyatif yerine halkı dışlayan bir modele dönüşmüş; bedavacı, bekleyen, ağlayan, şikayet eden, dileyen duyarsız insan tipi oluşmuştur.”

Demokratik Batı toplumunda ise; “Yaşadığım yer evimdir, evimin içini ben yönetirim” felsefesi, aynı şekilde “Hükümet uzaktan, yönetim yerinden olur” prensibi geçerlidir. Gelişmiş ülkelerde işletmelerde olduğu gibi devlet sisteminde de katılmalı yönetim temel ilkedir. Etkin, verimli, dinamik, yaratıcı yapı ancak bu suretle sağlanabilir.

En küçük yatırımı bile öngören merkezi plân nedeniyle il plânlamasına imkân bulunamamıştır. İllerdeki hizmetler; il halkının özlem ve ihtiyaçlarıyla ilgisiz merkezi birimlerce belirlenmektedir. Devlet-vatandaş ilişkilerini yeniden düzenleyecek, çağdaş devleti gerçekleştirecek yönetim reformu bir başka ifadeyle devlet yapısına cerrahi müdahale mutlak zarurettir.

İl İdaresi Kanunu; taşrada valiyi, Hükümetin ve tek tek bakanların idari ve siyasi yürütme, aracı olarak belirlemiştir. Ancak, özlük haklarıyla İçişleri Bakanlığı'na bağlı bu valiyi, diğer bakanlar çoğu zaman kendi temsilcisi olarak görmezler. Her bakanlık bölge teşkilatı kurarak il sisteminin dışına çıkmak eğilimindedir. Meslek taassubu ile mülki şemsiyeden kaçış, eğilimin baş sebebidir. İl içindeki bu dağınık ve birbirinden kopuk yapı idari anarşiye, kaynak, zaman, personel ve makine israfına neden olmaktadır. Netice olarak taşrada etkili, verimli ve plânlı bir yönetim sağlanamamaktadır. Sistemin en hassas noktası, kamu görevlisinin hizmet sunduğu halka değil, merkeze karşı sorumlu ve bağımlı olmasıdır. Mevcut hizmet birimleri, yakın bir üst yönetici ile birlikte halka karşı sorumlu değillerdir.

Halk temsilcileriyle bürokrasi, müşterek karar ve sorumluluk noktasında buluşamamaktadır. Merkeziyetçi sistemin en büyük sakatlığı budur. Bugün yerinde yönetim açısından sistem, Meşrutiyet ve Cumhuriyet'in ilk dönemlerinin maalesef çok gerisindedir. Bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçilememiştir. (shf. 1, 2, 3, 4-5)

“Yüzde yüz mahalli hizmet olan köy hizmetleri; merkeze havale edilmekte mahalli idare fikri katledilmiştir. Erzincan ilinde 1991 yılında yarısı yatırım olmak üzere kamunun 500 milyar harcaması olmuştur. Bununla beraber aynı yıl il özel idaresinin bütçesi, bir bakkal dükkanının cirosu olan, 4 milyar TL'dir. Yerel parlamentonun il seviyesindeki ağırlığı bu kadardır. Bu bütçe ile hangi mahalli tesbit yapılır, problem halledilir, insiyatif kullanılır, pratik acil çözüm bulunabilir? Aslında ilin bu ödeneği il bütçesini oluşturmalı, ildeki müdürlükler yatırım ödeneklerini ve ücretlerini bu torba bütçeden almalıdır. Bu durumda memur merkeze karşı değil, hizmet sunduğu halka karşı sorumlu olur.

Şehrin merkezinde 30 milyarlık Belediye Sarayı ve 15 milyar harcamayla Vilayet Binası, 10 milyarlık Diyanet Sitesi, Refahiye Yatılı Bölge Okulu kapasitesinin iki katı öğrenciyi barındırırken, bu derece ihtiyaç olmayan 2 milyar liralık Halk Eğitim Binası, %1 kapasiteyle çalışan Et Balık Kurumu'na ait modern Et Kombinası varken yeniden yapılmakta olan Belediye Mezbahası Erzincan için birkaç örnektir. Diğer illerde durum bundan pek farklı değildir. Bu şekildeki binlerce yatırım yerine; çok daha zaruri sulama, eğitim, sağlık ve organize sanayi vs gibi alt yapı ve üretime yönelik yatırımlara daha çok kaynak ayırmak mümkün iken mevcut sistemde bu yapılmamaktadır.

1985 yılında Tokat İli'nin hiçbir ilçesinde lise binası yokken Yalınyazı Köyü'ne ihtiyaç dışı 21 derslikli okul yapma garabeti ortaya çıkmıştır.

İlçelerin kendi bütçeleri yoktur. İlçe; mülki hudutlarını kapsayan mahalli idare biriminden mahrumdur. Kaymakam adeta evrak trafik memurudur.

Köy yönetimi fiilen kaldırılmıştır. Muhtar 68 yıldır değiştirilmeyen 20 liralık salma ile arzuhalci durumuna düşürülmüş, devlet memuru yapılmıştır. Belediyeler yetkisiz ve etkisiz birimler halindedir. Batılı anlamda belediyeciliği toplum hiç yaşamamıştır. Belediyeler devlet dairesi gibi görülmüş ve algılanmıştır. Altyapı ile ilgili belediyenin olması gereken görevler İller Bankası'nca yapılmaktadır. Bugün Türkiye'de kamu harcamalarının %15'i mahalli idareler tarafından yapılmakta, geri kalan merkezi idarece üstlenilmiş bulunmaktadır. Batıda ise bu oran merkez ve mahalli idareler arasında %50 olarak bölüşülmüş durumdadır. Halen illerde bakanlıkların ayrı ayrı plânladıkları yatırımların büyük bölümü hizmet binalarına yönelik olup, ölü yatırımlar şeklinde, kaynak israfına neden olmaktadır.”(shf. 6, 7)

 

Hizmetin muhatabı olan halk kendisi ile ilgili bu konulardaki tercihini ortaya koyamamakta; yatırımların tümü merkezden, birbirinden kopuk ayrı birimlerce, halk adına halk için kararlaştırılmaktadır. Ne kadar isabet kaydedildiği ortadadır. Ülke; bölgelere uymayan tip projelerle gerçekleştirilen gereksiz ve ölü yatırımlar mezarlığı haline gelmiştir. Fatura görünürde Devlete, gerçekte ise halka çıkmaktadır. (shf. 8)

 

Kırsal kesime yönelik sosyal altyapıya, halkın katılımı sağlanmadan, trilyonlar akıtılmıştır. Halbuki köy nüfusu hızla azalmakta, yer yer sönmekte, buna paralel olarak nüfusu artan şehirler hızla köyleşmektedir. Kaynakların daha rasyonel ve köy-kent bütünlüğü içerisinde, çağın gereklerine uygun olarak kullanımı mevcut sistemle mümkün olamamaktadır. (shf. 8-9)

Türkiye; her an, her saniye Başkente taşınmakta ve tekrar ülkenin en uç noktasına geri dönmektedir. Bu nedenle mahallindeki canlı olay yazıya, dosyaya bağlanmakta ve ölü olarak başkente gönderilmektedir. Başkent ülkenin her yerinden gelen milyonlarca işin altında bunalmakta, yetkililer ana projelere, ulusal siyasetlere, temel konulara zaman ve kaynak ayıramamaktadır. Taşra yapmaya değil yazmaya memurdur.

Personel ordusunun büyük kısmını yazıcılar oluşturur. Yazmakla görev yapıldığı zannedilmekte, sistem başarısızı dışlamamaktadır. Bu fasid dairenin içerisinden çıkmak mümkün değildir. Ulaşım ve iletişimde sağlanan büyük gelişme nedeniyle bütün dünya hizmet birimlerini azaltırken (Almanya, Belçika, Hollanda, İngiltere, Japonya vb de yönetim birimleri 2/3 oranında azalmıştır), son yıllarda ülkemizde yapılan en büyük yanlışlık, il ve ilçe sayısının artırılması olmuştur. Zaten ülkemizde, Dünyada örneği olmayan, irili ufaklı 100.000 yerleşim yeri mevcuttur. Hani devlet küçültülecekti? Sayı gözönüne alınmış, optimum ölçek, verimlilik gözardı edilmiştir. (shf. 9-10)

 

Batı'da; bir asırdır gerçekleştirilen altyapıya ve yıllardır süren nüfus azalmasına rağmen, fert başına düşen vergi yükü %50'ye varmaktadır. Yüzde 2.5 nüfus artışı ve köyden şehire göçün bütün hızıyla devam ettiği ülkemizde, altyapıdaki yetersizlik ortadayken, %15 vergi yüküyle Batının yakalanması düşünülmektedir. (shf. 12)

 

Bugün ülkede kararlar atanmış insanlar tarafından alınmakta, adeta 'egemenlik millet yerine aydınların ve bürokrasinindir' kuralı geçerli olmaktadır. Oligarşik seçkinci yapı kırılamamıştır. (shf. 14)

 

Demokrasiyi yeniden keşfedecek değiliz. Rejimin adının demokratik olması kâfi değildir. Dünya standartları bizim için de geçerli olmalıdır. (shf. 14)

 

Demokrasilerde asıl olan yöneticinin değil, karar organının seçilmişliğidir. (shf. 15)

 

Belçika ve Hollanda; Konya vilayeti kadar bir genişliğe sahip olmalarına rağmen, belediye meclislerini mini parlamento ve encümenleri de mini hükümet şeklinde düzenlenmiştir. Bu meclislerin çerçeve ana kanunlar içinde kanun çıkartma ve vergi koyma yetkileri vardır. Görüldüğü gibi, bu iki küçük ülke bile merkezden yönetilmektedir. Asırlardır katı koyu mutlakiyet rejimiyle yönetilen Japonya, İkinci Dünya Harbi'nden sonra bu gelenekçi yönetim yapısını -desantrelize- ederek demokratikleştirilmiştir. (shf. 16)

 

İnsan haklarıyla kastedilen şey insanın sistem içerisindeki yeri ve pozisyonuyla ilgilidir. Kamusal hizmetlere ve kendisi ile ilgili kararlara katılma, insanın doğuştan vazgeçilmez doğal hakkıdır. Türkiye'de insan hakları kavramı; çok yanlış ve eksik olarak sadece ceza, tutukevi ve karakolların ıslahı ile eş anlamlı kabul edilmektedir. (shf. 17)

 

Meşrutiyet'ten beri haklar ve hürriyetler, seçkinlerce dozajı ayarlanarak halka ufak dilimler halinde hediye edilmiştir. Demokratik bir mücadele söz konusu olmamıştır. Verilen haklar zaman zaman geri alınmıştır. Bu husus her seferinde halk ve aydınlarca coşkuyla karşılanmıştır. Oligarşi, tekelci ve seçkinci yapıyı, halkın olgunlaşmadığı bahanesiyle hep savunmuştur. Halkı da kısmen buna inandırarak apolitik bir toplum oluşturmuştur. Politikacı da tekelci olmuş, seçkinler ve bürokratlarla beraber egemenliği kullanmış, halkla paylaşımı hiç düşünmemiştir. (shf. 17)

 

Tanzimat geleneğiyle devleti sahiplenen ve halkı olgunlaşmamış, rüştünü isbat etmemiş kabul eden bürokrat; vesayetçi, devletçi ve tekelci tutumuyla tek taraflı kullanageldiği egemenliği halka devretmeye niyetli değildir. (shf. 19)

 

Resmi aydın katılmalı yönetimde, savunduğu resmi ideoloji tehlikeye girer düşüncesindedir. Halka rağmen halk için yaklaşımı içerisindeki seçkinci kesim, 1950 öncesi hasso-memo, kıçı yamalı başı kasketli edebiyatı yerine halkın henüz olgunlaşmadığı ve bu nedenle Batı ölçüsünde yönetime katılamayacağını savunur. (shf. 19)

 

Tarih boyu halk; “Şeriatın kestiği parmak acımaz”, “ul'ül emre itaat” yaklaşımı ile devlet otoritesine sonsuz bir itaat ve bağımlılık sergilemiştir. Halbuki inanç sistemimiz aksini emretmektedir: İtaat; ancak ul'ül emr hak ve adalet üzre ise mümkündür. Asker-bürokrat ve aydınlarımız; apolitik hale getirdikleri halk, dernek, sendika, üniversite, hoca ve öğrenciden son derece memnundur. (shf. 20)

 

1950 öncesinin ceberrut devlet, ceberrut memur gelenek ve anlayışı; büyük çapta silinmesine rağmen, bunun izleri ve artıkları halen vardır. En ufak memurda bile görünen “ben devleti temsil ederim” hava ve hevesi; yurttaşa tepeden bakma, ona ikinci sınıf insan muamelesi yapma yaklaşımlarının menfi örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. İngiliz yapımı “Emret Başbakanım” adlı televizyon dizisi bizde yapılamaz. Devlet anlayışımız buna manidir. Kendi kendisini eleştiremeyen veya eleştiriye açmayan bir sistem, hastalıklarını azaltamaz aksine her geçen gün artırarak kangren haline getirir. (shf. 21)

 

Gelişme yolundaki ülkelerin en büyük problemi, ihtiyaçların astronomikliği karşısında kaynakların kıt olmasıdır. Bu problemi aşmanın yolu halkın potansiyel gücünü seferber etmektir. (shf. 23)

 

1984-89 tarihleri arasında Tokat ilinde yapılan toplum kalkınması çalışması boyut ve kapsam itibariyle çarpıcı bir örnektir. Şehir merkezi ve köylerde; 1000 derslik parasıyla 3500 derslik ve lojman, köylerde 175 adet sağlık ocağı ve şehir merkezinde toplam 3500 yatak kapasiteli öğrenci yurtları yapılmış, başta sağlık tesisleri ve içme suyu olmak üzere birçok konuda olumlu sonuçlar alınmıştır. (shf. 24)

 

Aydın'ın Kuşadası ve Didim ilçelerinde 1990 fiyatlarıyla 500 milyarı bulan -sahil kirliliğini önleyecek- kanalizasyon ve barajları da öngören içme suyu projesini, Devlet veya Dünya Bankası kaynaklarıyla çözmek, 60 milyon yurttaşa olayı fatura etmek değil midir? (shf. 26)

 

ABD'de 1960'lı yıllarda Kenedi'nin fikir olarak geliştirdiği Model Şehir Uygulaması, Başkan Johnson ile başlayıp 10 yıl sürmüştür. Başlatılan bu toplum kalkınması programı ile sistemin dışladığı zenci ve yoksul kenar semt insanı sisteme dahil edilmek istenmiştir. (shf. 26-27)

Amerika bile sistemin dışladığı %10 insanını sisteme dahil etmenin gereğini yaparken, halkın tamamının dışladığı geri ülkeler bu işin farkında bile değillerdir. (shf. 27)

 

Kalkınma; devletin değil, milletin işidir. Nitekim topluma güç ve yol veren ülkeler kalkınmış, devletçi ülkeler ise hep geri kalmıştır. Son çarpıcı örnek çöken Sovyet İmparatorluğu'dur. (shf. 28)

Doğudan Batıya devam eden göçü durdurmak ve anarşi problemine sosyo-ekonomik çözüm bulmak için bugüne kadar birçok öneri yapıldı. Doğunun gelişmesi için öncelikli yörelere birçok teşvikler getirildi. Alınan netice ortadadır. Büyük kaynaklarla alt yapıda mesafe alınmış, fakat üretime yönelik tedbir ve teşvikler maalesef sonuç vermemiştir. Bu nedenle radikal tedbirlere gerek vardır. Doğu bölgemizin kalkınması için önerilerim şunlardır:

-Doğu Anadolu'daki vergi daireleri kaldırılmalıdır.

-Sınai tesisler için enerji bedava veya %75 ucuz verilmelidir.

-Organize sanayi bölgeleri öncelikle tamamlanmalı ve buralardaki arsalar sanayiciye bedava tahsis edilmelidir. (Belirli sürede yatırıma başlayıp sonuçlandırmayan ve işletmeye açmayan sanayiciden arsa geri alınmalıdır.)

-DAP adı altında Doğu Anadolu'yu kapsayan Stratejik kalkınma Planı ve bağlı olarak bölgedeki illerin kalkınma ve gelişme planları -yöre halkının katılımıyla- hazırlanmalıdır.

-Kamu Ortaklığı Fonu'ndan Doğu'daki sanayi tesislerine ucuz işletme kredisi verilmelidir.

-Doğu Anadolu Kalkınma ve Gelişme Vakfı kurulmalı, bölge illerinin ziraat, ticaret, sanayi ve esnaf odaları, belediye, il özel idaresi ve sanayiciler kurucu üye olmalıdır. Bu vakıf kalkınma ajansı gibi çalışmalıdır.

-DPT Doğu Anadolu'da teşkilatlanmalıdır.

Bugün Doğu Anadolu'da toplanan vergiler, genel verginin ancak %2'sini oluşturmaktadır. Bu vergilerin büyük bölümü memur ve işçiden kesilen stopaj vergileri olup, beyannameli vergi yok denecek kadar azdır. Özel İdarelerce Doğu'daki tüm illere -küçük tip uçaklar- için hava alanı yapılmalı, buralara iş adamlarının gelip gitmeleri sağlanmalıdır. Doğuda aşırı doğurganlık sonucu işsizlik had safhadadır. İşsizlik acil çözüm bekleyen en önemli problemdir. Kısa dönemde çözümü de mümkün değildir. Pratik çözüm olarak işsiz gençleri vasıflı hale getirmek için Türkiye genelinde açılması mutlak zaruret olan inşaat okullarını öncelikle bu bölgede başlatmak gerekir. Halen ülkemizde en canlı sektör olan inşaat sahasında vasıflı eleman yok denecek kadar azdır (Sıhhi tesisatçı, Elektrikçi, Fayansçı, Duvarcı, Sıvacı, Mermerci, vb ile plân, proje ve malzeme bilgisi olan elemanlar.)

Bütün bu gerekçeler ve ayrıntılı izahlardan sonra netice olarak: 21'nci asırda Avrupa ailesine katılacak olan ülkemizin idari yapısında; teknolojiye, hızla gelişen sosyo-ekonomik şartların getirdiği değişmelere cevap verecek; toplumun, refah ve mutluluğunu sağlayacak, Devlet-Vatandaş ilişkilerini yeniden düzenleyecek, koyu bürokratik merkeziyetçi yönetimi desantralize edecek, gerçek demokrasiyi gerçekleştirecek Yerel Yönetim Reformu mutlak zarurettir. (shf. 32, 33, 34, 35)

 

Yerel idareler kamu harcamalarının %50'sini yapabilecek şekilde yeterli gelir imkânlarına kavuşturulmalıdır. Yerel idarelerin bütçelerinin %50 miktarı kendi meclislerince belirlenecek yerel vergilerden oluşmalıdır. (Gerice yöreler hariç). Bu modelde, taşrada hükümetin tek temsilcisi olacak vali ve kaymakamlar Başbakanlığa bağlanmalı, İçişleri Bakanlığı asayiş ve güvenlik bakanlığına dönüştürülmelidir.

İstanbul ilinde kaymakamlıklar kaldırılmalı. İl ve ilçelere bağlı birimler ve halen merkeze bağlı bölge kuruluşlarının tamamı, yeni oluşturulacak il yerel yönetimine ve belediyelere devredilmelidir. İstanbul'da belediye meclislerinden ayrı ve onların üzerinde 100 kişilik bir İl Parlamentosu, Bakanlar Kurulu'nca atanan yürütmenin başı bir Vali bulunmalıdır.

Vali tarafından önerilen, meclis tarafından atanan Kabine yürütmeden sorumlu olmalıdır.

İl parlamentosunun yetkileri sorumluluğu ise paralel olmalıdır. (shf. 38, 39, 41)

 

(Ermat Ofset, Ercinzan 1992, 43 sahife)



Güncel Haberler