Kitap Özeti Çalışması

 

Turgut Özal Belgeseli

( Kutlay Doğan )

 

Özal, 20 Mayıs 1983 günü saat 9.00'da, yanında Leyla Yeniay Köseoğlu, Hüsnü Doğan, Necat Eldem, Kamil Coşkunoğlu ve Cahit Aral olduğu halde, İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner'i ziyaret eder ve partisinin kuruluş dilekçesini verir. Partinin adı 'Anavatan Partisi', amblemi ise 'bal petekleriyle donanmış Türkiye haritası üzerinde bal arısı'dır. (Shf. 79)

 

'Dört eğilimi birleştirme' ilkesi, siyasette uzlaşmayı ve barışı getirir. Sağcısını ve solcusunu, AP'li, CHP'li, MSP'li ve MHP'lisini bir kavşak noktasında buluşturur. (Shf. 85)

 

Özal, Düzce'den Ankara'ya, Genel Merkez'deki arkadaşlarına telefon eder: “Tezahürat yok, taşkınlık yok. Davul-zurna çalmak yok. Sonuçları sükunetle karşılayacağız”. Anavatan Partisi oyların yüzde 45.15'ini alarak 400 milletvekilliğinden 211'ini kazanmıştır. (Shf. 88)

 

Konsey, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı makamını iptal eder. Özal'dan makam arabasının alınmasına da karar verilir. Henüz görevinden istifa etmemiş olan Özal, bir anda arabasız ve makamsız bırakılır. Afyon'da makam arabası elinden alınır ve Side'ye sivil bir arabayla devam etmek zorunda kalır.

Seçime bir gün kala Cumhurbaşkanı Evren'in yaptığı Özal'ı suçlayıcı zehir-zemberek konuşması da unutulmamıştır. Özal ise bunların hepsini unutur. Unuttuğunu göstermek için de, Evren'i kucaklayıp iki yanağından öper. Vermek istediği mesaj son derece anlamlıdır.

Seçimlerden tam bir ay sonra, 7 Aralık 1983 günü, Çankaya Köşkü'ne davet edilen Özal'a hükümeti kurma görevi verilir. (Shf. 91)

 

Cumhurbaşkanı Evren, Başbakan Özal'ın Bakanlar Kurulu listesini 13 Aralık 1983'te onaylar ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 45. Hükümeti kurulmuş olur. (Shf. 93)

 

Özal, göreve başlar başlamaz, ilk iş olarak, Aralık 1983'te ve ardından da Ocak 1984'te, liberal bir ekonomik sisteme geçmek, serbest piyasa ekonomisini oluşturmak üzere radikal kararlar alır.

Ekonomide yasaklar ve duvarlar kaldırılır. İthalat serbestleştirilir. İthalat rejiminde pozitif listeden negatif listeye geçilir. İthale konu olan mallar; ithali yasak, izne tabi ve libere, fon ödenmek suretiyle ithal edilebilecek mallar şeklinde sınıflandırılır. (Shf. 101)

 

Yetmiş yıldır tabu gibi görülen ve kimsenin dokunmaya cesaret edemediği "Türk Parasını Kıymetini Koruma Kanunu"nu bir gecede ve bir çırpıda değiştiriverir. Döviz alım satımını serbest bırakır. Bankalarda tasarruf sahiplerinin döviz hesabı açtırmalarına imkân sağlar.

Sabancı onu şöyle anlatıyor:

"İyi dinler, gönülden dinlerdi. İyi anlardı. Kapasitesi mükemmeldi. İyi anladığı için hemen karar verirdi. Ona göre hükümetler 'yasak mercileri' olmamalıydı. (Shf. 105)

 

Naim Talû ve arkadaşlarla oturup konuşuyorduk. Eğer istersen, istediğin gibi seyahate git, 3.000 dolar alarak... Bizim hamurumuz nasıl yoğrulmuş? Nasıl bir kanaldan geliyoruz? 200 dolar al, 9 tane bavulla 6 ay dolaş, 6 ay sonra 200 dolarla geleceksin. Bunu kıracaksın, istediğin kadar dolan al, git. Arkadaşlarla matematiğe vuruyoruz. Ya bir milyon, üç milyon kişi 3.000'er dolar alarak giderse, yanarız. Fakat olmadı. Ufkumuz onun kadar geniş değildi."

Özel önem taşıyan sektörler ile kalkınmada öncelikli bölgelerdeki yatırımların teşvik edilmesini, buralarda Gelir Vergisi'nin yüzde yüze kadar indirilmesini sağlar.

Piyasa ekonomisine geçiş için, fiyat kontrollerini kaldırır. Arz-talebin dengesini hakim kılar. Türk Lirası'na gerçek değerini kazandırabilmek için sabit döviz kurundan serbest döviz kuruna geçer. (Shf. 106)

 

Türk kambiyo rejimi, tercih tartışmaları ortamında, en liberal Batı ekonomilerinin kambiyo sistemiyle karşılaştırılabilecek bir rahatlığa kavuşturulur. Devlet İhale Yasası'nı yeniden düzenlerken, vergi yasalarını gözden geçirir. Mahalli idarelerin güçlendirilmesi amacıyla genel bütçedeki vergi gelirlerinden aktarılan yüzde 5'lik pay ikiye katlanır.

Kamu gelirlerini artırmak, ekonomide etkinliği sağlamak için vergi yasalarında değişiklik yapılıp, sekiz kalem vergi yürürlükten kaldırılırken; çağdaş vergilendirme açısından belli kolaylıklar sağlayan, vergi denetiminin etkinliğini artıran ve genel bir vergi olması nedeniyle kaynak tahsislerinde etkinliği bozmayan Katma Değer Vergisi (KDV) uygulaması başlatılır.

Serbest piyasa ekonomisinin oluşması için Serbest Ticaret Bölgeleri kurulur. Ekonominin en büyük sorunu olan sermaye yetersizliğini gidermek amacıyla yabancı sermayenin Türkiye'ye akışını sağlayacak mevzuat değişiklikleri yapılır. Türkiye'ye yabancı sermaye akışı sağlanır.

Bankacılık sistemini değiştirir, mali piyasaları canlandırır. İmar affını çıkarır, kambiyo suçlarını affeder. Klasik devlet anlayışını terkeder, merkezi otoriteyi bölgesel alanlara götürür, yerel yönetimlerin gelir ve imkânlarını artırır. Tabuları yıkar. Türkiye'nin Batı ile entegrasyonunu sağlar.

Türk Ceza Kanunu'ndaki 141-142 ve 163. maddeleri kaldırarak, demokratikleşmede o güne kadar kimsenin cesaret edemediği önemli adımlar atar. Türk insanına özgüven kazandırır. İsteyen, istediğini almasını bilen yepyeni bir insan tipi çıkarır ortaya. Bazı sanayicilerin "dayanamayız, batarız" itirazlarına rağmen, tam üyelik için Avrupa Topluluğu'na başvurur. Gelişmiş ülkeler düzeyinde telefon sistemi, havaalanları ve bütün yurdu saran otoyollar yapılmasını gerçekleştirir. Bilgisayarı günlük hayatımıza sokar. (Shf. 107, 108, 109, 110)

 

Elektrik enerjisi üretimi, 1983'ten itibaren, sanayi üretimine darboğaz olmaktan tamamen çıkar. Hatta 1975'te 96 Gwh miktarda başlatılan ve 1983'te 2233 Gwh'ye çıkan elektrik enerjisi ithalatı, iç kaynaklardan sağlanan elektrik enerjisi miktarındaki artış nedeniyle 1986'da büyük ölçüde azalır, daha sonra tamamen kaldırılır. Elektrik enerjisi ithal eden Türkiye, iç talebi bütünüyle karşılayacak elektrik enerjisi ürettikten başka, Bulgaristan gibi komşu ülkelere ihracat da yapmaya başlar.

Elektrik enerjisi üretiminde sağlanan gelişmeler paralelinde, köy elektrifikasyonu çalışmalarına da hız verilir. Tüm köylerin elektriklendirilmesi sağlanır. Özal'ın çok önem verdiği sektörlerden biri de turizmdir. 1983'ten itibaren turizm teşvikleri genişletilir. (Shf. 115)

 

Türkiye'de telefonu bulunan köy sayısı 1975 yılında 3427 iken 1989'da 37.664'e çıkar. (Shf. 116)

 

25 Mart 1984 gece yarısına doğru seçim sonuçları belli olmaya başlar. Oyların partilere dağılımı şöyledir: ANAP yüzde 41.5, SODEP yüzde 22, DYP yüzde 13.72, HP yüzde 8.5, MDP yüzde 7.87, RP yüzde 4.73. (Shf. 118)

 

Gazeteci Yavuz Donat'a 1987 yılında gönderdiği bir mektup, Türkiye'nin nereden nereye geldiğinin ve o güne kadar yapılanların anlatılması bakımından önem taşıdığı için, o mektubun tam metnini kitabımıza almayı uygun gördük.

Donat'ın, Tercüman gazetesindeki köşesinde, 16 Mayıs 1987'de, "Alt Kattakiler" başlıklı bir yazı yayınlanır. Yazıda, bazı Avrupa ülkelerindeki işçilerin kazançları, ödedikleri vergi oranlan rakamlarla anlatılır ve Türkiye'deki durumla mukayese edilir.

Özal, o yazıya cevap olarak Donat'a gönderdiği mektupta şöyle der:

“Yavuzcuğum,

Yazdığın yazıları ne kadar dikkatle okuduğumu bilirsin, 16 Mayıs Cumartesi günkü yazında verdiğin rakamları dikkatle okudum.

1980'de sadece 18.345 köyümüzün elektriği vardı. Bugün 'hemen hemen bütün köylerimizin elektriği var.

1980'de sadece 11 köyde otomatik telefon vardı. Bugün 10 binden fazla köyde otomatik telefon, 26 binden fazla köyde telefon var. İçme suyu, köy yolu, sağlık ocağı ve okul durumu da her geçen gün biraz daha iyiye gidiyor.

Önümüzdeki yıllarda konut yapma seferberliğini daha büyük ölçüde köylere taşıyacağız.

Çiftçimiz, Avrupa çiftçisi gibi daha kaliteli evlerde oturabilecek.

Onun için karşılaştırma yaparken, köylünün menfaatini de hesaba katmak gerek. Köylüye oyunu almak için birkaç kuruş fazla ver, ama köye hizmet götürme. Bu bizim politikamız değil. Biz, köylünün gerçek dostu olduğumuzu iddia ediyoruz.

Köylüyü elektriksiz, susuz, yolsuz, telefonsuz, okulsuz, sağlık ocaksız yaşatanlar, nasıl kalkıp da köylü dostu olduklarını iddia edebiliyorlar, şaşırıyorum.

Yavuzcuğum,

Evet, itiraf ediyorum. Biz bol keseden ulufe dağıtmıyoruz. Ama Türkiye'nin böyle yapa yapa nereye geldiğini gördük.

Eğer Avrupa'ya yetişmek istiyorsak, başka çaremiz var mı ? 1980 yılında Türkiye, Avrupa'nın en az gelişmiş ülkesiydi. (Shf. 131, 132, 136)

 

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ'un görev süresi 30 Nisan 1987'de doluyordu. Teamüle göre Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun'un Genelkurmay Başkanlığına getirilmesi gerekiyordu. Hatta Öztorun, atama kararı daha Bakanlar Kurulu'na gelmeden tören davetiyelerini bile dağıtmıştı. Davetiyede, "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ'un görevini Orgeneral Necdet Öztorun'a devri münasebetiyle, 2 Temmuz 1987 günü saat l0.30'da Genelkurmay Başkanlığı'nda yapılacak törene, eşinizle birlikte şeref vermenizi arz ederim" deniliyordu.

Başbakan Turgut Özal, 29 Haziran 1987 Pazartesi sabahı, İstanbul'da Tarabya Oteli'nden ayrılırken bomba gibi patlayan şu açıklamayı yaptı: "Hükümet, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun'un Genel Kurmay Başkanlığına gelmesini istemedi. Benim tarafımdan da bu husus Sayın Cumhurbaşkanına da iletildi. Ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sayın Necip Torumtay'ın önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na ve bilahare Genelkurmay Başkanlığı'na getirilmesi uygun görüldü.” (Shf. 137, 138)

 

24   Haziran   1987   günü   topladığı   Bakanlar  Kurulu'nda şunları söyler: "Bu bir fait accompli'dir (oldu bittiye getirmek). Biz buna gelmeyiz. Genelkurmay Başkanlığı'nda bir plan yapılmış. 2000 yılına kadar komuta kademesinin kimlerden oluşacağı tespit edilmiş. Böyle bir tespitten bizim haberimiz yok. Hükümet olarak bizim dışımızda geliştiriyorlar. (Shf. 139)

 

Ertuğrul Özkök'e, 1993'de olayı şöyle anlatacaktır: “Bunu bir nevi alışılmış usülleri değiştirmek için yaptık. Çünkü 1960'tan sonra hiçbir hükümet Genelkurmay Başkanı'nı kendisi tayin edememiştir. Belli sırayla gelmiştir. İlk defa 87'de oldu hadise. Bu gün de olabilir onu açıkça söylüyorum. Artık bundan sonra iş normal düzenine girmiştir. Hükümetler, Genelkurmay Başkanı'nı kendileri tayin ederler. Liyakat esasına göre, beğendiği esasa göre onu getirir.” (Shf. 140)

 

1 Ocak 1987'de İstanbul'da toplanan Dünya Ekonomik Forumu'nun yuvarlak masa toplantısında, siyasi yasaklarla ilgili bir soruya Özal şu yanıtı verir: “Bu yasağa karşı olduğumu ifade edeyim. Ancak bu yasak halk tarafından kabul edilmiştir. Kararı halk verebilir”. (Shf. 155)

 

Meclis, Başkan Necmettin Karaduman'ın çağrısıyla 16 Ekim 1987 günü olağanüstü toplanır. Erken seçimin 29 Kasım'da yapılması kararlaştırılır. ANAP, 1983 seçimlerine göre oy kaybına uğramasına rağmen, milletvekili sayısını 211'den 292'ye yükseltmeyi başarmıştır. (Shf. 156, 157)

 

Ertugrul Özkök'ün dediği gibi, "Hepimizin hayatında, hepimizin her gününde, hepimizin belki her saatinde çok katıldığımız, belki de çok kızdığımız, fikirleriyle bizi sarsan bir siyasetçi... Tişörtle askeri birlik denetleyen, uçakla Cezayir'e giderken Cezayir halkından özür dileyerek tarihi bir yanlışı düzelten, ama aynı zamanda bizi kızdıracak, bizi sinirlendirecek, 'bu kadar da olmaz' dedirtecek demeçleriyle, açıklamalarıyla bizi sarsalayan bir insan... Sadece Türkiye'ye değil, çevredeki ülkelere dünyaya yepyeni bir tartışma ortamı sunan bir insan, bir siyasetçi, bir devlet adamı..." (Shf. 159)

 

ANAP'ın grafiği düşme trendindeydi. 1983 milletvekili seçimlerinde yüzde 45.15, 1984 yerel seçimlerinde yüzde 51.5 oy alan parti, 28 Eylül 1986'da yapılan milletvekili ara seçimlerinde yüzde 32, 29 Kasım 1987'deki erken genel seçimlerde yüzde 36.3 oy alabilmişti. Kamuoyu yoklamaları ANAP'ın halk desteğini daha da kaybetmiş olduğunu gösteriyordu. (Shf. 180)

 

Yerel seçimlerin resmi sonuçlarına göre, ANAP 4.809.406 (yüzde 21.80), Sosyal Demokrat Halkçı Parti 6.347.958 (yüzde 28.71), Doğru Yol Partisi 5.859.438 (yüzde 25.15), Demokratik Sol Parti 1.996.420 (yüzde 8.5), Refah Partisi 2.165.029 (yüzde 9.78), Milliyetçi Çalışma Partisi 914.911 (yüzde 4.14), Islahatçı Demokrasi Partisi 205.781 (yüzde 0.95) ve bağımsızlar 106.101 (yüzde 0.48) oy almıştı. ANAP, 1987  seçimlerine  göre  3.894.924 oy  yitirmişti. Çünkü o seçimlerde aldığı oy 8.704.335'ti. (Shf. 183)

 

ANAP'ın İstanbul'da aldığı oylar, Türkiye ortalamasının biraz üstünde olmakla birlikte, 1987 seçimlerine göre büyük gerileme göstermişti. 1987'de yüzde 39.7 olan oy oranı 1989'da yüzde 22.67'ye gerilemişti. SHP'nin oyları ise yüzde 29.8'den yüzde 35.79'a yükselmişti. (Shf. 184)

 

Özal, bürokratlardan, kambiyo mevzuatının mümkün olduğunca basitleştirilmesini ister. Bürokratlar yoğun bir çalışma yapar ve Özal'a tam beş kez gidip gelirler. Mevzuatı ancak 75 sayfaya indirebilmişlerdir. Özal, "Hayır, mevzuat 15 sayfaya inecek" der. Bürokratlara göre bu mümkün değildir. Bütün hünerlerine ve çabalarına rağmen, mevzuatı en az 30 sayfaya sığdırabilirler. Özal, 15 sayfada ısrar edince, Hazine'de Banka ve Kambiyo Genel Müdürü Aytekin Tece dayanamaz “Efendim bizi işsiz mi bırakacaksınız?” deyiverir. (Shf. 185, 186)

 

Türkiye, dünya ekonomik konjonktürünün elverişsizliğine rağmen, 1990'da gerçekleştirdiği yüzde 9.2'lik büyüme hızıyla, 24 OECD ülkesi arasında birinci sırayı almıştı. EMF ve IMD raporuna göre, genç müteşebbis potansiyeli bakımından Almanya ve Portekiz'den sonra üçüncü sıradaydı. Aynı raporda, malları dış pazarlara en hızlı uyum sağlayan ülke olarak birinci sırada Japonya gösterilirken, Türkiye, Danimarka'nın önünde dokuzuncu sırada bulunuyordu. (Shf. 188)

 

Özal, ikinci tur oylamada da üçte iki çoğunluğu sağlayamayınca, üye tamsayısının salt çoğunluğunun yeterli olduğu üçüncü tur oylamada Cumhurbaşkanı seçilecekti. 31 Ekim 1989 günü yapılan üçüncü tur oylamada Özal'a 263 oy verilmişti. (Shf. 212)

 

Olağanüstü kongrenin yapıldığı 17 Kasım 1989'dan, 15 Haziran 1991'deki büyük kongreye kadar geçen zaman içinde, ANAP'ta önemli olaylar ve gelişmeler yaşandı. Özal, ANAP'a daha liberal bir çehre ve yeni bir vizyon kazandırmak istiyordu. Bunun için, eşi Semra Ozal'ın İstanbul İl Başkanlığı'na seçilmesini sağladı.

Partiye daha liberal bir çehre kazandırma çabalarına karşı çıkanları "Cahiliye devri artıkları" diye suçluyor, yeğeni Hüsnü Doğan'ı Milli Savunma Bakanlığı'ndan azlediyordu. Büyük kongre 15 Haziran 1991'de toplandı. Elektrikli bir havada başlayan kongreyi salona kurdurduğu Tv sisteminden izleyen Özal, Namık Kemal Zeybek konuşması sırasında "Mesut Yılmaz ajandır" deyince, Yıldırım Akbulut'un kaybedeceğini anlamıştı.  (Shf. 253)

 

Gazeteci Yavuz Gökmen'e göre “Bu iki adam hiç benzeşmedikleri için, birbirlerine tahammül etmeleri de mümkün değildi. Özal bir beyin olduğu kadar, bir duygu adamıydı da. Oysa, Yılmaz'da duygusallıktan eser bulamazdınız. Daima bir madeni cisim izlenimi verirdi, gülümsemesi bile anlıktı”. (Shf. 257)

 

Özal hükümetinde Kültür ve Turizm Bakanı olan Mükerrem Taşçıoğlu'na gazeteci Yavuz Gökmen bir gün sormuştu: “Özal'ı seviyorsunuz değil mi?”

“Nasıl sevmem” demişti. “Ben perşembe pazarında boru satıyordum, adam beni bakan yaptı”. (Shf. 259)

 

Mesut Yılmaz tekrar Genel Başkan seçildi, Özal'la ANAP arasındaki son bağ da kopmuştu. ANAP artık, Özal'ın büyük emekle kurduğu, özenle büyüttüğü ve zaferden zafere koşturduğu parti değildi. Yenilikçi ve değişimci kimliği tarihe karışıyordu.

Özalcı milletvekilleri aynı gece biraraya gelerek ANAP'tan istifa etmeye karar verdiler. Başta Hüsnü Doğan, Yusuf Bozkurt Özal, Ercüment Konukman, Halil Şıvgın, İbrahim Özdemir ve Tunca Toskay olmak üzere 16 milletvekili partiden istifa etti. (Shf. 260)

 

ANAP'tan istifa eden milletvekilleri, Özal'ın ikinci değişim programı bayrağını taşıyacak yeni bir parti kurmayı kararlaştırdılar. Hüsnü Doğan parti programım yazmakla görevlendirildi.

Yeni parti 15 Nisan 1993'ten sonra kurulacaktı. Özal'ın 17 Nisan 1993'de vefat etmesi üzerine, kuruluş çalışmaları geçici olarak askıya alındı. (Shf. 261)

 

Özal, bürokrasi ile ilgili şu tesbite bulunuyordu:

“Bunları niye yapmadınız diye sorabilirsiniz. Türkiye'yi idare eden bürokrasidir. Bürokrasiyi ikna etmek lazım. Bürokrasi Türkiye'nin gücü ise, ihmal etmemek, kavga etmemek lazım. Kavga ederseniz bürokrasi sizi perişan eder”. (Shf. 286)

 

Dr. Hikmet Özdemir'in ifadesiyle “Turgut Özal, Doğu ile Batı'nın başarılı bir sentezi idi. Tarihle barışmayı ve buradan alacağımız güçle, 21'inci yüzyıldaki yerimizi işaret eyledi. En büyük arzusu bu idi. Büyük değişim ve güçlü Türkiye”. (Shf. 308)

 

"Orta Asya gezisinin başı... Ankara'dan kalkan uçak Taşkent'e doğru yol alıyor. Kısa bir süre sonra Özel Kalem Müdürü Volkan Bozkır'ın bana işaret ettiğini farkediyorum. Ona ayrılan ön tarafta, solda, eşiyle kendisine ayrılan iki koltuk ve masa, sağda, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'e ayrılan koltuk var. Elimin boş olduğunu görünce, 'Hani Bilgisayarın?' diye soruyor.

Bilgisayar son zamanlarda en büyük tutkusu olmuştu. Kendimden biliyorum, bilgisayarla meşguliyet asla zaman kaybı değil, oynarken bile insanın düşüncelerini kıvraklaştırıyor. Çankaya'da, kendisine ayrılan köşkün ikinci katının bir bölümünü, bilgisayarlardan oluşan bir tür 'harekât odası' haline getirmişti. Uzmanlar, devletin ona yönelik özel arşivini bilgisayarlarda tutuyorlardı. O da, çıktığı her ABD gezisinde program koleksiyonunu zenginleştiriyordu. Taşkent yolunda iki yeni programı, kendisine hediye edilmiş renkli dizüstü bilgisayarında benimkinin belleğine bizzat kaydetti. (Shf. 312)

 

"Her özelliğiyle farklıydı. Bundan sonra hiçbir politikacı uçakta atari oynamayacaktır herhalde. Yahut da 'amiral battı' oynamayacaktır. On yıl süresince, on saatlik, onbeş saatlik uçak yolculukları olurdu. O yüzden perdeler kapatılırdı, uyku maskeleri takılırdı. İşte, bir saatte gelir, 'kalkın, benim aklıma şöyle bir fikir geldi' der, o anda herkesi uyandırır, uçağın içini okul yatakhanesi gibi neşe ile doldururdu. Özal'la seyahat etmek gerçekten mesleki bir keyifti.

Uçağın ön tarafından Semra Hanım'la birlikte oturur, sonra arkaya gazetecilerin arasına gelirdi. Özal, bir gazeteci için tahmin edilemez kişiliği olan insandı. Sürprizler yapardı.

Geçmişteki olaylardan etkilenip etkilenmediğini belli etmezdi. Bir açık poker oyuncusu gibiydi.

Dinsel inançları çok kuvvetliydi. Mütevekkil insandı. Bu, bütün siyasi performansını da, eylemlerini de, dünya görüşünü de yaklaşımlarını da belirleyen bir öğeydi. Olayları zorlardı ama sonra kendi haline bırakırdı. Bu kendi haline bırakma hali de, sonunda hep ondan yana olageldi.

Hastaneden izin alıp en yakınındaki Shopping Genler1 de bilgisayar mağazasına gittiği olurdu. Gazetecileri de yanında götürürdü. Tabii yayınları yakından takip ettiği için dükkâncıların hayretini çekecek kadar bilgi yüklü olurdu. 'Bu yeni ürünlerin yeni bir modeli var mı?' diye sorardı. Çok şaşırırlardı. Hatta bir gün, bir arkadaşımız, onun, masaj yapan kocaman bir koltuğa oturmasını istedi. 'Ben buna her gün oturuyorum, aldırttım, Köşkte var zaten' dedi. Dükkân sahibine bu söylendi. Dükkân sahibi 'üç ay olmadı bu bize ulaşalı, size nasıl ulaştı ?' diye hayretini gizleyemedi. Özellikle teknik ve ekonomik konularda yeni yazılmış iddialı kitap ve yayınları hemen alırdı. Müzakere etmekten, konuşmaktan, fikir almaktan hoşlanırdı. Ama sonuçta yine kendi bildiğini yapardı. Ama kimin ne dediğini dinlerdi. İyi bir dinleyiciydi.” (Shf. 313, 314)

 

Özal'ın, Türkiye ve Yunanistan karşılıklı olarak birbirlerinin vatandaşlarına vize uygularken, "Yunanlılardan vize istenmeyeceğini" açıklaması da, ülkesindeki Türk azınlığa jenosid uygulayan Bulgaristan'ın eski Devlet Başkanı Todor Jivkov'a "Bulgaristan'daki bütün Türkleri kabule hazırız" diyerek meydan okuması ve arkasından kapıları açması da, İrak'ta Saddam ordularının önünden kaçan 200 bin Kürt'ü topraklarımıza kabul etmesi de, ulusal ve uluslararası alanda büyük yankılar uyandıran cesur ve pervasız girişimleriydi.

Özal, "Hatamız Türkiye'yi olduğundan ufak görmemizdir. Elalem bizi 3-4 misli büyük görüyor. Bölgemizde büyük bir güç olarak sayıyor. Biz ise aksine kendimizi küçük görüyoruz. Bir türlü meseleler karşısında birlik kuramıyoruz" diyordu.

"Kapı açıldı ve içeri şişman, kısa boylu, çirkin bir insan girdi. Biz, tam takım hazırdık. Aramızda bakıştık. Konuşmaların ilk beş dakikası nezaket sözleriyle geçti. Arkasından Özal bize Ortadoğu'yu, Amerika'yı ve Türkiye'yi anlatmaya başlatı. Öylesine ilginç saptamalar yapıyor, öylesine etkili sözler söylüyor ve öylesine etkili bir bakışla gelişmeleri anlatıyordu ki, biz donup kaldık. On dakika önce kapıdan giren şişman, kısa boylu o adam gitmiş ve yerine bütün odayı dolduran bir başka adam gelmişti. O günü hiç unutamam. Turgut Özal bu toplantıdan sonra AT Komisyonu'nun sözlerine en çok inandığı lider oldu." (Shf. 318)

 

Onun geniş ufuklu dış politikasının boyutları Amerika'dan Japonya'ya, Avrupa'dan ve Balkanlar'dan Kafkasya ve Orta Asya'ya, Karadeniz'den Ortadoğu'ya kadar uzanıyordu. Atatürk gibi o da "Bölgesel işbirliği''ne önem veriyordu. Barış Suyu Projesi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEIB), İran ve Pakistan'la birlikte gerçekleştirilen ve daha sonra bazı Türk cumhuriyetlerinin de katıldığı ECO, Özal'ın bölgesel işbirliğini amaçlayan dış politikasının yaratıcı, başarılı ve somut örnekleriydi. Özal'ın dış politikasının temel ilkelerinden birinin "Bölgesel İşbirliği" olduğunu Yusuf Bozkurt Özal da vurgular. Yusuf Bozkurt Özal'a göre, "Karadeniz Bölgesel işbirliği Projesi hu bakımdan büyük ve önemli bir projedir. Özal yaşasaydı, Türkiye bugün sadece iç politika ile meşgul olmazdı. Geri kalmışlıktan, orta seviyedeki bir ülke konumundan; dünyadaki bütün dengeleri hesap eden, Büyük Okyanus'tan Atlas Okyanusu sınırına kadarki bölgede bütün meselelerle uğraşan, bölgesel işbirliği içinde olan bir ülke konumuna gelirdi."

Hüsnü Doğan'a göre de "Özal, dış politikaya çok farklı bakardı. Türkiye'de çok uzun yıllar dış politikalar dar kalıplar içinde yürütülmüştü. Özal dış politikaya cesaret ve basiret getirmişti”. (Shf. 319)

 

Cumhurbaşkanı Özal, 6 Eylül 1991'de, "Federasyon dahil herşeyi tartışmalıyız" deyince, Türkiye'de yer yerinden oynadı. Bundan, Özal'ın Güneydoğu'da "federasyon" istediği anlamını çıkaranlar büyük tepki gösterdiler. Oysa Özal, federasyon dahil herşeyin tartışılmasıyla, federasyonun ne kadar Kürtlerin aleyhine olacağının bütün açıklığıyla ortaya çıkmasını istiyordu. (Shf. 325)

 

Turgut Özal'ın başlıca ideallerinden biri de Türkiye'yi bilgi toplumuna geçirmekti. Boş tartışmalar yerine bilgi toplumuna nasıl geçileceğinin konuşulmasını, araştırılmasını istiyordu. Çünkü bütün ileri toplumlar ya bilgi toplumuna geçmişlerdi, ya da bilgi toplumuna doğru yaklaşıyorlardı.

Özal, 1991'de Singapur'a yaptığı geziyle ilgili anılarını anlatırken şunları da söylüyordu :

"Ben, en son Singapur'da, orayı 27 sene başarıyla idare etmiş Lee Kuan Yew diye bir zatla iki saat görüştüm. Daha evvel de tanıyordum. Türkiye'ye geldi, beni ziyaret etti. O konuşmada anladım ki, Singapur -2,5 milyonluk bir yer- bir yüksek teknolojiye doğru gidiyor. Ve diğer bütün meselelerini çözmüş bir bilgi toplumu oluyor. Orada artık sanayi bile düşünülmüyor." (Shf. 327)

 

Kendisi 65 yaşında bilgisayar kullanmayı öğrenmişti. Kardeşi Yusuf Bozkurt Özal, Özal'ın bilgisayar tutkusunu anlatırken “Bu konuya vakıf olduğum için beni çağırırdı. Bilgisayarın başında saatlerce, bazen sabaha kadar vakit geçirdiğimiz olurdu. O kadar ayrıntılı bir şekilde öğrendi ki, ben bile hayret etmiştim” der. (Shf. 330)

 

“Sabah namazıydı. Sağa dönüp selam veriyordum ki, baktım arka tarafta Cumhurbaşkanı Özal duruyor. Titrediğimi hissettim. Namaz bittiğinde hemen dönüp elini öptüm, hıçkıra hıçkıra ağlayarak... Sonra beni cemaat takip etti. Yanında da Devlet Bakanı Cemil Çiçek vardı. Sessizce gelip camide sabah namazı kılan bir Cumhurbaşkanı...” (Shf. 331)

 

Namazdan sonra imam bir konuşma yaptı. 'Biz çok devlet adamı gördük. En yakınlarının cenazesinde bile caminin avlusuna girmez, caminin dışında beklerlerdi. Allah'a hamd ederim ki ilk defa bir devlet adamı, bir Cumhurbaşkanı camimize hem de sabah namazı kılmaya geliyor dedi.

Turgut Bey de çok duygulanmıştı. Tahmin ederim 75-80 yaşlarında aksakallı bir ihtiyar, yanıbaşında namaz kılıyordu. Herhalde kulağı da biraz zor duyuyordu. Alışılmamış olağandışı hareketliliğin sebebini 'İmam efendi ne oluyor? diye sordu. İmam 'Cumhurbaşkanımız namaza geldi' dedi. Aksakallı ihtiyarın gözleri doldu. (Shf. 332)

 

Başbakan olarak ilk Hac'ca giden de Turgut Bey'dir. Bunları hem inandığı için yapıyordu, hem de devlet-millet kaynaşmasını daha iyi sağlamak için... Devlet-millet kaynaşmasında dinin önemli bir faktör olduğuna inanıyordu. Vatandaşın, toplumun, milletin, kendisini yönetenlerin de kendisi gibi inandığını görmesi halinde devlete bağlılığının artacağını söylüyordu. Özellikle Cumhurbaşkanı olduktan, biz de siyasetten ayrıldıktan sonra ilişkilerimiz ağabey-kardeş düzeyinde sürdü. Son zamanlarda Cuma namazını Muhafız Alayı'ndaki camide birlikte kılıyorduk. Namazdan sonraki bir saatlik boş zamanında da bu ve benzeri şeyleri konuşurduk." (Shf. 333)

 

Turgut Özal Türk kültürüne de önemli katkılarda bulundu. Milli kültürün köklerine bağlı bir anlayışa sahipti. Bazı kültürel tabuları da yıktı. Kültür Bakanlığı bünyesinde halk müziği, klasik Türk müziği yanında tasavvuf müziği toplulukları onun zamanında oluşturuldu. Mevlana ve Yunus Emre gibi Türk-İslam büyüklerinin uluslararası boyutlarda anılmasını Özal sağladı. Mevlana törenlerine giden ilk Cumhurbaşkanı'ydı. (Shf. 346)

   
 
 
 
 


“Bizim teknik adamlarımıza bunu bir türlü anlatamadım” diye yakınarak başlıyor söze: “Bir futbol maçı, herbiri 11 kişiden oluşan iki takımla, yani toplam 22 futbolcu ile oynanır. Maçın süresi 90 dakika olduğuna göre, bir futbolcu maç süresince topla sadece ortalama 4 dakika oynuyor demektir. Geriye kalan 86 dakika ise topsuz geçiyor. Bu durumda, futbolcuların topla oynamaktan ziyade, topsuz alanda oynamayı bilmeleri gerekir. Yani futbolculara antremanlarda bol bol şut atmayı, topla oynamayı öğretmek yerine, onları okul öğrencileri gibi sıralara oturtup, kara tahta başında pratik dersler verilmeli, topsuz alanda nasıl oynamaları ve ne yapmaları gerektiği öğretilmeli...”

Spor yazarı Atilla Gökçe anlatır: “Ocak 1985... Ankara'da eski Başbakanlık binasında toplandık. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Turgut Özal, spor yazarı, spor yöneticisi, klüp başkanı, sporcu, antrenör hepimizi başkente çağırmış, dört saat süreyle spor konuşuyor, spor tartışıyor.

Türk sporunun en eski, en kurt yöneticileriyle çatır çatır spor tartışıyor... Toplantı sonunda anladık ki, bizim spor uzmanı kesilen yönetici, başkan ve antrenör dostlar hiç iyi hazırlanamamışlar. Özal, hepsinden ileride... Tartışmanın liderliğini O yapıyor”. (Shf. 355, 356)

 

Almanya Cumhurbaşkanı Richard von Wiezsacker, İrlanda Cumhurbaşkanı Mary Robinson, Kazakistan Devlet Başkam Nursultan Nazarbayev, Azerbaycan Devlet Başkanı Ebulfez Elçibey, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter Petrosyan, Moldova Cumhurbaşkanı Sinagur Mircea, Gürcistan Cumhurbaşkanı Edvard Şevardnadze, Acaristan Özerk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Aslan Abasidze, Yunanistan Başbakanı Konstantin Miçotakis, Tunus Başbakanı Muhammed Karovi, Kırgızistan Meclis Başkanı Medetkan Serimkulov, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Meclis Başkanı Haydar Aliyev, İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez, Bahreyn Dışişleri Bakanı Muhammed Mübarek El Halife, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Cliffton Warton, ABD Dışişleri eski bakanı James Baker, Kürdistan Yurtseverler Birliği Lideri Celal Talabani, AT Komisyonu adına Hans von den Broek, İngiliz Hükümeti ve Kraliyet ailesini temsilen Dışişleri Bakan Yardımcısı Linda Chalker, Fransa Dışişleri Bakanı Gerard Longvet. (Shf. 395)

 

(Türk Haberler Ajansı Yayınları, Ankara, Nisan, 1994, 397 sahife)

Güncel Haberler