Tek Partili Cumhuriyet
(Mahmut Goloğlu, Kalite Matbaası, Ankara: 1974 )
ÇOK PARTİLİ DÖNEM ARTIKLARININ TEMİZLENMESİ
1924 yılında kendiliğinden meydana çıkan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi adındaki muhalefet kuruluşunun, cumhuriyete karşı olan kimselerce de benimsenmiş olması nedeniyle kapatılmasından ve gerek bu parti, gerekse bu partiyi tutacaklarından kuşku duyulan eski İttihat ve Terakki Partisi artıklarının İstiklal Mahkemesi kararlarıyla ortadan kaldırılmasından ve 1930 yılında Mustafa Kemal Paşanın emriyle denenmek istenen çok partili cumhuriyet düzeni için kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi adındaki muhalefet örgütünün toplumca benimsenerek güdümlü yönetim niteliğini yitirmesi ve bu yüzden başarısızlığa uğraması üzerine Türkiye’de, uzun yıllar değişmeyen bir Tek Partili Cumhuriyet düzeni ortaya çıkmıştı (Goloğlu,1974:3 ).
Mustafa Kemal 4.2.1931 de Aydın’da ve 13.2.1931 de Malatya’da Türk Ocaklarını ziyaret etti, yaptığı konuşmalarda özellikle demiryolu yapımının önemi üzerinde durdu. İşte bu gezisinde, Aydın’da Halk Partisini büyük bir yenilgiye uğratan Serbest Partili Adnan Menderes'i tanıdı ve Halk Partisinden mebus yaptı (Goloğlu,1974:7 ).
Çok partili düzen artıklarının temizlenmesinde olduğu gibi, çok örgütlü sosyal düzen anlayışının yerine de, o tek partiye bağlı, tek örgütlü sosyal düzen anlayışının getirilmesi ve eski görüş artıklarının temizlenmesi yoluna gidildi (Goloğlu,1974:7 ).
İlk olarak Türk Ocağı ele alındı. Türk Ocağı, Osmanlı İmparatorluğundaki Türkler arasında birlik ve beraberlik yaratmak amacı ile 190 Tıp Öğrencisi tarafından fiilen 1911 yılında, resmen 1912 de kurulmuştu. Yüzü batıya dönük, uygar, halkçı ve milliyetçi bir kuruluştu. Bir tür Halk Üniversitesi niteliğini gösteriyordu. Bilim ve sanat alanlarında verimli çalışmaları vardı. Fakat artık yerini Tek Partili Cumhuriyet düzenine bırakmak gerekiyordu.
Bu nedenle; 1931 yılı başlarında bir akşam, Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver), Çankaya’ya çağrıldı. Mustafa Kemal Paşa, görüşme konusunun Türk Ocağı olduğunu söyledi ve ilk sözü Türk Ocaklı Vâsıf (Çınar) Beye verdi. Vâsıf Bey; yapılan ve yapılmakta olan devrimlerden sonra, artık Türk Ocaklarına yapacak iş kalmadığını, Türk Ocağı'nın tarihsel görevini tamamladığını anlattı. Türk Ocaklı Dr. Reşit Galip Bey de aynı görüşe katıldığını bildirdi. Bu görüşü belirten bir tutanak düzenlendi. Orada bulunan Celâl Bey (Bayar) ile birlikte hepsi tutanağı imzaladı. Hamdullah Suphi Bey her ne kadar, bu gibi kuruluşların görevlerinin hiçbir zaman bitmeyeceğini anlatmaya çalıştı ise de, Türk Ocaklarının kapatılmaları hakkında peşin ve kesin bir kararın mevcut olduğunu anladı ve sonunda o da tutanağa imzasını koydu (Goloğlu,1974:7-8 ).
10.4.1931 de toplanan Türk Ocakları Kongresi de kendi örgütlerini kapatmaya ve Halk Partisine katılmaya karar verdi. 10.5.1931 de toplanan Halk Partisi Büyük Kurultayı da bu kararı kabul etti. Hamdullah Suphi Bey 25.5.1931 günlü Kararnâme ile Bükreş Elçiliğine atandı, 18.7.1931 de gitti ( Goloğlu,1974:9 ).
Tek Partili Cumhuriyet düzenini tamamlama çabaları sona ermek üzere idi. Fakat bu düzeni benimseyemeyen, kabullenemeyenler arasında mebuslar da vardı. Bu nedenle son çalışmalar Büyük Millet Meclisini hedef aldı. Mustafa Kemal Paşa, bu son ayıklamayı da yapabilmek için. Meclisin kendini yenileme kararı vermesini istedi (Goloğlu,1974:9 ).
Böylece Cumhuriyet Halk Partisi, cumhuriyet düzeninin bütün koşullarını ve kurallarını uygulayacak olan tek örgüt olarak kalacaktı (Goloğlu,1974:10 ).
Gerçekten de durum, tıpkı yukarıda tanımlandığı gibi idi. Parti ile Devlet arasında kesin bir ayrım yoktu. Devleti temsil edenler, çoğunlukla partili kimselerdi. Parti Müfettişleri, devletin de temsilcileri idiler. Devletin politikasını bildirme ve uygulanmasını sağlama, Partinin görevleri arasındaydı. Devlet Başkanı ile Parti Başkanı aynı kimse idi. Uzun süreler Başbakanlık ile Parti Genel Sekreterliği görevleri de aynı kişiye verilmişti (Goloğlu,1974:10 ).
DÖNEMİN MECLİSİNDE BAZI GÖRÜŞMELER
Sözü Antalya Mebusu Nazifî Şerif (Nabel) Beye verdi: Vatana ettikleri bin türlü kötülüklerin cezası olarak sevgili yurdumuzdan kovulmuş olanlara (Kahrolsunlar) diye bağırabildiğim için çok mutluyum diye söze başlayan Nazif’i Şerif (Nabel) Bey; Her türlü alçaklık ve kötülük yapmış olan ve bunları yapma becerisini öz benliklerinde toplamış bulunan serseriler, vatansızlar kaçıp sığınmış oldukları yabancı ülkelerde uğursuz baykuş sesleriyle kutsal varlıklarımıza dil uzatıyorlar. (Küstahlığın da, edepsizliğin de bir sınırı vardır. Onlara bunu bildirmek hepimiz için bir borç, bir görevdir. Oysaki biz vatan hainlerine karşı çok büyüklük gösterdik. Nefes almaya bile hakları olmayanların hayatlarını bağışlayarak Yüz ellilik Listeye koymakla yetindik. Yanlış yapmışız. Yılan her zaman yılandır, zehrini her zaman kusacaktır. O yılanın kafasını ezmek, koparmak gerekir gibi baştan sona hakaret ve küfür dolu sözlerle arkadaşlarının duygularını kamçılayan çok şiddetli ve uzun bir konuşma yaptı.
Son derece duygulanan Bursa Mebusu Rüştü Bey de; '(Onları Hayırsız Ada'ya sürseydik daha iyi ederdik» diye bağırdı (Hayırsız Ada'nın aslı, Hayırsız Adalar'dır. Hayırsız Adalar denen iki adadan birinin adı Sivri ada, ötekinin adı ise Yassıada'dır ve Nazif’i Şerif Nabel, otuz yıl sonra Demokrat Parti Mebusu olarak Yassıada’ya hapsedilmiştir ( Goloğlu,1974:13-14 ).
Konuşmalar bitince Yozgat Mebusu Avni Beyin (Doğan) önergesi okundu: Büyük Milletimizin mutlu talihinin gereği olarak dünyanın en yüksek dâhisi Başkanımız bulunuyor ( Goloğlu,1974:16 ).
Ve Cumhuriyet Halk Partisi de artık bir devlet mekanizması gibi çalışmaya başlamıştı. Devlet işlerinin hepsi önce ilgili ve yetkili parti organlarında görüşülüp karara bağlanıyor, ondan sonra Meclise ya da Hükümete getiriliyordu. Bakanlar Kurulu toplandığı zaman, Bakanlar neyi görüşeceklerini bilmiyorlar, fırsat bulup ta önlerindeki dosyaya bakabilirlerse kendileriyle ilgili konunun ne olduğunu anlıyorlardı.
Bütün bu açıklamalarımızı özetlemek gerekirse diyebiliriz ki; tüm hastalıklara çare olacağına, ulusu çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracağına ve millî iradenin egemenliğini de sürdüreceğine içtenlikle inanılmış olan Tek Partili Cumhuriyet düzeni uygulamaya girmişti. Ne var ki; Tek Partili Cumhuriyet düzeninin uygulamaya konulmuş olmasına rağmen, ekonomik bunalım bütün şiddetiyle devam ediyor ve basında çok sert eleştiriler yayımlanıyordu (Goloğlu,1974:19)
TEK PARTİLİ CUMHURİYET ve BASIN
Tek Partili Cumhuriyet düzeninin uygulamaya konulmuş olmaşı, ekonomik bunalımın getirdiği huzursuzluğu gidermeye yetmemişti. Basın, çok şiddetli eleştirilerde bulunuyordu ve bu hal Tek Partili Cumhuriyet düzenini rahatsız etmekte idi. O halde basını da, Tek Partili Cumhuriyet düzeninin koşul ve kurallarına uydurmak gerekiyordu ( Goloğlu,1974:21 ).
Bazı gazetelerde şöyle yazılar çıkıyordu: Kötü vesileler basın özgürlüğünün boğulmasına yetecek mi? Bugün, Cumhuriyet tarihinde basın özgürlüğünün son günü olmayacaktır. Basın özgürlüğü, padişahların elinden, Cumhuriyetle beraber alınmış bir haktır. Ona kimse ilişemez ( Goloğlu,1974:21 ).
Ve fakat basın özgürlüğü gibi çok yüksek bir hakkı ve kutsal kavramı örtü gibi kullanan beş on yaratığın birkaç gazete çevresinde toplandığını, bunların memleketi anarşiye sürüklemek için her gün bin bir kendini bilmezlikle kötülüğe çalıştıklarını, eleştri ve serbest tartışma ve basın özgürlüğü adları altında ancak düşman devletlerin bozucu ve yıkıcı casusluk örgütleriyle kiralanmış vatan hainlerinin yapabilecekleri alçaklıkların yüz bin kat fazlasını yaptıkları söyleniyordu (Goloğlu,1974:22 ).
Basın Kanunun görüşmeleri sırasında Aksaray Milletvekili Ahmet Süreyya Bey “Alman milletini yetiştiren büyük bilginlerden biri diyor ki; özgürlük bağlılıktır, sorumluluktur, görevdir ve ortak duygudur. O halde hak ve hürriyet kelimelerine dayanarak onları kötüye kullanan düşman basının bozguncu, kışkırtıcı ruhuna engel olacak kesin tedbirler alınsın” dedi ( Goloğlu,1974:9 ).
Ordu Milletvekili Ahmet İhsan Bey, Büyük bilginlerin «Aşırılık, ilkel toplulukların markasıdır» dediklerini, kendisinin basın aşıkı bir kimse olduğunu ve fakat basının da devlet otoritesine karşı olmamak şartıyla özgür olabileceğini, bu nedenle gerekli kanunun yapılması gerektiğine inandığını belirtti (Goloğlu,1974:24 ).
Muğla Mebusu Yunus Nadi Bey; “Basının büyük değerini anlamak için onun yok olduğunu düşünmek yeter” diye söze başladı ve basın özgürlüğünün kötüye kullanılarak kendi kişiliğine de şiddetli saldırılarda bulunulduğunu belirtti (Goloğlu,1974:25 ).
1931 yılı zaten ya harcamaları kısan, ya da yeni vergiler koyan kanunların çıkarılması ile gelip geçiyordu. 27-6.1931 de 1833 sayılı (Arazi Vergisi Kanunu), 4.7.1931 de 1837 sayılı (Bina Vergisi Kanunu), 6.7.1931 de 1839 sayılı (Hayvanlar Vergisi Kanunu), 21.7. 1931 de 1860 sayılı (Muamele Vergisi Kanunu) çıkarılmıştı ( Goloğlu,1974:33 ).
1932’de Londra’da yapılan Güzellik Yarışması'nda, Türk Kızı Keriman Halis'in birinciliği kazanarak Dünya Güzeli seçilmesi üzerine; Atatürk “Türk Soyunun dünyadaki en güzel soyu olduğunu tarihten bildiğim için, Türk Kızlarından birinin Dünya Güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum” beyanatını vermişti ( Goloğlu,1974:148 ).
TEK PARTİ DÖNEMİNDE DİNİ BASKILAR
1932 yılının ilgi çekici olaylarından biri de, tarih değeri taşıyan resmî evrakın kilo ile satılışıdır. Manisa Mebusu Refik Şevket Bey, bir soru önergesi ile konuyu Meclis gündemine getirmiş, Maliye Bakanı Abdülhalik Bey de olayın doğru olduğunu, kilo ile satılan evrakın Bulgaristan’a götürüldüğünü, değerlisi ile değersizini ayırmadan satış yapan memur hakkında soruşturma açıldığını, Bulgaristan’a götürülen evrakın geri istendiğini, bunun üzerine evrakın 33 çuval içinde Elçiliğimize teslim edildiğini ve fakat hepsinin bundan ibaret olup olmadığının bazılarının alıkonulup konulmadığının bilinmediğini söylemişti (Goloğlu,1974:72 ).
Mustafa Kemal Paşa, din alanındaki devriminde bu aşama ile de kalmamış, halkın namaza kendi diliyle çağrılması için ezanın Türkçe okunmasını istemiş ve 1932 yılının başlarındaki bir Kadir Gecesi'nde (Ramazan ayının yirmi yedinci Gecesi’nde) ilk Türkçe Erzan’ı okutturmuştu. İlk Türkçe Kur'an İstanbul’un Fatih Camiinde, ilk Türkçe Hutbe de Süleymaniye Camiinde okunmuştu (Goloğlu,1974:88 ).
Böyle bir havanın hâkim olduğu bir dönemde, Bursa’da bir gericilik olayının kıpırdanışları görüldü. 1.2.1933 günü, Ulu Cami'de namaz kılan yüz kadar kişi, “Ezan başka yerlerde Arapça okunuyor da Bursa’da niçin Türkçe okunuyor ?”diye çıkarılan söylenti üzerine, durumun nedenini öğrenmek için camiin yakınındaki Vakıflar Müdürlüğüne gitmişlerdi. Vakıflar Müdürü, bunun Valiye sorulması gerektiğini söyleyince valiliğe giderek Vali ile görüşmek istemişler ve fakat Valinin evde olduğu cevabını alınca valilik binasının merdivenlerine oturup beklemeye başlamışlardı. Bu sırada durum Valiye bildirilmiş, gerekli güvenlik tedbirleri alınmış, Ankara’ya çekilen bir telgrafla da olay, gericilerin bir ayaklanması diye anlatılmıştı. Resmî kayıtlara ve eldeki belgelerin tümüne göre; Bursa Olayı bitmiş ve Atatürk aynı gün Mudanya’ya oradan da Gülcemal Vapuru ile İstanbul’a gitmiştir. Her ne kadar uzun yıllar sonra, Atatürk’ün Bursa’da gençliğe karşı bir Bursa Nutku verdiği ya da bir konuşma yaptığı söylentileri çıkarılmışsa da yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda bu söylentilerin aslı olmadığı anlaşılmıştır (Goloğlu,1974:89-91 ).
TEK PARTİ GÜNLERİ
26. 10.1933 günü; Hıyaneti Vataniye Kanunu ile mahkûm edilmiş eski Terakkiperver Parti mensupları ile İzmir Suikastı Mahkûmları’nı da kapsamına alan 2330 sayılı Af Kanunu çıkarıldı. Bu aftan yararlanarak çekmekte olduğu hapis cezasından kurtulanlardan biri de, İzmir Suikastı suçlularını yargılayan İstiklâl Mahkemesince bir yakınının da mahkûm edilmesinden duyduğu kızgınlıkla Atatürk hakkında çok ağır ve hakaret dolu bir manzume yazmış olan ve bu nedenle hapse mahkûm edilmiş bulunan genç edebiyat öğretmeni Sabahattin Âli idi (Goloğlu,1974:114).
Kamal özadlı Cumhurbaşkanımıza (Atatürk) soyadı verilmiştir.Teklif oybirliği ile kabul edilerek Mustafa Kemal Paşanın öz adının Kamal (sonra Kemal) ve soyadının (Atatürk) olması 2587 sayı ile kanunlaştırıldı 24.11.1934 (Goloğlu,1974:132 ).
Sonra Atatürk, hazır bulunanlara teker teker düşüncelerini sormuştu. İlk ters karşılığı Yunus Nadi Bey vermiş, Atatürk de onu masadan kaldırmıştı. Buna rağmen Falih Fıfkı Bey de, yapma kelimelerle dilin arınamayacağını söylemiş, o da masadan kaldırılmıştı (Goloğlu,1974:140 ).
Atatürk, kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olması düşüncesinde o kadar gösterişten uzak, o kadar samimi ve gerçekçi idi ki; 1933 yılında Hukuk Fakültesindeki sınavda bir kız öğrenciye “Niçin mebusluk istiyorsunuz da, askerlik istemiyorsunuz? Diye sormuştu” (Goloğlu,1974:149).
Atatürk’ün içki sofralarında görüşülen önemli memleket meselelerinde, sosyal ve bilimsel sorunlarda başarılı sonuçlar alınıyordu (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı idim: 18), fakat özellikle 1930 dan sonraki içki sofralarında hiç değişmeden devam eden bazı kimseler vardı ki, bunlar sadece Atatürk’ü eğlendiriyor, neşelendiriyor ve güldürüyorlardı (Goloğlu,1974:169 ).
Bütün bu olayların yarattığı genel durumun sonucu olarak da söylentiler kulaktan kulağa fısıltı halinde dolaşmaktan çıkıyor, açıktan açığa söyleniyor, konuşuluyordu. Hatta yakın arkadaşlarından Gaziantep Mebusu Nuri Conker, bir gün Atatürk’e “Böyle diktatörce hareketlerde bulunursan, bu milleti ihmal edersen topladığın sevgi ve saygıyı kaybedersin” diyebiliyordu (Goloğlu,1974:171 ).
Ve dikkati çeken bir husus ta şu idi ki; Cumhuriyet Halk Partisi de artık gücünü yitirmiş ve Tek Partili Cumhuriyet düzeni, yerini Partisiz Cumhuriyete bırakır duruma girmişti. (Bu akım zamanla daha da güçlenecek ve ilerde görüleceği üzere Parti örgütleri, diktatörlükle yönetilen ülkelerde olduğu gibi, hükümet kuruluşlarıyla birleşik hale getirilecek, hükümet adamları aynı zamanda parti yöneticileri olacaklardır) (Goloğlu,1974:171 ).
İşte bu sıralardadır ki; o güne kadar Atatürk’e aşırı bağlılığı ile tanınmış olan Urfa Saylavı Ali Saip Ursavaş’ın; komünistlik yoluyla vatana hainlik suçundan mahkûm ve Yüz ellilik olan Çerkeş Ethem'in yurt dışından gönderdiği adamlarla birlikte, Atatürk’e suikast yapmak için gizli örgüt kurmaktan suçlandırıldığı duyuldu ve Büyük Millet Meclisinden yasama dokunulmazlığının kaldırılması istendi (Goloğlu,1974:171 ).
Böylece kurulan ya da uygulanmasına başlanılan devlet düzeni ile sadece ad olarak bir partinin varlığına rağmen, tam bir Partisiz Cumhuriyet dönemine giriliyordu. Nitekim Başbakan İsmet Paşa Mecliste yaptığı bir konuşmada bu durumu açıkça belirterek, (Cumhuriyet Halk Partisi bugün, artık hükümetten ayrı bir politik örgüt olmaktan çıkmıştır. Diyecektir (z.c: 12.6.937) (Goloğlu,1974:220 ).
ATATÜRK’ÜN ÇİFTLİKLERİNİ BAĞIŞLAMASI (1937 HAZİRAN)
Ve bu kanı ile sahibi olduğum çiftlikleri; bütün kuruluşları, hayvanları ve demirbaşları ile Hazineye armağan ediyorum.
Çiftliklerin arazisi ile kurumlarını ve demirbaşlarını özet olarak gösteren liste ilişiktir. Gerekli kanun işleminin yapılmasını dilerim (Listedeki bilgi çok ayrıntılı olup burada son derece özetlenmiştir ) :
Ankara’da Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesut, Çakırlar Çiftliklerinden meydana gelmiş bulunan Orman Çiftliği, Yalova’da Millet ve Baltacı Çiftlikleri, Silifke de Tekir ve Şövalye Çiftlikleri, Dörtyol’da Portakal Bahçesi ile Karabasamak Çiftliği, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği.
Bu yerlerdeki (Bira Fabrikası), (Malt Fabrikası), (Buz Fabrikası), (Soda ve Gazoz Fabrikası), (Deri Fabrikası), (Tarzı Aletleri ve Demir Fabrikası), iki modern (Süt Fabrikası), iki büyük (Yoğurt İmalathanesi), (Şarap İmalathanesi), (Değirmen), iki (Yağ ve Peynir İmalathanesi), iki (Tavuk Çiftliği), iki özel (iskele ve Liman), beş (Satış Mağazası), Çeltik Fabrikasının payı. On altı (Traktör), on üç (Komple Biçer-Döver), bir (Deniz Motoru), beş (Kamyon ve kamyonet), iki (Binek Otomobili), dokuz (Binek ve Yük Arabası). 13 bin yüz (Koyun), 443 (sığır). 69 (At), 58 (Eşek), 2450 (Tavuk) ( Goloğlu,1974:238 ).
Atatürk sözü Ankara Bira Fabrikasının genişletilmesine getirmiş, Tarım Bakanlığının da bu işte anlayışsızlık gösterdiğini belirtmiş ve tarım işlerinin yürütülmesindeki aksaklığı söz konusu ederek genellikle tarım işlerinin iyi yürütülmediğine dikkati çekmiş ve bu eleştirileriyle Tarım Bakanından hoşnut olmadığını anlatmış. Atatürk’ün bu eleştirilerinden sinirlenen Başbakan İsmet İnönü, kendisi ile görüşülmeden olupbittilerle bakanların değiştirilmesinin gelenek haline getirildiğini belirterek bunun doğru olmadığını, artık böyle davranışlara razı olamayacağını anlatmak istemiş ve önemli memleket meselelerinin içkili yemek sofralarında halledilip karara bağlanamayacağını söylemiş. Bu sözlere çok kızan Atatürk de, sofradan kalkıp odasına çekilmiş.
Sebep ne olursa olsun, kesin gerçek şu idi ki: 17.9.1937 günü gecesi Cumhurbaşkanı Atatürk ile Başbakan İnönü arasında şiddetli bir tartışma olmuştur Atatürk de bu tartışmanın yarattığı kızgınlıkla Meclise gitmemişti Atatürk’ün Nöbet Defteri'ne göre de olaylar şöyle gelişmiştir: Atatürk, 18.9.1937 günü saat 13.00 de uyanmış, saat 17.00 ye kadar Köşk'ten çıkmamış, Başbakan İsmet İnönü'yü kabul ederek görüşmüş, saat 17.00 de Keçiören’e ve Çubuk Barajı'na gitmiş, gezinmiş ve dönüşte Meclise uğramışsa da toplantının bittiğini görmüştür (Goloğlu,1974:252 ).
Başbakan Celal Bayar sözlerini şöyle sürdürdü: Orman işlerinde de Şef'in Direktifini izleyerek; orman işletme idarelerinde ucuzluğu ve kolaylığı yaratacak esasları arayacağız (Goloğlu,1974:274 ).
DÖNEMİN ORDU VİLAYETİ MEBUSLARI
1931-1934
249) Ahmet İhsan (Tokgöz) 250) Hamdi (Yalman)
251) İsmail (Camaş) 252) Ali Canip (Yöntem) ( Goloğlu,1974:344 ).
1934-1938
313) Ahmet İhsan Tokgöz 314) Ali Canip Yöntem
315) Dr. Ziya Nakı Yaltırım 316)Hamdi Yalman 317) İsmail Çamaş
318) Muhittin Baha Pars 319) Selim Sırrı Tarcan ( Goloğlu,1974:351 ).
ATATÜRK’ÜN VASİYETNAMESİ
Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrı menkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisine atideki şartlarla, terk ve vasiyet ediyorum.
I — Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2— Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda 1000, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki gibi yüzer lira verilecektir.
3— Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.
4— Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5— İsmet İnönü'nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.
6— Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir ( Goloğlu,1974:355 ).