Kitâbü’z-Zühd Ve’r-Rekâik

 

(Zâhidlik ve İncelikler)

 

 

 

(Abdullah b.Mübarek,Vefa Neş.,1992)

 

 

 

El-Hasen ü'l-Basrî (rh) buyururdu: "Ben öyle insanlara yetiştim ki, onlar dirhem ve dinarlarına değer verdiklerinden daha çok, zamanlarına değer veriyorlardı " (Abdullah b. Mübarek,1992:18)

Abdullah (ibnü Mes’üd) (ra) buyurdu “Muhakkak ki mü’min, günahını şöyle görür: “Sanki kendisi, üzerine çökmesinden korktuğu bir kayanın altındadır. Kâfir de günahını şöyle görür: sanki o (günah), burnuna konan bir sinektir.” (Abdullah b. Mübarek,1992:27-28)

Ağlayan kimseye müjdeler olsun!” (Abdullah b. Mübarek,1992:39)

Ebû Eyyûb el-Ensârî (ra) buyurdu: "Bir adam iyilik yapar ve onun üzerinde konuşur. Küçük günahları da Allah'a gelinceye kadar işler. Böylece helâk'a yaklaşmış olur.”Aynı şekilde: “Bir adam kötülük işler ve ondan çekinir ve korkar. Nihayet Allah’a emin olarak gelir.”

İbnü Hayeviye (rh) buyurdu: “Bir adam bir günah işler, o sebeple daima mahzun olur; nihayet Cennete girer. Ebû Hâzim (rh) de buyurdu: "Bir adam öyle bir kötülük işler ki, eğer iyilik yapsaydı ona bu kötülükten daha faydalı olamazdı. Ve yine o, öyle bir iyilik yapar ki, onun yerine eğer bir kötülük yapsaydı, kendisi için bu iyilikten daha zararlı olamazdı." (Abdullah b. Mübarek,1992:45-46)

Kul, Allah'ın azameti yanında, (ameliyle) bir sineğin ayağı kadar bile bir dereceye ulaşamaz. Süfyân (es-Sevrî) (rh), Zübeyd (rh)'in şöyle söylediğini rivâyet etti. "Her şeyde Allah için bir niyetim olması, bana sürûr verir. Yemede ve uykuda bile…”(Abdullah b. Mübarek,1992:54)

Âişe (ra), Muâviye (raya şu mektubu) yazdı:"Selâmun aleyke! (Besmele ve hamdden) sonra.. Ben Resûlullah (sas)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Kim insanları kızdırmak bahasına, Allah'ın rızâsını ararsa, Allah, insanların şiddet ve ağırlığına (zahmetine) karşı ona yeter. Kim de Azîz ve Celîl olan Allah'ı kızdırmasına rağmen, insanların rızâsını ararsa, Azîz ve Celîl olan Allah onu insanlara terkeder." Selâm üzerine olsun. (Abdullah b. Mübarek,1992:55)

Bir adam bir toplulukta konuşur, konuşması hoşuna giderse sussun. Eğer susuyor ve sükûtu hoşuna gidiyorsa konuşsun." (Abdullah b. Mübarek,1992:55)

Vehb İbnü Münebbih (rh)ten: Hikmet sahiplerinden bir hâkim buyurdu: “Ben Aziz ve Celil olan Rabbım’a Cennet sevabını umarak ibadet etmekten, böylece, verdiği takdirde çalışan, vermediği takdirde çalışmayan bir ücretli gibi olmaktan hayâ ederim.  Yine ben Azîz ve Celîl olan Rabbıma, O'na ateş korkusuyla ibâdet etmekten ve böylece korkarsa çalışıp, korkmazsa çalışmayan, kötü bir köle gibi olmaktan hayâ ederim. Ben O'na, ancak lâyık olduğu için ibadet ederim."Yine Vehb İbnü Münebbih şunu söylemiştir: "Azîz ve Celîl olan Rabbımın sevgisi, Onun sevgisinden başkasının sebeb olmadığı (bir ibâdetin)  benden zuhûruna sebeb olur." (Abdullah b. Mübarek,1992:57-58)

Kab (rh) buyurdu: Vallahi Cennet kadınlarından biri şu dünya semâsından kapkaranlık bir gecede görünseydi, elbette ondan dolayı yeryüzü, ayın bedir halinde aydınlattığından daha fazla aydınlanırdı ve ehl-i arzın hepsi onun yaydığı güzel kokuyu duyardı. Vallahi Cennet ehlinin elbiselerinden bir elbise, bugün dünyaya açılsa, elbette ona bakan bayılır ve gözleri dayanamazdı." dedi. (Abdullah b. Mübarek,1992:60)

İbnü'l-Mübârek (rh)'ten: "Süfyân (es-Sevrî (rh)), Allahu Teâlâ'nın; Musa nın Rabbi, dağa tecelli edince onu sarsılarak yok olucu kıldı  (A'râf: 142) âyet-i kerimesi hakkında: "Dağ arza gömüldü, hatta denize ulaştı ve ondan sonra da gitmekte devam etti." buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:60)

Ebân İbnü Osmân İbni Affân (rh)'dan: Ömer (ra), ölüm anındayken şöyle dedi: "Bana ve anneme yazık.. Eğer mağfiret olunmazsam." Söz bu arada iken vefat etti. (Abdullah b. Mübarek,1992:62)

İbnii'l-Mübârek (rh), Sâlih'ül-Mürrî (rh)’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Elbette ölümü hatırlamam bir saat benden ayrılacak olsa, kalbim, aleyhime olarak bozulur." (Abdullah b. Mübarek,1992:67)

Muhammed'in nefsi (kudret) elinde olana yemin ederim ki, bir ev sevinç ve nimetle dolmaz ki gözyaşı ile dolmasın. Musibet ve hüznün takip etmediği hiçbir ferahlık yoktur.” (Abdullah b. Mübarek,1992:67)

Mübârek İbnü Fudâle (rh), el-Hasen ü'l- Basrî (rh)’nin şöyle dediğini rivayet etti: "Şu kalpleri Allah'ı anmakla cilâlayınız. Çünkü onların paslanmaları sür'atlidir. Şu nefislerin gemlerini çekiniz. Çünkü onlar, arzularına şiddetle meylederler. Nefis, ancak maksatların şerlisine iştiyak duyar. Eğer siz her götürdüğü yere gitmekte ona itaat ederseniz, elinizde bir şey kalmaz. (Abdullah b. Mübarek,1992:68-69)

Abdullah İbnü Mes'ûd (ra) buyurdu: "Dağ diğer dağa: "Bugün senden Allah'ı anan biri geçti mi?" diye sorar. "Evet" derse, onunla sevinir.”

Hüzeyl (rh)'in kölelerinden birinden, "Sevr” rivayet etti ki: "Yeryüzünde herhangi bir yere, alnını Allah için secdeye koyan hiçbir kul yoktur ki Kıyamet günü o yer ona bu hareketi sebebi ile şâhitlik etmesin ve öldüğü zaman ona ağlamasın.” Dedi ve ilave etti: “Bir kavmin konakladığı hiçbir menzil yoktur ki bu menzil onlara ya dua veya lanet etmesin.” (Abdullah b. Mübarek,1992:81-82)

El-Hasen ü'l-Basrî (rh)'den: Resûlullah (sas) buyurdu: "Benim, sizin ve dünyanın örneği, tozla kaplı bir çöle düşen ve ondan ne kadarını gittiğini, çoğunun mu azının mı kaldığını bilmeyen, binekleri yorulup zayıflamış, azıkları bitmiş, çöl ortasında düşüp kalmış ve helâk olacaklarına inanmış, bir kavmin misaline benzer. İşte onlar bu haldeyken, onların karşısına saçından su damlıyarak, yeni elbise içinde, bir adam çıktı. Onlar da: "Muhakkak ki şu adam, kasabaya çok az bir zaman kaldığının bir haberidir." dediler, Nihayet adam onlara ulaştı. Onlara: "Bu haliniz ne?” dedi. Onlar da: "Gördüğün gibi, bineğimiz yorgun düştü, azığımız bitti, çöl ortasında kalakaldık. Ondan ne kadar gittiğimizi bilmiyoruz. Daha çok mu var? Yoksa bir şey kalmadı mı?" dediler.

O: "Eğer sizi, tatlı ve kana kana içeceğiniz suya, yeşil bahçelere götürecek olursam bana ne yaparsınız?' dedi. "Senin hükmüne râzı oluruz." dediler. O adam da: "Bana isyan etmemek üzere ahidlerinizi ve sözlerinizi veriyor musunuz?" dedi. Ona isyan etmiyeceklerine, ahd-ü mîsâklarını verdiler. O da onları çevirdi. Yeşil bahçelere ve kana kana içecekleri bir suya götürdü. Biraz kaldıktan sonra:"Şu bahçelerinizden daha otlu bir bahçeye, şu suyunuzdan daha kandırıcı bir suya geliniz." dedi.

Bunun üzerine o kavmin ekserisi: "Buna bizim gücümüz yetmez, neredeyse şunu bile elde edemeyecektik." dediler. Onlardan bir tâife: "Siz şu adama ona isyan etmeyeceğinize dair ahidlerinizi ve sözlerinizi vermiş değil miydiniz? Hâlbuki o size ilk sözünde doğru söylemişti. Son sözü de ilki gibidir." dediler. O adam yürüdü, bir kısmı da onunla beraber yürüdüler. Onları yeşil bahçelere ve kandırıcı suya götürdü.

Kalanlara gelince, karanlık gecelerindeyken, onlara düşman geldi ve bunun üzerine maktul ve esir oldular." (Abdullah b. Mübarek,1992:124-125)

İbrâhîm İbnü Abdirrahmân İbni Avf (ra)'den: "Ömer İbnü'ı Hattâb (ra)’a İran hükümdarının hazineleri getirildi. Abdullah İbnü Erkânı (ra): "Taksim edinceye kadar, onu, Beytülmal'a mı koyacaksın?" diye sordu.

Hz. Ömer (ra): "Hayır, Allah'a yemin ederim ki, onu verip tüketene kadar, hiç bir çatının altına koymıyacağım." dedi ve mescidin ortasına koydu. Geceyi, onu bekliyerek geçirdiler...

Sabah olunca, üzeri açıldı.. Kırmızı ve beyaz mücevherattan, pırıl pırıl parlayan şeyleri görünce, Hz. Ömer ağladı...

Abdurrahman İbnü Avf (ra) ona: "Ey mü'minlerin Emîri, niye ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki bugün, şükür günüdür, sevinç günüdür, ferah günüdür." dedi.

Hz. Ömer (ra) bunun üzerine: "Yazık sana!.. Muhakkak ki şu, hangi kavme verildiyse, aralarına adâvet ve kin ilkâ edilmiştir." buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:195)

El Hasen ü'l-Basrî (rh)'den: "Hz. Ömer (ra) oğlu Asım (rh)'ın yanına girdi. O sırada et yiyordu. Hz. Ömer oğluna "Bu ne?" diye sordu. O da "Çok fazla arzuladık.” dedi. Hz. Ömer (ra): "Bir şeyi çok arzuladığında her zaman onu yer misin? Bir kişiye, her arzu ettiği şeyi yemesi, israf olarak yeter." buyurdu." (Abdullah b. Mübarek,1992:195)

İbnü Şihâb (rh)'dan: Ömer İbnü'l-Hattâb (ra) iki harap ev arasında durdu. Onlar (geçmişte) filân'a ait iki evdi. Şu atasözünü söyledi: "Kardeşin pişirdi, iyice pişince de külledi." (yani yemeği bozdu.) [Bu atasözü, bir işi yaptıktan sonra onu ilgisizlik veya başa kakmakla harab etmek için söylenir.] (Abdullah b. Mübarek,1992:200)

Abdullah (ra) buyurdu: "Muhakkak ki bu Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın disiplin (vasıtası)'dır. Kim girerse emniyete ulaşır."

Ebû Hüreyre (ra) buyurdu: "İçinde Kur'ân-ı Kerîm okunan evin hayrı çoğalır; orada melekler hazır bulunur ve şeytanlar oradan çıkarlar. Ve muhakkak ki içinde Allah'ın kitabı okunmayan ev, sahiplerine dar gelir; hayrı azalır ve şeytanlar orada hazır bulunur ve melekler oradan çıkarlar.” (Abdullah b. Mübarek,1992:200)

Enes İbnü Mâlik (ra)'den, Resûlullah (sas) buyurdu: "Mi'râc'a çıkarıldığım gece, dudakları makasla kesilmiş adamlar gördüm. "Yâ Cebraîl! Bunlar kimlerdir?” dedim. O da: “Senin ümmetinin, kitabı okudukları halde, insanlara iyilik emredip, kendilerini unutan hatipleridir. Düşünmeyecekler mi?” dedi”.  (Abdullah b. Mübarek,1992:206)

Bir adam Resulallah’a “İman nedir” diye sordu. Efendimiz(sas) “Kötülüğün seni rahatsız ediyor ve iyiliğin sevindiriyorsa, sen mü’minsin!” buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:209)

Sa'd (ra) buyurdu: "Bir mü'min, yalan ve hıyanetten başka, her türlü tabiata alışmış olabilir."

İbnü En'um (rh) buyurdu: Her şeyin kendine mahsus, onu ifsad eden bir afeti vardır.İbâdetin âfeti, "riyâ'dır."Yumuşaklığın âfeti, "her şeye boyun eğip zelîl olmaktır."Hayânın âfeti, "zaaftır."İlmin âfeti, "unutmaktır. "Aklın âfeti, "kendini beğenmedir."Hikmetin âfeti, "çirkin söz ve işdir. "Özlü ve akıllı olmanın âfeti, "kibir ve kendi haddini bilmeyip, aşmaktır."Orta yolu tutmanın, iktisadın (tutumluluğun) âfeti, "cimri ve haris olmaktır."Sevginin âfeti, "kibirdir." Cömertliğin âfetiyse, "saçmaktır." (Abdullah b. Mübarek,1992:210)

Atıyye-t-İbnü Kays (rh)'den: "Avf İbnü Mâlik-i'l-Eşcaî (ra) Kays kabilesinden Muhallem denilen bir adamla din kardeşliği anlaşması yaptı. Sonra, Muhallem (ra)'e eceli geldi.

Avf (ra) onun yanına geldi ve: “Ey Muhallem! Gideceğin yere gittiğin zaman (rüyada) bize dön ve sana yapılan (muameleyi) bize haber ver!" dedi.

Muhallem (ra) de: "Eğer bu, benim gibisi için mümkün olursa, yaparım.” dedi. Sonra, ruhu kabzolundu...

Bundan sonra, bir yıl bekledi. Nihayet Avf (ra) onu rüyada gördü ve "Ey Muhallem! Ne yaptın? Veyâ sizlere ne yaptılar?" diye sordu.

O da: "Ecirlerimiz verildi." dedi.

Avf (ra): "Hepinize mi?" diye sordu.

O da: "Hepimize ecri verildi. Ancak, parmakla gösterilen seçkin kimseler, pek basit şeylerde helâk oldular. Vallahi! Bütün ecrim bana verildi. Hattâ, âilemin, ben ölmeden bir gece evvel kaybolan kedisinin ecri bile bana verildi." cevabını verdi. (Abdullah b. Mübarek,1992:211)

Resulullah şöyle  buyurdu “Allah’a itaat etmeyen kimsenin namazı yoktur. (Abdullah b. Mübarek,1992:214)

Osman İbni Mazun “Ya Resulullah! Bize ruhbanlık (inziva) için izin ver!” dedi. Efendimiz (sas) ”Ümmetimin ruhbanlığı, namazı bekleyerek mescidlerde oturmaktır.” Buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:215)

El-Hasen ül- Basri.(rh) den: Resulullah (sas) buyurdu:” Bir adamı, etrafındaki insanların çokluğu, ‘nefsinin hoşuna gittiği için’ aldatmasın!” (Abdullah b. Mübarek,1992:216)  

Katâde (rh) hazretleri buyurdu: "Bana haber verildi ki Âmir İbnü Abd-i Kays (rh) yolda arkadaşlarından geride kalıyordu. Ona: "Bu koruda aslan var; biz de senin üzerine korkuyoruz." denildi. Bunun üzerine: "Ben, Rabbımdan, kendisinden başka her hangi bir şeyden korkmaktan hayâ ederim!.. buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:218)  

Hammâd İbnü Ca'fer İbni Zeyd (rh), bize haber verdi ki... "Bir gazâda Kâbil'e doğru yola çıkmıştık. Orduda Sıla-t-Übnü Eşyem (rh) de vardı.İnsanlar, gece karanlığı basınca konakladılar. "Ben de onun yaptıklarını gözetliyeyim ve insanların ‘onun ibâdeti’ hakkında dediklerine bakayım." dedim.

Yatsı namazını kıldı, sonra uzandı, insanların gafletini bekledi... O kadar ki "gözleri kapandı" demiştim ki, sıçradı... Yakınımızdaki bir ormana girdi. Ben de onun arkasında girdim. Abdest aldı. Sonra namaz için kalktı. Namaza başladı..

Bir aslan gelip ona yaklaştı. Ben bir ağaca tırmandım. Sen onu şiddetle kovduğunu mu zannedersin? Aksine... Nihayet "Secdeye" vardı. "Şimdi onu parçalayacak!" dedim. Baktım, hiçbir şey olmadı. Nihâyet "tahiyyât'a" oturdu...

Sonra selâm verdi ve: "Ey yırtıcı hayvan! Rızkını başka yerden ara!" dedi. Aslan, kükreyerek uzaklaştı... Dağların ondan dolayı sarsıldığını zannediyordum.

Böylece, namaz kılmağa devam etti. Nihayet, sabaha doğru oturdu ve Allah'ın dilediği kadarı müstesna, benzerini işitmediğim hamd'lerle Allah'a "hamdü senâ" etti.

Sonra şöyle dedi: "Allahım! Senden, beni ateşten korumanı istiyorum! Benim gibisi, Senden Cenneti istemeye nasıl cür'et gösterir?"

Sonra (dönüp) uzandı sabahladı.

Düşman arazisine yaklaşınca kumandan: 'Ordudan kimse, aslâ ayrılmasın!. dedi.

Sıla (rh)'ın katırı da yüküyle beraber gitmişti. O namaz kılmaya başladı. O'na: "İnsanlar geçip gittiler ve bir zaman geçti." dediler. Onlara: "Bırakın beni!.. İki rek'at namaz kılayım!" dedi. Onlar : (Baksana) "herkes gitmiş!" dediler. O ise "İki rek'atçik!" dedi.

Sonra şöyle dua etti: "Allahım!.. Senden ismin hürmetine, katırımı, yüküyle bana geri göndermeni isterim!. Bunun üzerine, hayvan gelip, önünde durdu.

Düşmanla karşılaşınca da o ve Hişâm İbnü Âmir (ra)hümâ, hamle edip; vurup, öldürmekte yapacaklarını yaptılar; düşmanı kırıp geçirdiler.

(Düşman): “Araptan iki adam, bize şunu şunu yaptı; onlarla savaşırsak ne olacak?” dediler ve Müslümanlara istediklerini verdiler!.” (Abdullah b. Mübarek,1992:219-220)

Abdullah İbn'ü Mes'ûd (ra) buyurdu: "İnsanları övmekte ve zemmetmekte acele etmeyiniz!.. Çünkü bugün kardeşinden seni sevindiren bir şey görebilirsin, olur ki yarın ondan gelen bir şey seni üzer; mümkündür ki bugün ondan seni üzen bir şey görürsün. Halbuki, yarın ondan gördüğün bir şey, seni sevindirebilir. (Abdullah b. Mübarek,1992:235)

Lokmân (as)'da şöyle buyurdu: "Oğulcuğum, mümin iki kalp sahibi gibidir. Bir kalp ile ümid eder, bir kalp ile korkar."

Abâye-t-İbnü Rifâa (rh) buyurdu: "Samîmî bir tövbede her kötülüğün keffâreti vardır.” (Abdullah b. Mübarek,1992:241)

Ubeyd İbnü Umeyr (rh) buyurdu: "Mü'minin amel sayfasında, Allah'ı hamdederek yapılmış bir tesbihin bulunması, onun için dünya dağlarının altın olarak onunla beraber yürümesinden, daha hayırlıdır,"

Saîd ü'l-Cüreyrî(rh)'den: bize şöyle dediği ulaştı: "Kâ'b'ın nefsi (kudret) elinde olana yemin ederim ki, "Sübhânallah, elhamdülillah ve lâ ilâhe illallah; vallahu Ekber” tesbihinin, Arşın etrafında, bal arılarının uğultusu gibi bir uğultusu vardır: Tesbih sahiplerini zikrederler.Amel-i sâlih de Allah'ın hazinelerinde (saklanır.)"

Kâ'b (rh) buyurdu: "Kelâm-ı tayyibin (tesbih ve tehlilin veya güzel sözün) Arş etrafında bal arılarının uğultusu gibi bir uğultusu vardır; (bu) sözü söyleyeni zikrederler.”

Sahâbeden olan Abdullah İbnü Büşr (ra) rivâyet eder: "Bir adam: "Yâ Resûlallah! Hangi amel daha fazîletlidir?" diye sordu, Efendimiz (sas) de: “Allah’ı anmaktan dolayı dilinin ıslaklığını muhafaza etmesidir.” Buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:250-251)

Ebû Hüreyre (ra) ve Ebû Saîd i'l-Hudrî (ra)'den: Nebî (sas) buyurdu: "Allah'ı zikreden bir kavim, bir araya geldiklerinde, muhakkak melekler onları örter. Üzerlerine "sekînet" iner ve onları rahmet kaplar. Ve Allahu teâlâ onları yakınları arasında anar.”

Abdullah İbnü'l-Mübârek(rh)'ten: Vüheyb (rh) veya Abdü'l Vehhâb İbnü'l-Verd (rh) buyurdu: "Bir kavim, bir meclisde bir araya geldiklerinde, onların Allah'a en yakın olanı, ilk defa Allah Azze ve Celle’yı anmağa başlayandır. Bunun sonucunda diğerleri de (Allah’ın) zikrine katılırlar.

Ve bir kavim bir toplulukta bir araya geldiklerinde, muhakkak ki onların Allah'dan en uzağı, şer ile konuşmaya başlayandır. Bunun sonucunda diğerleri de ona kendilerini kaptırırlar." (Abdullah b. Mübarek,1992:252-253)

Ebû Hüreyre(ra)'den: Nebî (sas) buyurdu: "Muhakkak ki bir adam, insanları güldürmek için bir söz söyler de bu sebepten Süreyya yıldızından daha uzağa düşer." (Abdullah b. Mübarek,1992:254)

Ebu'd-Derdâ' (ra) şöyle buyururdu: "İnsanlardan hayır için miftah (açıcı) olanlar vardır. Şer için kilit (kapayıcı) olanlar vardır. Bundan dolayı da onlara ecir vardır.Ve yine insanlardan şer için anahtar (açıcı) olanlar ve hayır için kilit olanlar vardır. Bundan dolayı da onlara bir günah vardır. (Abdullah b. Mübarek,1992:254)

Bir saat tefekkür, bir geceyi ayakta namazla geçirmekten daha hayırdır." (Abdullah b. Mübarek,1992:254)

Kerîme Bintü'l-Hashâsi'l-Müzeniyye (rh) anlattı ki: Biz Ümmü'd Derdâ' (ra)'nın evindeyken Ebû Hüreyre (ra), Resûlullah (sas)'den bizzat, Rabbı'ndan naklettiği şu hadîs-i kudsîyi işittiğini bize rivâyet etti: "Allahu teâlâ buyurdu: "Beni andığı ve iki dudağı benimle hareket ettiği müddetçe, ben kulumla beraberim!” (Abdullah b. Mübarek,1992:256)

Ebû İmrân (rh)'dan: Bir adam malı içinde bulunan yüz köleyi azat etti. Bunu, İbnü Mes'ûd'un (ra) bir arkadaşı ona haber verdi. İbnü Mes'ûd (ra) ona hayır dua etti ve şöyle buyurdu: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?" "Gece ve gündüz, insandan ayrılmayan bir iman ve birinizin Allah'ı anmasıyla dilinin daima ıslak olması." (Abdullah b. Mübarek,1992:256)

Ebû Hüreyre (ra) buyurdu:'Semâ ehli, arz ehlinin evlerini, içinde Allah'ın adı anıldığı müddetçe, sizin gökteki yıldızları gördüğünüz gibi görürler." Yani; orada zikreden kimsenin zikrettiği ölçüde o evi görürler… (Abdullah b. Mübarek,1992:261)

Enes İbnü Mâlik(ra)'den: "Resûlullah (sas) cuma günü, arkasını bir kuru ağaca dayayarak hutbe irad ederdi. İnsanlar çoğalınca: "Benim için bir minber yapınız!" buyurdu.

Bunun üzerine ona bir minber yaptılar. Bu minber ancak iki basamaktı. Efendimiz (sas) o ağacı bırakıp, minbere yer değiştirdi.Bunun üzerine kuru ağaç, vallahi, aşk ve ızdırapla yanan bir kimsenin inleyişiyle inledi."

Enes (ra) ilâve etti: "Ve ben, vallahi bu sesi mescidde işitiyordum. Vallahi inlemekte devam etti. O kadar ki; Resûlullah (sas) minberden indi, ona doğru yürüyüp onu kucakladı. Bunun üzerine, sükûnet buldu.”

Bu hadîsi Enes (ra)'den rivâyet eden El-Hasen ü'l-Basrî ağladı. Ve şöyle buyurdu: "Ey müslüman cemaati! Odun bile Resûlullah (sas)'e iştiyakından inliyor. (Abdullah b. Mübarek,1992:262)

Zeyd İbnü Eslem (ra) hümâ'den: "Ömer İbnü'l-Hattâb (ra) bir gece etrafı gözetlemeğe çıktı, Bir evde bir lâmba gördü. Ona yaklaştı. Bir de baktı ki bir ihtiyar kadın, sopasıyla bükmek üzere (hazırladığı) yününü hallaçlıyor ve şöyle şiir söylüyordu:

"Muhammed üzerine, iyilerden salavât./Seçilmiş hayırlılar, sana salât getirdi.

Sen seherlerde ağlıyarak ayakta dururdun./Ne kadar tanımak isterdim, seni!

Fakat, ölümler de bir çeşit değil./Acaba "Âhiret Evi" benimle sevdiğimi birleştirir mi?. "

Kadın, bu şiiriyle Nebî (sas)'i kastediyordu. Hz. Ömer (ra) de ağlayarak oturdu. Ağlamakta devam etti... Nihayet, kadının kapısını çaldı. Kadın: “Bu kim?" dedi. "Ömer, İbnü'l-Hattab!" diye cevap verdi. "Ömer'in benimle ne ilgisi var?., Ömer'i bu saatte getiren ne?" diye sordu.

Hz. Ömer (ra): "Aç! Allah sana merhamet etsin!,. Sana hiçbir zarar yok!.. cevabını verdi.

Bunun üzerine kadın kapıyı ona açtı. Ömer (ra) de girdi ve: "Biraz evvel söylemiş olduğun sözleri bana tekrar et!" dedi. O da Ömer'e tekrar etti. İhtiyar kadın, şiirin sonunda (Âhiret evi, benim ile sevgilimi birleştirir mi?) mısraına gelince, Hz. Ömer (ra): "Beni de sizinle beraber dahil etmenizi isterim." deyince, kadın: "Ömer'i de... Onu da mağfiret et!.. ya Gaffâr!.  mısraını söyledi. Ömer (ra) de râzı olarak döndü. (Abdullah b. Mübarek,1992:263)

Abdullah İbnüi Mes'ûd (ra)'den: Nebî (sas) buyurdu: "Allahu teâlâ'nın , yeryüzünde "Seyyah melekleri" vardır. Ümmetimden selâmı bana tebliğ ederler."

Hammâd El Kûfi (ra) buyurdu: "Bir kul Nebî (sas)' e salavât getirince, muhakkak ismiyle ona arz olunur." (Abdullah b. Mübarek,1992:264)

Sonra Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Üç kişinin duâsı reddolunmaz:

1- Adâletle davranan önderin 2- İftar edinceye kadar oruçlunun 3-Mazlûmun (yani kendisine lâyık olduğu gibi muamele edilmeyen kimsenin).

Bu kimselerin duâları için sema kapıları açılır. Bu duâlar bulutların üstüne yükseltilir. Rabbımız ona nazar eder ve şöyle buyurur: "İzzetime yemin ederim ki, bir zaman sonra da olsa, elbette sana yardım edeceğim!..” (Abdullah b. Mübarek,1992:266)

Ebû Hâzim(rh)'den, Resûlullah (sas) bir Ramazanda mescidde, kendisine ait, kapısında hasır bulunan bir çadırda i'tikâfa çekildi. Bir ara, hasırı kaldırdı; başını çıkardı, insanları gördü ve şöyle buyurdu: "Muhakkak ki namaz kılan, Rabbıyla gizlice konuşuyor; her biriniz Rabbıyla ne konuştuğuna baksın! Ve bir kısmınız diğerine, namazda okuduğu Kur'ânı açıktan okumasın!” (Abdullah b. Mübarek,1992:271)

İbnü Abbâs (ra)hümâ buyurdu: "Tefekkür içinde kılınan orta uzunluktaki iki rek'at namaz, kalb gafil olduğu halde, bütün bir gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Abdullah b. Mübarek,1992:272)

El-Fadı İbnü Abbâs (ra)hümâ'dan: Resûlullah (sas) buyurdu: "Namaz, ikişer ikişerdir: Her iki rek'atta bir tahiyyata otur. Yalvar, huşuâ bürün ve âcizliğini izhar et!.. Sonra iki elini, içleri yüzüne gelecek şekilde, Rabbına "Ya Rabbi! Yâ Rabbi!" diyerek, kaldır. Kim bunu yapmazsa, o namaz eksiktir; olgunlaşmamıştır.” (Abdullah b. Mübarek,1992:273)

Eş-Şa'bî (rh) buyurdu: "Kur'ân okuduğun zaman onu, iki kulağına da işittirecek ve kalbinin anlayacağı bir okuyuşla oku! Çünkü kulak, dil ile kalb arasında uygun bir bağlantı kurar." (Abdullah b. Mübarek,1992:277)

Câbir (ra)'den; Resûlullah (sas) buyurdu: "Geceden bir zamandır ki, müslüman bir kimse, o zamana rastlayıp, Allah'dan bir hayır istediğinde, muhakkak isteğini o kimseye verir. Bu (zaman), her gecede vardır. (Abdullah b. Mübarek,1992:281)

Hassân İbnü Atiyye (rh)'dcn: Şöyle söylenirdi: "Bir kulun, misvak kullanmış olduğu halde kıldığı iki rek'at namaz, misvak kullanmadan kıldığı yetmiş rek'attan daha üstündür." (Abdullah b. Mübarek,1992:285)

Amr İbnü Hureys (rh) buyurdu: "Bize şöyle ulaştı: Devamlı abdestli olan kimse, muhakkak ki sabırlı bir oruçluya benzer."

Ebû Hüreyre (ra)'den; Nebî (sas) buyurdu: "Kim abdestli olarak yatarsa, onun saçlarında bir melek geceler ve gece hangi saatte uyanırsa uyansın, muhakkak onun için şöyle dua eder: "Allahım, filân kuluna mağfiret et! Çünkü o, temiz olarak yattı. (Abdullah b. Mübarek,1992:287)

İbni Tavus (rh) babasından rivayet eder; “Resulullah (sas), geceleyin kalkınca, onyedi rek’at namaz kılardı”. (Abdullah b. Mübarek,1992:290:291)

Ebû Hüreyre (ra)'den: Resûlullah (sas) buyurdu: "Kim, haksız sözü ve haksızlıkla iş görmeyi, anlayışsızlığı bırakmazsa; Allah'u Teâlâ’nın onun yemeyi, içmeyi terketmesine ihtiyacı yoktur." (Abdullah b. Mübarek,1992:297)

Ebu'd-Derdâ' (ra) buyurdu: "Allah'a ibadeti kendi nefsinize belâ kılmayınız!" Yine o, şöyle buyurur: "(Olgun) insan, ameli nefsine vakit vakit yaptırır." (Abdullah b. Mübarek,1992:299)

Ubâde-t-İbnü's-Sâmit (ra): "Allahu Teâlâ hazretleri bir kulun günahını örter. O, tutar da o perdeyi yırtar." buyurdu.

Rivâyet eden: "Nasıl yırtar?" diye sordu. O da: "Onu (yani günahını) insanlara anlatır." cevabını verdi.  (Abdullah b. Mübarek,1992:303)

Ebu'l-Bahtcrî (ra)'den: Resûlullah (sas) buyurdu: "Hiç bir kavim, Allahu teâlâ'ya, kendi kendilerini helâk edecek bir şeye sebebiyet vermedikçe helâk olmaz.

Eş-Şâ'bî (rh) buyurdu: Nu'mân İbnü Beşîr (ra)’in şu minber üzerinde şöyle dediğini işittim: "Ey insanlar!. Ahmaklarınıza engel olunuz. Çünkü ben, Resûlullah (sas)'in şöyle dediğini işittim: "Bir kavim, bir gemiye bindi ve onu aralarında taksim ettiler. Her birine, gemiden bir yer düştü. Onlardan bir adam bir balta alıp, kendi yerini delmeğe başladı: "Ne yapıyorsun?" dediler. O da: "Kendi yerim! Orada istediğimi yaparım." cevabını verdi. Bunun üzerine, eğer ona mâni olurlarsa, hem kendileri, hem de o kurtulur. Eğer onu haline bırakacak olurlarsa, hem o boğulur, hem de kendileri”. Helak olmanızdan evvel, ahmaklarınıza mani olunuz!...”

Ömer İbnü Abdi'l-Azîz (rh)’den; şöyle denirdi: "Allahu Teâlâ bazı şahısların günahı sebebiyle toplumu cezalandırmaz. Fakat çirkin şeyler açıkça işlendiği zaman, hepsi de cezayı hak etmiş olur." (Abdullah b. Mübarek,1992:303-304)

Abdullah İbnü Mes'ûd (ra) buyurdu: "Münafıklarla ellerinizle, gücünüz yetmezse, dilinizle cihad ediniz. Eğer yüzlerine karşı yüz ekşitmekten başkasına gücünüz yetmezse, yüzlerine karşı yüzünüzü ekşitiniz!” (Abdullah b. Mübarek,1992:306)

Abdurrahman İbnü Zeyd İbni Eslem (rh) babasından rivâyet etti: Resûlullah (sas) buyurdu: "Hikmet sözlerinden bir söz, ne güzel bir hediye, ne güzel bir ihsandır!.. Onu, müslüman bir adam işitir, kardeşine hediye edinceye (ona öğretinceye) kadar ona bürünür...”

Ve yine Resûlullah (sas) buyurdu: "Hikmet sözlerinden bir söz ki, mü'min bir adam onu işitir; onunla amel eder yahut onu öğretir; işte bu, süsüyle beraber, yapılan bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.”  (Abdullah b. Mübarek,1992:307-308)

Enes İbnü Malik (ra)’den: Resûlullah (sas) bir ev halkı yanında iftar ettiği zaman şöyle dua ederdi: “Yanınızda oruçlular orucunu açsın, yiyeceğinizi iyiler yesin!... Üzerinize melekler insin!.. (veya melekler size salâvat getirsin.)” (Abdullah b. Mübarek,1992:315)

Ebû said el-Makburi (ra) şunu ilave etti: Ömer ibnü’I-Hattâb (ra), Ebu Bekir (ra)’a şöyle buyurdu: “Allah’ı zikredenler, her hayrı alıp götürdüler.” (Abdullah b. Mübarek,1992:317)

El-Hasen ü’I-Basri (rh) buyurdu: “Şu nimetleri (hatırlamayı) anmayı çoğalt! Çünkü onları anmak, onlara şükretmektir.” (Abdullah b. Mübarek,1992:318)

Bir gün, Hz. Ömer, Temîm  Dârî’nin meclisinde oturdu. Temîm (ra) sözleri arasında: "Âlimin kaymasından sakınınız!" dedi

Hz. Ömer,   Dârî‘ye "Âlimin kayması nedir?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Âlim, insanlarla birlikte kayar. Fakat insanlar da onu tutunurlar. Âlimin o hatâsından dönüp tövbe etmesi mümkündür. Fakat insanlar, o yanlış harekete tutunmaya devam ederler.” (Abdullah b. Mübarek,1992:321)

Nebi aleyhisselam Şeytana  “Sen  adem oğlunu neresinden yakalarsın?” diye sordu?

O da: "Üç huy... Onlara güç yetiremiyene biz galebe çalarız:1- İhtiras, 2- Hiddet, 3- Sarhoşluk.

İnsan muhteris olursa, malını gözünde az gösteririz. Ve ona, insanların malına rağbet veririz.

Hiddetli olursa, "çocukların küreleri çevirdiği gibi” biz de onu gözlerimizle çeviririz. Duâsıyla ölüyü bile diriltse, ondan ümidimizi kesmeyiz. Çünkü o, bizim için bir söz ile yapar ve yıkar.

Sarhoş olduğu zaman, keçiyi kulağından tutup istediği tarafa götüren kimse gibi onu, her kötülüğe alır götürürüz." cevabını verdi.” (Abdullah b. Mübarek,1992:326:327)

Ubeydullah İbnü Ebî Ca'fer(rh)'den: "Meryem oğlu Îsâ Aleyhisselâm'a: "Ey Allah'ın rûhu ve kelimesi!.. Fitnece insanların en şiddetli olanı kimdir?” diye soruldu. O da: "Âlimin kaymasıdır. Âlim kayınca, onun kayması sebebiyle birçok âlim kayar.” buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:327)

İbnü Târık(rh)'dan: Abdullah İbnü Amr (ra)hümâ'ya uğradım;  secdede ağlıyordu. Kalktım, o da başını kaldırdı ve "Ağlamamdan dolayı hayret mi ediyorsun?" dedi. Sonra, ay'a baktı ve; "Muhakkak ki bu bile, Allah'tan haşyetinden dolayı ağlar. " (Abdullah b. Mübarek,1992:329)

Sâbit (rh)'ten: Enes (ra) şöyle buyurdu: "Ben Resûlullah (sas)  devrinde gördüğüm, tanıdığım hiçbir şeyi, "Lâ ilâhe illallah" sözünüz başka, görüp tanıyamıyorum. (Abdullah b. Mübarek,1992:331)

Malik İbnü Dinar (rh)’dan: “Âlime verilen ceza hakkında, El Hasen ü’l- Basri’ye sordum. “Kalbinin ölümüdür.” Dedi. “Kalbin ölümü nedir!” diye sordum. “Âhiret ameli karşılığı dünyayı istemektir.” Buyurdu.” (Abdullah b. Mübarek,1992:331)

Ebû İdrîs el-Havlâni (rh) buyurdu: "Yeryüzünde imanının gitmesinden korkmayan hiç bir beşer yoktur ki muhakkak ki imanı gider." (Abdullah b. Mübarek,1992:334)

Yine Ebu'd-Derdâ' (ra) buyurdu: "Her kim Allahu teâlâ'nın nimetini, ancak yiyecek ve içeceklerde tanırsa, ameli azalır ve azabı da hazır olur." (Abdullah b. Mübarek,1992:335)

Süfyan ü’s-sevri (rh)’den: “Ebû Vâil (rh) onlara imamlık yaptı. Kendi sesinde sanki beğeniyor gibi bir ahenk hissetti. Bunun üzerine, imâmeti bıraktı.” (Abdullah b. Mübarek,1992:335)

Sâlim İbnü Abdillah babasından rivayet etti ki: “Nebi (sas) Semüd’un memleketi’nden geçerken şöyle buyurdu: “ Kendi nefislerine zulmedenlerin meskenlerine, onların başına gelen gibisi, size de isabet etmemesi için -ağlayarak geçiş müstesna- girmeyin!.” Sonra, binitinin üzerinde olduğu halde, iyice elbisesine büründü.” (Abdullah b. Mübarek,1992:336)

Güncel Haberler