Kara Günler ve İbret Levhaları

(Hasan Basri Çantay, Çantay Yay,1964)

 

MEMLEKETİMİZİN İŞGAL GÜNLERİ

Hayâtımın bütün safhalarını günü gününe yazmak âdetimdi. Yunan işgali zamanına kadar olan kısımların notlarını, Balıkesir'in kuvâyi milliyye hâtıralarını da ihtivâ etmek üzere, hicret esnasında burada (Balıkesirde) münevver tanıdığım bir zâtın yed-i emânetine tevdi' etmişdim. Bu zât bir gaz tenekesini dolduran o notları ve onlarla berâber bütün bir ömrümün tedkik ve tetebbu' mahsulü ve sermayesi olan diğer evrak ve vesâikını- ki Balıkesir târihine ve meşâhîrine âit notlarım da o arada idi— bir mahzende gizleyecek, kurtuluşdan sonra yine bana iâde edecekdi. Kurtuluş olmuştu ve ben onları kendisinden istemiştim. Onun bana verdiği kat'î cevab Şu oldu:— Ben onları korkumdan yakdım! (Çantay,1964:4)

Biz genel savaşdan yenilerek çıkmıştık. Memleketin her yanında büyük bir ümitsizlik vardı. İstanbul ve birçok şehirlerimiz, ecnebilerin boyunduruğu altında idi ve bu hal gitgide diğer şehirlerimizi de sarmak üzere idi. Gazeteler sansür altındaydı... İstanbul'daki mebuslar meclisinde bulunan (Amanoloidi) gibi Rum mebuslar ve diğer Rum ve Ermeni vatandaşlar açıktan açığa Türk’e hakaret ediyorlardı. İftiralar sayısızdı. Memleketin ileri gelen adamları hayatlarından emin değildi. Türkiye’de, hele Balıkesir'de eşkiyâlık o kadar ilerlemişdi ki, biz bağlarımıza, tarlalarımıza bile gidemiyorduk. Köyler, kasabalar basılıyor, Türk ağaları en feci' işkencelerle öldürülüyordu. Kara günlerimizde de hala ihtikârlarla, hala yağmalarla meşgul adamlar vardı. Onları fırsat buldukça hırpalamakdan ayrılmadım. Herkesi İttifak-ı mukaddes’e, “Milli Harekete” çağırıyordum. (Çantay,1964:5-6-7)

‘REDDİ İLHAK’ TOPLANTISI İÇİN İZMİR’E GİDİŞ YOLCUĞUM

Hedefimiz Ali ağa Çiftliğiydi. Fakat yol öyle berbad ki... Yalınız tesviyesi yapılmış, araba ile geçilmesi âdetâ imkânsız. Zâten Menemen'den hareketimiz de akşam ezanına yakındı. Birkaç defa arabamız devrildi, çamurlar içinde yuvarlandık. (Çantay,1964:10)

Gece yarısından sonra «A1i Ağa Çiftliğine» (Nahiye merkezidir) muvâsalat etdik. (Ali) beni kapalı bir kahvehânenin yakınında indirdi, harab bir ahırın içersine girdim, arabamızın cebinde bir parça ekmek, peynir vardı, koyu karanlığın içinden süzülüp gelen bir kedi, biz yetişmeden, onları kapıp gitdi! Ahır çok pireli idi. (Çantay,1964:11)

Ali Ağa Çiftliğine uğramadan geçdik, nihâyet «Güzelhisar» çayının kenarına geldik. Çay kudurmuş bir vaziyyetde. Şaban ağa «Korkma, gözlerini yum» dedi, hayvanın çılbırını eline alarak suya daldı, gidiyoruz. Dizlerim sular içinde. Tekrar ediyor: «Sakın gözlerini açma, sağa sola meyil etme ha!».. Sâhil-i selâmeti bulmuşduk. (Çantay,1964:14)

Bergama'nın ortasından bir dere geçiyormuş; o dere Bergama'lıları ikiye ayırmış imiş! Binâen'aleyh halkının birleşmesi, anlaşması mümkin olamazmış, ağzımı açdım, gözümü yumdum. «Hey efendiler, memleket batıyor, (Venizelos) Türkiye’nin en mühim şehirlerini, kasabalarını, hattâ bu havâlîyi Yunanistan’a ilhak etmek istiyor, siz hâlâ fırkalarla, tefrikalarla mı oynuyorsunuz? (Çantay,1964:16)

Ertesi günü (26/Mart/1919) ıssız yollardan (Kozak) nâhiyesine ne doğru ilerledik, (Bağyüzü) ne vardık. Ben hala  güya fıstık taciri idim. Asıl fıstık mıntıkası da bu mıntakadır... Şemsiyeli çamlar bu havaliyi cennet gibi bezemiş. Diyebilirim ki dünyanın en güzel yerleri bu yerlerdir. Bağyüzü'nde rahmetli (Osman bey) in çok temiz evinde müsafir kaldık. Fıstıki bâdem, çekirdeksiz üzüm üzerine, lafla hayli alışverişler yapdık ve karlar kazandık!. (Çantay,1964:18)

 

YUNANLILAR ve RUMLAR TARAFINDAN AYVALIKTA YAPILANLAR

O sırada Ali Bey’in mektubu geldi: «Çokdan beri kemâl-i iştiyakla beklenilen Yunan salibi ahmer (Kızıl haç) hey'eti pazartesi günü bir Yunan torpitosiyle Ayvalık limanına geldi. Torpito boğazdan görünür görünmez evvelâ meclis-i umumi âzâsından (Vasilâki) nin fabrikası düdük çalmak suretiyle resm-i istikbâle müsâreat ve nihâyet bütün fabrika düdükleri ile kilise çanları da buna iştirâk etdiler. Kasabadaki umumî cûş-u huruş şâyân-ı temâşâ idi. Rum Vatandaşlarımız:— Zito Yunanistan, zito Venizelos!na'relerini atarak sâhile koşuyorlar, müslümanların feslerini yırtıyorlar, her türlü hakaretleri mübah görüyorlardı. Ba'zıları elbisesiyle kendisini denize atarak, torpitoyu öpüyordu!  Belediye civârına, gazinolar arasına, köprübaşına gûyâ alâmet-i ilhak olmak üzere büyük Yunan bandıraları asılmışdı. Hey'et, bu mahşer-i cünûn arasından ilerlediği zaman metrepolithaneye de gidilerek nümâyişler yapıldı. (Çantay,1964:19)

Rumlar cem-i gafir müslüman evlerine hücûma ve- gûyâ taharriyâta başladılar!  Müslüman malları gasb ve yağma ediliyordu. Bu meyanda tahsildarlardan birinin hânesinden henüz mikdârı anlaşılamayan emvâli miriyye de gasb olundu. (Çantay,1964:21)

HÜKÜMET KUVVETLERİNCE TAKİP EDİLMEM

Beni Türk bir mutasarrıf, Türk bir me'mur ne diye taharrî ve takib ediyordu? Balıkesir'de beni yakalamak için gece gündüz uğraşan  me'murlar vardı. Ben onlara ne yapmışdım? Benim hangi hıyânet ve cinâyetimi ta'kib ediyorlardı? Va'd edilen (600) lira mükâfat mı onları böyle koşduruyordu?. (Çantay,1964:23)

(Hâşim) bey dedi ki:Sen Başçeşme kabristanında bekle, gideyim, (Osman) beye haber vereyim. Çünkü proğram bozuldu. Nereye gideceğimizi bilmiyorum. Parolamız ‘Maydanoz’idi. O, şehre gitdi, ben de kabristana doğru ilerledim. Aradan iki dâkîka kadar geçdi, kabristanın kapısı yanlarında üç karaltı peydâ oldu. Bunların ikisi erkek, biri kadındı. Erkekler sarhoş, Herifler galibâ karaltımı gördüler, istikametlerini değişdirdiler. (Çantay,1964:27)  

Kuvây-i milliyyenin kuruluşundaki temevvücâta ve onlara ait hâtıralara elimden geldiği kadar, temas etmemeye çalışacağım. Ancak, şu kadarına işâret edeyim ki o zamanlar her ağızdan çıkan muhtelif sesler vardı. Bugün her şey bitdikden ve her tehlike geçdikden sonra hamiyyet ve vatanperverlik dellâllığına kalkışmak istiyen dar kafalı ve küçük ruhlu bazı zübbelerin o kara günlerde aldıkları menfi tavırları, vaz'iyyetleri o kadar iğrençdi ki? Eğer memleket onların, o beyinsizlerin dileğine göre yürümüş olsaydı vatanda ne millî müdâfaa. vardı, ne Türklük, ne istiklâl!. (Çantay,1964:31)  

Damad Ferid hükûmeti, diğer tarafdan livânın ba'zı mıntıkalarındaki ve Balıkesir'deki ecnebî mümessil, millî müdâfaaya olanca şiddetleriyle mâni' olmak isterlerken Yunanlılar, cenubdan şimâle, garbden şarka doğru kasıp kavurarak ilerliyorlardı. İmanlı halk, bütün bu mümâneatları tanımamak suretiyle başlı başına kurduğu müdâfaa teşkilâtının ilk kuvvetini 5/Haziran/1919 tarihinde (Akhisar) a doğru sevketmiş ve bu hareket neticesinde (Akhisar) düşmandan kurtarılmıştı: 10/ Haziran/ 1919.(Çantay,1964:34)  

Sonra (Osman) Beyden aldığım uzun bir mektubla tenevvür etdim. Bu mektub bana ayni zamanda şu mühim ve gizli haberi de müjdeliyordu: «Anafartalar kahramanı (Mustafa Kemal Paşa) isyan etmişdir. Anadoluda millî bir vahdet ve hükûmet te'sisine çalışıyor.Bu haber bizi çok sevindirdi. Demek, artık, hükûmetsizlikden, başsızlıkdan kurtulacağız, millî hareketleri, millî emelleri umumî bir emir ve kumanda altına sokmuş olacağız. (Çantay,1964:35)

SES GAZETESİ’NDEN BİRKAÇ İKTİBAS

Kara günlerin küçük manzaralarını ve iniltilerini, o zamana göre, dile getirmeye çalışan ve benim neşrettiğim  (SES) den birkaç iktibas) yaparsam o günlerin durumu daha iyi  anlaşılabilir.

Eşkiyalık Derdi:17 Ekim 1918

Şimdiye kadar çektiğimiz çileler yetmiyormuş gibi başımıza bir de eşkıyalık belası musallat oldu. Harbin ve tedbirsizliğin doğurduğu bu dâhiye her şeyden evvel ortadan kaldırılmadıkça bizim için kurtuluş imkânı yoktur ve olamaz. Vatan düşmanların çizmeleri altında ezilirken, varlığımız haysiyetimiz çiğnenirken gözlerini velînîmet köylülere çeviren şakiler; kimsesizlik, hastalık, millî endişeler içinde kıvranan o bedbahtlar üzerinde yaman bir derd kesilmişdir.

Köylü ilk zamanlarında eşkiyâyı avutabilecek kadar ahırında hayvan, kesesinde para, anbarında ekin bulabiliyor, bunları vermekle canını kurtarmıya güç yetirebiliyordu. Fakat günden güne bir tufan gibi akıp gelen ve çoğaldıkca çoğalan eşkiyâ sürüleri karşısında, zavallı, bundan da mahrum kaldı. Hattâ köylerde âile sandığına mahsus eşyâ ile âile nâmusuna varıncaya kadar hepsi yağma edildi, yırtıldı. Ya son ümidlerle sallanıp kalan hayatlar... Evet, bunlar da didiklendi; parçalandı.

Bacası tüten, fakîr, zengin herkesi doyuran, köylerinde köşe taş gibi oturan ağalardan sağ kalanlar bugün bir lokmaya muhtaç bir hale gelmek üzeredirler. Bunlar köylerin temel direğidirler ve o direklerin yıkılması, bütün ocakların sönmesi demekdir. Yeşil tarlalarını, sevimli hayvancıklarını, dede ve baba kabirlerini bırakarak kasabaların vefâsız kucağına atılan ağalar bugün hıçkırıklarla ağlıyor, bir nur, bir çâre, bir kurtuluş yolu arıyor. Kırlarda, obalarda ve hattâ nâhiyelerde bugün hâkim olan kuvvet — saklamayalım ki— eşkiyâdır.

Not: O devirlerde Çerkeş şakilerle Arnavud şakiler birbirine düşman olarak çarpışıyorlar, fakat her iki zümre de zavallı Türk köylülerine zulümleri, işkenceleri yapmaktan geri duymuyorlardı. (Çantay,1964:41-42-43)

Cihan Harbinin belirmesi ve dört seneden fazla devâmı yüzünden hükûmet dâhilî emniyyet ve âsâyiş işlerine gereği gibi bakamadı. Memleketde inzibatı başaran jandarma kuvveti harb cebhelerine gönderilmişdi. Esâsen eli silâh tutan gençlerimiz de cenge koşmuş, mevcud ehâlîmiz ise yalınız ihtiyarlarla kadınlardan ibâret kalmışdı.

Gerek harbden kaçan ve gerek ba'zı müsâmahalar ve menfeatler sonunda köşede bucakda kalan kimseler bu yalınızlığı ve zamanın yağma zamanı olduğunu fırsat bilerek ufak tefek hırsızlıklara ve nihâyet eşkıyalığa başladılar.

İlk zamanlarda pek basit, fakat devamlı tedbirlerle bunun önüne geçmek kalabildi, fakat hükûmet gözünü bir türlü iç hallerimize çeviremedi, eşkıyalık artdıkca artdı.

Hele son zamanlarda coğrâfî kuruluşu i'tibâriyle Anadolunun en mühim bir memleketi olan Livâmız o hâle geldi ki kimse malından, canından, ırzından emîn olamıyordu. Eşkiyânın — hem defeâtla — baskınına uğramayan hiçbir köyümüz kalmadı. Bu baskınlarda nice mallar yağma, paralar gasb, hayatlar ifnâ ve nâmuslar hetkedildi. Büyük muhaarebenin eritdiği nüfus, mahvetdiği servet yetişmiyormuş gibi şekaavet belâsı da köylerimizdeki bakıyye-i hayât ve sâmânı âdetâ söndürmüş, kurutmuşdu.,. (Çantay,1964:44)  

Fakat bu hal, bu felâket devâm edemez. 600 küsûr sene evvel Osmanlılığı diriltmiş, başdan başa Rumeliyi fethetmiş olan bu itâatli memleket halkı ve ahfâdı artık hükûmetden bir azm, bir cesaret, bir icra istiyor. (Çantay,1964:45)  

Bugünkü Vazifelerimiz: Milli Muavenet Zamanıdır: 7 Kasım 1918

Fakat iş fenâ bir şekilde netîcelendi. Bizi bu kara günlere, bu cehennem azablarına sürükleyen sebebler pek çokdur. Bunları siyah satırlarla bilhassa târih yazacakdır. Fakat biz peşin söyleyelim ki felâketimizi doğuran birinci sebeb ahlâksızlığımızdır. Bizi can evimizden vuran düşman ne İngiliz, ne Fransız, ne Moskof, ne de Almandır, Kendimiz, kendimiz kendi ahlâksızlığımızdır. “Hep çekdiceğim kendi cezâyi amelimdir.”

Evet, umumî savaşın en kızgın zamanlarında, daha «1330» Temmuzunda başlayan, millî fedâkârlıkları bırakarak, güzel ahlâkımızı bozarak hep kendi ihtiras ve menfeatlarimizin peşinde koşmıya başladık. Gözlerimizi memleketde kalan bir avuç servete dikdik. Kursaklarımızı haram lokmalarla, kasalarımızı sarı ve kâğıd paralarla doldurduk. Kocası hudud boyunda canla, başla cenk eden âilenin nâmusunu, malını, hayâtını alçakça mahvetdik. Bu âilenin yiğit kocası harbedemez, vatan borcunu ödeyemez, ölmek isteyemezdi. (Çantay,1964:46)  

Ben mâddî düşmandan ziyâde ma'nevî düşmandan korkarım. Ma'nevî düşmanımız ahlâksızlığımızdır. Binâen'aleyh adam olmak istiyorsak her şeyden evvel ahlâkımıza bir salâh vermeliyiz.(Bütün dindaşlarımı bu günün en mühim ve ahlâkî bir vazifesine da'vet ediyorum: millî muâvenet! Issız ve perişan kalan kulübeler, vîrâneler bizden merhamet ve imdâd bekliyor. Daha doğrusu bir i'tirâf-ı zünûb istiyor, bir keffâret-i cürm-ü  günâh istiyor.

Kocası — benim mi'demi doldurmak için — şehid olan âile bugün açdır, çıplakdır. Kış geliyor, odunu, kömürü, sırtında gömleği, ayağında çorabı; hattâ sandığında ufak tefek eşyâsı yokdur. Zavallı lokmasızdır da.

Dört dıvar içindeki yanık derdlerini meydana çıkaramayan bu nâmuslu âile yetim evlâdlarını beslemek için her şeyini, her şeyini satmış, bütün ümidlerini kocasının gelmesine bağlamışdı. Fakat gelecek askerler arasında zavallının kocası yokdur, şehid olmuşdur. Şimdi bu âile kime güvensin, kime dayansın?

Sonra birçok gazîlerimiz vardır ki âşiyanlarını kupkuru bulacak, daha geldiği gün aç kalacakdır. Dört senelik bir didişmeden sonra bu zavallı ne yapabilir? Biz milletin kanından, iliğinden emdiğimiz servetlerle karı peşlerinde dolaşırken, işret meclislerinde bağrışırken bu kahraman asker, Moskofun karşısında harbediyordu.

Eğer biz bu gibi fakîr askerlere ve âilelerine esaslı yardımlar yapmazsak yakamızı umumun itâbından, müntekım Allah'ın müdhiş ikaabından kurtaramayız. Matem tutan kulubeciklere biraz nur, biraz sürur verelim...

Rumlar mı mazlum? 14- Kasım 1918

4 Kasım 1918) târihinde meclis-i meb'usâna verdiğiniz takriri okuduk. Bunun bir mâddesinde «Karadeniz, Çanakkale, Marmara ve Adalar denizleri sevâhil ve havâlîsinde ve sâir mahallerde «550.000» Rumun katl-ü itlâf edildiğini» yazıyorsunuz! Bu mâddenin bilhassa livâmıza da şümulü olması gerekdir. Çünkü Çanakkale, Marmara ve Adalar sevâhili rumları hemen ekseriyyetle «Karesi» dâhilinden geçmiş veyâ burada ikaamet etdirilmişdir. Acebâ «katl-ü itlâf» edildiğini yazdığınız Rumların isimlerini lütfen neşredebilir misiniz?

«550.000» nüfus nerede idi? Bu küsürsüz rakamı nereden hangi vesîkalardan çıkardınız? Rumlar mı mazlum, müslümanlar mı?  

Biz size şimdilik kısaca anlatalım: Evet Marmara, Paşalimanı, Ekinlik adaları filhakika tahliye edilmişdi. Buralarda tahminen «20.000» vatandaşımız vardı. Paşalimanlıların bir kısmı livâmız merkezine, Marmaralılar Kirmastı'ya naklolunuldular. Bir hayli nüfus da mahallerinde bırakılarak rahatları hiç kaçırılmadı. Sonra Ayvalık'dan «8.000» nüfus buraya,   «2.000» nüfus Bursa'ya, «5.000» nüfus da doğruca İzmir'e sevkolunmuşdu. Buradan çıkanların yekûnü de esâsen «14.000» râddesinde idi. Bundan başka Çanakkale'den de «3.000» nüfus kadarı Balıkesir'e gönderilmişdi.

Bunların nakli esnâsında — i'timad ediniz ki — imkânın son derece-i müsâadesine kadar istirahatlerinin te'mînine çalışılmış, gerek yollarda, gerek ikaamet etdirildikleri mahallerde tek bir Rum’un burunu bile kanatılmamışdır. (Çantay,1964:47-48-49)  

Şekavet Haberleri: 28 Kasım 1918

(«Ses» in hemen her nüshası eşkiyalık haberleriyle dolu idi. Bu kabil haberleri kaçırmamaya çalışıyorduk. Meşhur «Ahmed Anzavur» Balıkesir jandarma alay kumandanlığı muâvinliğine ta'yin olunmuşdu! Umumî af de i'lân edilmişdi).

Öteden beri livâda âsâyişi bozan şakîlerden ve asker kaçaklarından bir haylisinin terk-i silâh ve istîman etdikleri anlaşılmışdır.  (Çantay,1964:51)   

Zavallı Köylülerimiz 5 - Aralık- 1918

Evet, zavallı köylülerimiz şu dört buçuk sene içinde ne zulümler, ne işkenceler, ne ateşler, ne büyük sefâletler ve felâketler gördü. Uğursuz muhaarebenin bütün ağırlıkları onların omuzlarına yüklenmişdi. Bu ağırlıklar biçâreleri çok, pek çok hırpaladı.

Bizde çokluğu teşkil eden velîni'met köylülerin arslanları senelerce düşmana göğüs gerdiği gibi onlârın aksakallı dede ve babaları, ihtiyar vâlidecikleri, bahar hayâtını yaşayan duvaklı gelin ve hemşîreleri, ağızlarında henüz süt kokan bedbaht yavrucukları da orduyu ve memleketi doyurdu.

Evet, beşiği sallayan eller tamâmen sapana sarılmışdı. Bu eller pek muhterem ve mübeccel idi. Köylünün bütün umudu,  gözü harbin şanlı bir muzafferiyyetle bitmesinde idi. Fakat birçok sebebler yüzünden zavallı, bu şanlı âkibeti göremedi,  mağlûb oldu.Galibiyyet de, mağlûbiyyet de milletlerin nâsıye-i mukadderâtına yazılmış olduğu için köylü adâlet-i ilâhiyyeye güvenerek, takdire boyun eğerek ye'sini bir dereceye kadar ta'dîl ediyordu. Fakat onun afvetmediği, edemeyeceği' başka şenâatlar da vardı.

Evet o, din kardeşlerinden bir çoğunun — yalınızlığından istifadeye kalkışarak— kendisine ihtikâr ve şekavetle saldırmasını bir türlü hazmedemiyordu. Düşmandân herşey me'mul idi. Çünkü düşmandı. Fakat asırlarca birlikte yaşamış, vatan müdâfaasından sinmiş, köpeksiz köy bulmuş olanların bir gün gelip de canavarca kardeşlerine saldıracağını, kulak, burun keseceğini, köylerde köşetaşı gibi kurulan karabahtlı, ihtiyâr hânedânı öldüreceğini, düşmanla çarpışan arslanların âilelerinin  nâmusunu yırtacağını, köylüdeki bakıyye-i serveti, parayı, çift hayvanını, davarını, hattâ sandık eşyâsını gasb ve yağma. edeceğini, hattâ kocalı kadınları zorla boşatdırmak, dilediklerine vermek ve gözlerinin kesdiği kızları kendilerine nikâhlamâk.. gibi fazîhalara varıncaya kadar  herşey'i yapacağını hiç, hiç hatırına getiremezdi. İşte köylü, zavallı köylü bütün bu felâketleri de gördü, âdetâ canından bezdi, insanlığa lânet ve nefret etdi, (Çantay,1964:52-53)   

Balya Muhabirimiz Yazıyor (12 - Aralık - 1918):

Bugün okuduğumuz 28 Kasım1918) tarihli «İkdâm» gazetesinde Balya'dan Rum Patrikhânesine çekilmiş bir telgraf gördüm. Bunda Ayvalık'dan nakledilen «25.000» Rum’dan «18.000» inin telef olduğu yazılıyor!

Cidden hayretde kaldım. Rumların ne kadar hayâlperest bir millet olduğunu bilirdim. Fakat hayâl kuvvetinin bu derece yalanlar uydurabileceğine hiç ihtimal veremezdim.

«25.000» nüfusdan «18.000» i telef olmuş geride zavallılardan yalınız «7.000» nüfus kalmış ha! Vah vah vah!!!

Bu telgrafı okuyup da inananlar bize, biz Türklere — kimbilir— ne kadar lânet etmişlerdir! Ben bu sarîh yalanın yalan olduğunu bilmekle berâber lâzım gelenlerden yine tahkikat yapmakdan çekinmedim.

Kat'î suretde öğrendiğime göre Balya'ya nakledilen Rumların mıkdârı «25.000» değil, «587 nüfusdan ibâretdir! Bunların «445» i Ayvalık'dan, «142» si Çanakkale ve Paşalimanmdan gelmişlerdi. Hükûmet kendilerini kirâ bedeli almaksızın en mükemmel evlere yerleşdirmiş, muhtac olanlarına yevmiyeler verdiği gibi iâşeden de muntazaman zahîre tevzi' etmişdir. Bundan başka manen şirketi direktörlüğü tarafından dâ kendilerine pek vâsi' mıkyasda muâvenetler yapılmışdır.

Balya'da bu rahat ve refâhı gören vatandaşlarımız hükûmete ve ehâlîye zaman zaman minnetdarlıklarını göstermiş, hiçbir ferd şikâyetde bulunmamışdır. Buraya gelen fakir Rumlar zengin olmuşlar, hattâ Balya'da yerleşmek arzusuna düşmüşlerdir.

Nakilleri esnâsında tek bir ölüm vukua gelmediği gibi buradaki ikaametleri zamânında da kezâ sefâletle hiçbir vatandaşımız ölmemişdir. (Çantay,1964:54)   

Rum eşkiyânın Bandırma'nın Mihanya köyünü basdığını evvelce yazmışdım. Bu kerre yapdığım tahkikata nazaran bu şakiler o köyü güpe gündüz basarak orada rüsûmat me'muru «İbrahim efendi» nin iki kulağını  kesmiş, İslâm muhtarı ile islâm muhâcirlerinden Hasan efendi»yi süngü ile yaraladıkdan ve zavallı mühâcirlerin ev eşyâlarını gasbetdikden ve köyden kalkmalarını ihtar ile derhal gitmedikleri takdirde hepsini keseceklerini» söyledikden sonra çekilip gitmişlerdir.

Merkumlar bir gece yine o köyü basarak «Âişe» adında bir mühâcirenin eşya, çamaşır ve elbiselerini gasbetmişler ve üç çuvala koydukdan sonra elbise dolu sandığını ve yiyecekleri üç kile mısır ve arpasını ve on sekiz Osmanlı lirası ile takım altınlarını da almışlardır. (Çantay,1964:55:56)   

Bu çeteler geçenlerde Şeytan köyüne gelmişlerdi. Orada mahkemeye. âid celb müzekkerelerini tebliğ etmek üzere bulunan Gönen'de mukîm «Manastırlı Emin Onbaşı» ile Bursa'nın Orhaneli kazâsına tâbi' Bodur köyünden jandarma « Yakub oğlu Hasan» ı o kadar büyük fecâatle öldürmüşlerdir ki... Bakınız, vak'ayı arzedeyim: Canavarlar jandarmaların evvelce o köye geldiğini haber alırlar, yerlerini sorarlar. Zavallılar köy muhtarı «Daskalos» un evine ilticâ etmşiler imiş. Nasılsa bunu işidirler. Çete reisi «Mihal oğlu Panayot» eve gelir, «Emin» ile «Hasan» ı bulur, yakalarından tutarak ve sürükleyerek merdivenden aşağı çeker, indirir. (Çantay,1964:57)   İşte şakiler bu suretle muhaabereyi kesdikden sonra gece alaturka sâat altıda Marmara nâhiyesi merkezini basarlar. İki- kola ayrılırlar, bir kısmı nâhiye müdürünün evini, diğer kısmı da ta'kib müfrezesinin bulunduğu dâireyi abluka eder! (Çantay,1964:58)     

Muhtekirler Cezasız mı Kalacak? 2 Ocak 1919

Dört seneden fazla süren uğursuz muhaarebenin ahlâkımız üzerinde en ziyâde icrâ etdiği te'sîr ihtikâr ve hırsızlık sâhalarında olmuşdur. Bu devamlı ve kanlı harbi milleti soymak, kanını iliğini emmek için iyi bir fırsat sanan alçaklar öyle yağmaya, ihtikâra koyuldular ki bunların gerçekden hesâbını Allah görebilir.

Bu yağmalar, bu ihtikârlar milletin âdetâ yüzde doksanını züğürt ve perişan bırakdığı halde, onunu servetlere, ihtişamlara garketdi. Meselâ vaktiyle beş kuruş haftalıkla kahveci çıraklığı edenler bugün başımızda birer lord kesildiler.Bunlar milletin mısır koçanı, ayrık kökü ile iğâme-i hayâta mecbur kaldığı zamanlarda kılçıklı ve yenmeyecek mâddelerle karışık bakla unlarını en has un diye bu illete yutdurdular ve mukaabilinde milyonlar kazandılar. (Çantay,1964:60)    

Muhtelif nüshalarda o devrin azılı muhtekirleriyle çetin mücâdeleler yapılmış, sayısı «3.000» i geçen şakilerin bilhassa köylerde hatır ve hayâle gelmeyen zulümleri ve işkenceleri hakkında müsâmehasız ve cür'etli bir çok yazılar yazılmışdır. «Doğru söyleyeni dokuz köyden koğarlar» derler. Katı yürekli bir muhtekirle iki hıristiyandan müteşekkil bir hey'et İstanbul'a giderek hem Damad Ferid Paşa hükûmetine, hem ecnebî bir mümessile beni jurnal etmişler, felâketime sebeb olmuşlardır. Ayvalık'a çıkan ve Türkleri tahkir eden, sözde, «salîb-i ahmer' kızıl haç» hey'etine verdiğimiz sert, fakat mecbûrî cevablar da onların mel'ûnâne arzularının tervicine yaramışdır. (Çantay,1964:62)     

Ey müslümanlar, Allah ve resûlüllah aşkına artık elele verelim, başımız üstünde dolaşan felâket ve izmihlâlden titreyelim, ittifak-ı mukaddes teşkil edelim. Bugün müslümanlığın ve Türklüğün pâk alnına sürülmüş yağlı kazan karaları vardır. Bunları temizlemek, masuniyyetimizi isbat için milli bir hareket gösterelim. Eğer yaşayacaksak elbirliğiyle yaşayalım, -el’iyazu billah- öleceksek de yine elbirliğiyle ölelim: (Çantay,1964:69-70)     

Büyük üstadım merhum müftü Osman Nuri efendi hazretleri bir gün şöyle söylemişdi:

Keçiyi sarhoş etmişler de arslan dediğiniz haini bana gösterin, diye bağırmış!

İşte Yunanlılar da tıbkı bu sarhoş keçi gibidir. (Çantay,1964:71)     

Balıkesir Kimseye Verilemez:13 Mart 1919

Nüfus mes’elesine gelince: Liva dâhilinde (463,011) nüfus vardır. Bunun (374,518)i Müslüman, (88,493) ü Rum, Ermeni bütün hıristiyanlardır. Ermenileri çıkaracak olursak Rumların yekünü daha zavallı kalır. (Çantay,1964:76)        

Venizelos, İstanbul mes'elesinden sonra Anadolu Rumlarına nakl-i kelâm etmiş ve şu îzahları vermişdir: Anadolu’da Rumların en çok bulundukları yer İzmir şehri ve havâlîsidir. Burada pek eski zamanlardan beri (800,000) Rum sâkin bulunmakdadır. Rumların kesretle bulundukları ikinci yer (Trabzon, Samsun) havâlîsidir. Burada (350,000) Rum sâkindir. Üçüncü mıntaka (Marmara) sevâhili olup burada sâkin ehâlînin beşde üçünü Rumlar teşkil etmekdedir. (Çantay,1964:77)        

Venizelos (Trabzon) ve havâlîsinde sâkin Rumların (Ermenistan) hükûmetine tevdiini istiyor. Bu vilâyetin nüfusu umumiyyesi — Samsun dâhildir— (1,516249 )a bâliğ olmakdadır. Bunun (1,187,078) ini, ya'nî yüzde yetmiş sekizden fazlasını yine müslümanlar teşkil eder. Rumların mıkdarı ise (260,313) den ibâretdir ki umum nüfusunun yüzde on yedisinden ibâretdir.

Ermenilere gelince: Ermenilerin (Trabzon) vilâyetiyle alâkaları yok gibidir. Ancak yüzde dört buçuk nisbetindedir. (Canik) müstesna olmak üzere (Trabzon) dâhilinde (1868) karye ve kasaba vardır. Bunların (1468) i kâmilen müslümanlardan mürekkebdir. Müstekıllen Rumlarla meskün (182), Ermenilerin sâkin olduğu (39) karye mevcuddur_ Zikretdiğim (39) karyenin (33) ü de (Ordu) kazası dâhilindedir.  (Ordu) kazası dâhilinde de (33) Ermeni köyüne mukabil (229)  müslüman karyesi vardır. (Çantay,1964:79)        

Ayvalık Ahvâli /Anarşi 6 Mart 1919

Evvelki Pazartesi günü Ayvalığa gelen İngiliz siyâsî mümessili kaymakam möstö «Şimit» in Bergama ve Ayazmand eşrâfından üçer zât ile bütün İslâm me'murlarını — kazâ kaymakamının resmî düresinde divana çekerek kendilerine karşı hazmedilemiyecek ağır bir nutuk îrad etmiş olduğunu yazmışdık.

Aldığımız tamamlayıcı bilgiye göre Şimit cenabları aynen şöyle söylemişdir:— Ey hırsız ve namussuz Türkler, biz sizi evvelce kabahatsiz sanıyorduk. Hâlbuki başda Enver'leriniz, Talâtlarınız olmak üzere Almanya ile birleşerek medeniyyeti kana boyadınız. Artık buralarda hakk-ı hayât ve bekaanız kalmamışdır. (Çantay,1964:80)        

Vâkıâ mağlûbuz. Bu, gayr-i münkerdir. Fakat hiç bir zaman «hırsız» ve «namussuz» olmadık. Bu sıfatları, müsâadeleriyle, söyleyene iâde ediyoruz. Türkler asırlardan beri ruh temizliği ile yaşamış, kimsenin bir habbesine dokunmamış, bil'akis korsanlıkla yerleşenlere merhamet ve âtıfet göstermiş büyük bir milletdir. Eğer herhangi bir yerde hırsızlık ve namussuzluk yapılmış ise bu sıfatların onlara tevcihi lâzımdır. (Çantay,1964:81)        

Yunanistana giden Rumları biz zorla koğmadık. Onlar kendi arzu ve ihtiyarlariyle gittiler. Hey'et-i tahkîkiyyenin verdiği müşterek rapor üzerine Türk devleti ile Yunan hükûmeti tarafından büyükelçi rütbesini haaiz birer siyâsî mürahhas ta'yin edilerek emval ve emlâkin mübâdelesi mes'elesi düşünüldü ve bu netîcelenerek resmî bir protokol imzalandı. İşte bu suretle Türk hükûmeti Ayvalıkdaki ba'zı evlere İslâm mücâhirlerini yerleşdirmişdi.Ayvalığa iskân edilen bu muhâcirler şu beş, on sene içinde defalarca hicret derdine uğramış zavallılardır. Bir tarafdan onların bırakdığı emval ve emlâki Rumlar alırken diğer tarafdan işgal etdikleri yerleri de yine Rumlar mı alacakdır?. (Çantay,1964:83:84)    

Yunan salib-i ahmeri (kızıl haç hey'eti) nâmiyle Ayvalığa.gelen Yunan askerlerinin iştirâkile mahallî Rumlar me'murların ve müslüman muhâcirlerin evlerine hücum ve bütün eşyalarını ve paralarını yağma etmişlerdir. Me'murlardan bir kısmı âilelerini bin müşkilât ile civar Türk memleketlerine göndermiş, fakat zavallı muhâcirler sokaklar arasında dökülüp kalmışdır.

İzmir’de çıkan Rumca «Patris» gazetesinden naklen «Anadolu» refîkımızın yazdığına göre geçen pazar günü Ayvalık’da büyük bir âyin-i ruhânî icrâ edildikden sonra Yunan kızıl haçının hastahanede te'sîsi merâsimi yapılmışdır. Bu merâsimde ahalîden bir cemm-i gafîr ve kazâ kaymakamı hazır bulunmuşdur. Metropolit ve Prosilelos taraflarından harâretli nutuklar söylenmiş, doktor Orfanidis tarafından mukabele edilmiştir. Bu münâsebetle keşide edilen Yunan bandırası Rumların şiddetli alkışlarına da'vet etmişdir. Gece ziyâfet verilmiş,  bunun devamı müddetince bir bando muzika Venizelos ile Yunan marşlarını çalmışdır!.  (Çantay,1964:85)            

Salîb-i Ahmerciler ve hempâları tarafından Ayvalık hükümetinin de basıldığını teessürle haber aldık! Bereket versin ki kahraman nöbetci bunların fenâ tasavvurlarına mâni' olmuşdur. Ayvalık bir silâh deposu halindedir. Salîb-i Ahmerciler bütün Rumları silâhlandırmışdır! Bugün Ayvalık bir Yunan memleketi vaz'iyyetindedir.

Kazâ kaymakamı Osman Nuri — ki Bulgaristanlıdır bunca aczine ve hainliğine rağmen hâlâ yerinde tutulmakdadır. Gelecek nüshamızım intişârı zamanına kadar kaldırılmadığı takdirde onun hakkındaki şikâyetleri bütün delilleriyle îzah edeceğiz.

Ne o adam kaldırılmış, ne o rezâletler son bulmuşdur. Bil'akis o yazıları yazan zavallı gazeteci Hasan Basri Çântay’ın yakalanarak mahfuzan İstanbul'a sevki ve gazetesinin müebbeden ta'tili hakkında Balıkesir mutasarrıflığına şifre verilmiş, bu yüzden gazeteci felâketli ve heyecanlı anlar geçirmiş, mâddî birçok zararlar görmüşdür. O feci' safha başda kısaca arzedildi. Allah o kara günleri tekrar başımıza getirmesin, âmin. H. B. Ç. (Çantay,1964:86)

Güncel Haberler